Kale Washington'da Yemek...

Kültür Bakanlığı Müşteşarı Emre Kongar, geçen hafta çarşamba akşamı. Bosnalı sinema sanatçıları onuruna, Ankara Kalesi’nde “Kale Washington"da, bir akşam yemeği verdi. Konuklar arasında Azerbaycan Kültür Bakanı Polat Bülbüloğlu da vardı. Kültür Bakanı Timurçin Savaş, Bakanlar Kurulu toplantısı nedeniyle yemeğe katılamamıştı. Önce, yemeğe katılan konukları yazayım:
Hayrettin Somun (Bosna-Hersek Büyükelçisi), Bayan Hayrettin Somun (Büyükelçinin eşi), Tevfik R. Gökalp-Gülşen Karakadıoğlu (Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcıları), Nihat Şan (Bosna-Hersek Büyükelçilik Müsteşarı), Kerima Filan (Bosna-Hersek Büyükelçilik çevirmeni), Alija Ishakoviç (Bosna-Hersekli yazar, dilbilimci), Mirza İdrisoviç (Bosna-Hersekli film yönetmeni), Bayan Zlata Kurt (Bosnalı film eleştirmeni), Mithat Sirmen (Kültür Bakanlığı Dış İlişkiler Gn. Md.), Oğuz Onaran(Kultür Bakanlığı Danışmanı), Rekin Toksoy (Sinema eleştirmeni), Semih Günver (Milliyet yazarı), Şefik Kahramankaptan (Tempo Dergisi Ankara Temsilcisi), Mahmut Tali Öngören (Cumhuriyet yazarı), Aydın İdil (Dışişleri Bakanlığı Kültür İşleri Gn. Md. Yrd.), Süleyman Kupusoviç (Bosna-Hersekli tiyatro film yönetmeni).
Kale Washington, eski "Washington Restoran”ın bir kolu; Şişman Kardeşler'in bir bölüğü, Ankara Kalesi'ne taşınırken bir bölüğü de Nenehatun Caddesi'nde benzeri bir lokanta açtılar. Şişmanlar'ı yıllardır tanırım. Halil Şişman, Mustafa Şişman, Babür Kutlu ile ortak kaleye geçerken büyük ağabey Yusuf Şişman’ın çocukları Nenehatun’a gittiler. Halil Şişman yüreğinden ameliyat oldu, üç damarı değişti. Washington Restoran bir tarihti diyebilirim. Ünlü politikacılar gelirlerdi.
İsmet Paşalı yemekler, fotoğrafları sergilenirdi albümlerde. Birkaç kez Hinthorozu Erdal Bey’le orada, yemek yedik. Prof. Bülent Nuri Ese’ i orada görürdüm. Özer Derbil’le orada buluşurduk. Şimdi orası “Göksu Restoran"oldu, “Körfez”in bitişiği. Yemek listesi bana bir çeşit “açdoyuran" gibi geldi. Enginar, suboreği, mimoza salata, lagos şiş, kaymaklı ekmek kadayıfı, kahve. İçki olarak kimi şarap, kimi rakı içti. Ben şarap içtim!
Emre Kongar güzel konuşmalar yaptı:
Biz, dedi, bu akşam Bosna ile Azerbaycan'ı birleştirdik. Bosna Büyükelçisi Hayrettin Somun, Azerbaycan’a sitem etti:
Azerbaycan bizi bâlâ tanımadı, bir temsilcisi yok dedi. Bülbüloğlu:
Bosna'nın ilk elçisi ben olacağım diye konuştu...
Kafalar giderek dumanlanıyordu, dışarıda bardaktan boşanırcasına bir yağmur... Bülbüloğlu durgundu. Azerbaycan'da darbe girişimleri haberlerinin yeni yeni duyulduğu günlerdeydik. Biz kadehleri dostluğa, kardeşliğe kaldırıyorduk.
Süleyman Kupusoviç, kahveye sıra gelince ayağa kalktı:
Osmanlılar bize iki şeyi öğrettiler, dedi, bir çay, birde kahve. Kahvenin Bosna sofrasında çok önemli yeri vardı.
Kupusoviç, biraz abartarak kahveyi Bosnalılar’ın yüzlerce çeşidini içtiklerini söyledi, ama doğrusu galiba üçtü. Konuklara önce “dobradoça kafa" (Hoşgeldin kahvesi) verilmekteydi. Tuzlu yemekler yenip de tatlıya geçilirken söyleşi koyulaşırken sunulan kahveye “sohbetuşa kafa" deniyordu. Konukların gitmesi gereken saatte sunulan kahveye de "sitteruşa kafa"(hastirin kahvesi) deniyordu. Kupusoviç:
Siz “güle güle kahvesi"dersiniz, biz “sittirin gidin kahvesi" deriz. Kahvemizi de içtik, gidebiliriz dedi. Yemekte “hastirin kahvesi" herkesin dilindeydi.
Mahmut Tali Öngören’le ikimizi. Gülşen Karakadıoğlu evlerimize bıraktı. Bu yemeği, Bursa'da yaşayan Çengiçler'den Leyla llova'ya anlattım. O da doğruladı:
Aaa, tabii dedi. Boşnaklar'ın Osmanlıdan aldıkları, günümüze değin gelen ilginç gelenekleri var: ev gezmelerinde, evde yapılmış reçeller sunuyorlar. Bir şekerliğin içinde reçel, iki bardak, gümüş kaşıklar... Herkese, lokum ya da akide şekeri sunar gibi o reçeli dolaştırırlar. Reçelden bir kaşık alıyorsunuz, sonra kaşığı öbür su dolu bardağın içine koyuyorsunuz. Sonra yanınızdakine geçiliyor. Küçücük servis tabakları vardır, kahve fincanı gibi onun içinde bir incir, üç kiraz, bir erik, böyle küçük reçeller sunuluyor. Boşnaklar, Türkiye'ye geldiklerinde bu geleneklerini de getirmişler. Bunlar Bosna'ya savaş yoksulluk girmeden önceymiş. Şimdi, bir aileye bir ayda bir yumurta düşmüyor!
Leyla llova, Boşnak tatlılarını anlattı; Boşnak çöreğini, İstanbul’da konuşma yaptığım Muhammet Çengiç'lerde yemiştim. Boşnak tatlısı, "kalbura bastı”ya benzermiş. Bir de “hurmacık”ları varmış, o şekerpare ailesindenmiş. Yanında sütlü kahve sunuluyormuş. Leyla llova anlatıyor telefonda:
Şimdi benim kuzenlerimden biri İstanbul'da karı-koca mimarlar. ENKA'da çalışıyorlardı, işten çıkarıIdılar. Açlar. Kız, evlere pasta yapıp satıyor. Evde minicik mutfakta. Köşeyi dönecekler...
Çengiçler’den Leyla llova’nın Bursa’daki evi de bir tarih hâzinesi gibiymiş. “Yorgun Savaşçı”nın bir bölümü, onun evinde çevrilmiş. Leyla llova'nın dedelerinden İsmail Ağa, Sırplarca öldürülmüş. Sırplar, İsmail Ağa’yı uzun süre öldürememişler. Sonunda Karadağlılar öldürüyor. İsmail Ağa'nın çok iyi bir atı varmış. Islık çaldığı anda yardımına koşan bir at! Onun için kimse İsmail Ağa’yı ele geçiremiyormuş. Gece baskınında önce atın ayaklarını bağlıyorlar, sonra çadırında uykuda iken, İsmail Ağa’nın kafasını kesip, Sırplara sunuyorlar. (Olay 1830'larda oluyor). Sırplar çok seviniyor, karşısına koyuyor kanlı kelleyi, şarap içiyor, et yiyor, ölünün ağzına da şarapla et koyuyor. Majoraniç adında bir Hırvat ozan, İsmail Ağa’nın ölümünü şiirleştiriyor. Bu okullarda bir şiir türü olarak oralarda okutuluyor... İsmail Ağa, bir kahraman, Çengiçler’in önemi de oradan geliyor. Osmanlılar, Bosna'ya yalnız çayı kahveyi götürmemişler; o yörede uzun yıllar görev yapmış bir diplomat Ümit Aytar anlattı, ona da görev yaptığı sırada anlatmışlar, şöyle demişler:
Osmanlıdan bize şunlar kaldı: Kahve, yere tükürmek (yani pislik), bir de inşallah (tembellik).
Alman Kültür Derneği'ndeki “Bosna filmleri "ni, iki eski diplomat, Ümit Aytar ile Sacit Somel birlikte izledik. Sacit Somel'e göre Osmanlı'dan Balkanlar’a birde “sövme", yani “küfür" kalmıştı. Grekler de Türkçe sövmüyorlar mıydı?
Bosna filmleri, açlık filmleriydi. Sokaklar köpek doluydu, köpek açlığın simgesiydi. Hani, ne derler:
Aç köpek fırın yıkar!
Bosna-Hersek'in sorunu din sorunu filan değildir, politikacıların yanlışlandır. Süleyman Bey niye gitmek istedi ki?