Kadının durumu...

Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu, köylerde Köy Enstitülerinde öğretmenlik yapmış bir öğretmen çocuğu. Kendisi de ilkokulu, babasının öğretmenlik yaptığı Kızılçullu Köy Enstitüsü'nde okumuş. "Değişen Toplumda Aile ve Çocuk" yapıtında, babası köy öğretmeni Bahri Yörükoğlu'nun serüvenlerini de anlatır.
Bir bilimsel çalışmanın, böylesine rahat okunduğu az yapıt vardır. Sadun Bey'in yapıtları öyledir. Yalçın Küçük’ün, Doğan Avcıoğlu'nun, İlhan Tekeli'nin, Ergün Türkçan'ın, Yakup Kepenek'in de su gibi okunan bir dilleri vardır.
Bazen en acı olayları anlatırken bile, dudakların uçuna bir gülümsemeyi getirebilen yazarları severim. Atalay Yörükoğlu'nda da var bu.
Kadının durumunu anlatırken, bu konudaki gelişmeleri sergiliyor. Yirminci yüzyılın sonuna yaklaşırken, dünya kadınlarının gerçek durumunun hiç de iç açıcı olmadığını söylüyor. Şöyle:
Yeryüzünde okuma yazma bilmeyen 700 milyon insanın üçte ikisi kadındır. En ileri toplumlarda bile yüksek öğrenim gören kızlar erkeklerin yarısından az. İngiltere gibi bir ülkede Tıp Fakültelerine alınan kız öğrenci oranı yüzde yirmi beşte dondurulmuştur... Tahminlere göre yeryüzündeki toplam gelirin ancak 10'unu kadınlar kazanıyor, dünya servetinin ise yüzde biri kadınların.
Arada bir kadınlardan, bakan, milletvekili seçilse de genel olarak üst düzey yöneticilerin çoğunluğu erkek. Japonya'da üst düzey yöneticilerinin ancak yüzde yarımı kadın. Buna karşı Norveç ve Çin Halk Cumhuriyeti'nde bu oran yüzde 20'ye çıkabilmiş. Kadın erkek eşitliğine en çok önem veren sosyalist ülkelerde de kadınların konumu erkeklerin çok altında.
Kadının, toplumsal yaşama katılımı artmış olsa da, geleneksel mesleklerin dışına pek çıkamıyor. Öğretmenlik, hemşirelik, eczacılık, sekreterlik, kimyagerlik gibi. Torun sahibi bir kadın olan Danimarka Sosyal Hizmetler Bakanı 1977 yılında Türkiye'ye gelmişti. Görüşme sırasında Bakanlar Kurulunda eğitim bakanının da kadın olduğunu söylemişti. Kadın hakları konusu açıldığında gülerek şu yorumu yaptı:
Benim ve arkadaşımın bakan olmamız durumumuzu pek değiştirmedi. Eskiden kocalarımızın gelirini tüketiyorduk. Şimdi ise erkek bakanların kazandıklarını harcıyoruz. Yani tüketicimden kurtulamadık...
"Türk kültüründe kadın" bölümüne, Atalay Yörükoğlu. Şu dizeleri almış:
Kız idim Sultan idim, nişanlandım han oldum/Gelin oldum kul oldum, ayaklara çul oldum...
Atalay Yörükoğlu anlatıyor:
"Geleneksel Türk toplumunda çok eskilerden gelen erkek egemenliği dinsel buyruklarla iyice pekiştirilmiştir. Orada İslam’ın "Kocaya itaat Allaha itaat etmektir" buyruğu geçerlidir. Kocasının acıması dışında hiçbir yere sığınamaz... Tutunacak hiçbir dalı yoktur. Koca zulmünden usanıp anasının babasının evine kaçacak olsa, bir de onlardan dayak yiyip koca evine geri gönderilir...
Anadolu kadını karnı boş kalmayan, gebelikten bir türlü kurtulamayan kadındır. Tüm bunlara karşın sıkça dayak yemezse kendini mutlu sayar. Oğlan doğurdukça ve yaşlandıkça ev içinde daha çok sözü geçer. Gene de erkekle bir olamaz hiçbir zaman:
Er kocarsa koç olur, karı kocarsa hiç olur.
Türk atasözleri kadına karşı toplumda beslenen çelişkili duyguları, kuşkuları, güvensizliği ve aşağılamayı çok çarpıcı biçimde sergilerler. O bilgisiz, vefasız, uğursuz bir yaratıktır. "At besle avrat besleme", "İtte vefa olur, avratta vefa olmaz", "Kadın şerri şeytan şerrine eştir". "Keseye kadın eli girerse bereket gider", "Kadının bildiğini garip de bilir." Kadın ancak ana olarak övgüye layıktır: "Evi ev eden avrat, yurdu şen eden devlet", "Ananın bastığı kuzu incinmez", "Ana yiğidin kalkanıdır.", "Yuvayı yapan dişi kuştur", "Ana gibi yar olmaz.".. Bir Hint Atasözü "Kadın çocukluğunda babasının, gençliğinde kocasının, kocası olduktan sonra da oğullarının kölesidir" der. Bu söz tüm yoksul Asya toplumları için geçerli bir sözdür..."
Yörükoğlu, Cumhuriyet’ten sonra kadın haklarında da büyük bir devrimin gerçekleştiğini, kadının kamu hukuku alanında erkeklerin tüm haklarına kavuştuğunu belirttikten sonra şöyle diyor:
"...Altmış yıl önce kafes ardından bakan, çarşafla dolaşan Türk kadınının gösterdiği aşamanın komşu İslam ülkeleriyle karşılaştırılınca çok büyük olduğu söylenebilir. Türk kadını yasalara göre erkekle eşit durumdadır. Ancak nüfusun yarısından çoğunun yaşadığı kırsal kesimde kadın hakları kağıt üzerinde vardır, gerçekte hiç yürürlüğe girmemiştir. Erkek egemenliği ve gelenekler hep kadına karşı işlemektedir. Okula gönderilmeyen çocuk yaşta kocaya satılan, imam nikâhı altında koca dayağıyla yaşayan, genç yaşta çöken kadınlar çoğunluktadır. Kısacası Anadolu kadınının yazgısını ne Cumhuriyet yasaları ne de insan hakları bildirisi değiştirmedi.
Bugünün ilerici kadınları eşit işe eşit ücret ilkesiyle yetinmiyorlar. Eşit hakların kullanımını engelleyen erkek egemenliğine ve geleneklere de karşı çıkıyorlar. Örneğin milletvekili seçilme yolu kadınlara açıktır ama gerçekte seçilebilen kadın sayısı çok azdır. Kadın hakları savunucuları şimdi milletvekillerinin en az yarısının kadınlardan seçilmesini zorunlu kılacak yasa değişikliği için uğraşıyorlar..."