Cumhuriyet gazetesinin, İstanbul Atatürk Fen Lisesi’ne sokulması öğretmenler kurulu kararıyla yasaklanmış. Okul Müdürü Hacı Abdurrahim Köksal, soranlara 'yasaklandı' demiş. Cumhuriyet’te, ‘Ankara Notları'nda, bir süre önce, İstanbul Atatürk Fen Lisesi'ndeki laikliğe aykırı davranışlar üzerinde duruldu, yöneticiler eleştirildi. Bu eleştirileri kös dinleyen Bakanlık, sonunda oraya bir denetçi-müfettiş gönderdi. Şimdi müfettiş soruşturma yapıyor. Ancak sızan haberlere göre, müfettişin gelişinden de bir yarar sağlanmayacak. Okul yöneticisi Hacı Abdurrahim Köksal'ı bugüne dek görevinden alıp, bir başka yere veremeyen bakanlık, bundan sonra ne yapabilir ki? Okul müdürü, Abdurrahim Köksal, bir kasaba ortaokulunda müdürken. Hasan Celal Güzel'in bakanlığı döneminde fen lisesi müdürlüğüne atanır. Hacca, daha sonra gider. Bu çevrede yaygındır, şöyle denir:
Batmanlı bir şıhın elini öpen, İstanbul'a müdür oluyor!
Hacı Abdurrahim Köksal, okula yönetici olarak geldiğinde, Almanca öğretmeni olarak, öğrencilere ‘kelime-i şahadetin Almancasını tahtaya yazarak öğretmeye çalışmış mı?
Fen lisesi ile ilgili bir dernek yöneticisi, (adı, bende saklı). Milli Eğitim Bakanına da yolladığı bir raporda şu görüşlere yer verdi:
“İrtica konusundaki endişelerimizi giderecek uygulamalara mutlaka geçilmeli: 21. yy'a on kala fen lisesinde okuyan geleceğin bilim insanı olacağını ümit ettiğimiz öğrenciler her türlü fanatizmin etkilerinden özenle ve samimiyetle korunmalıdır Bu görevin bir devlet memurunun ve tüm ilgililerin en önde gelen görevi olduğu kadar yasal bir zorunluluk olduğu da bilinmelidir. 'Bu okulda irticai bir eylem yoktur’ sözleri, bizim gözlemlerimize göre, çok büyük bir yanılgıdır.
Bu okulda erkek öğrenciler (sayılan yüzde 50-60); kız arkadaşlarının bir süre önce oturduğu sıraya ‘onun sıcaklığını hisseder ve bu nedenle de onunla zina yapmış olurum' diye oturmaz ise, kız arkadaşının elini sıkmamak bir yana, bir gün olsun 'günaydın' veya 'merhaba' demeksizin hangi konuda olursa olsun konuşmayı günah sayarsa, bayan öğretmeninin yüzüne ‘günah olur' diye bakmaz ise 'Zina yapan kadın, kuma gömülüp taşlanarak öldürülmelidir' diye savunabiliyorsa. 'Biz şeriat devletini kuracağız. Buna karşı çıkanları da cezalandıracağız' iddiasında bulunabiliyorsa, beden eğitimi dersinde öğretmenin ısrarına rağmen şort giymekten imtina ederse (çekinirse), 280 öğrenciden 61’i ailelerinden habersiz PEM Dershanesi aracılığıyla Fetullah Hoca'nın vaazını dinlemek üzere İzmir'e otobüslerle iki üçer kişilik gruplar halinde giderse, çocukların hafta sonu eve gelmemesi üzerine okula başvuran bazı velilere (biz bu olayın yalnızca Sabah gazetesindeki köşe yazısına istinaden değil, isimleri bizde mahfuz olan ve bu geziye katılan iki öğrenci velisinin beyanlarına atfen doğruluğunu saptadık) okul müdürünün 'Yalnız senin çocuğun değil, teker teker isimlerini biliyorum, tam 61 öğrenci İzmir’e gitti. Fetullah Hoca sizin zannettiğiniz gibi fena bir adam değil, niçin karşısınız?' derse ve okul yönetimi bu olayı örtbas ederse bir okul yöneticisi, öğrenciye, 'niçin etüde kalkmadığını’ annesinin yanında sorduğunda öğrencinin 'Efendim, sabah namazına kalkanlar gürültü yaparak bizi de uyandırıyorlar. Daha sonra uyumuş oluyorum. Bu nedenle uyanamadım’ biçimindeki savunmasına karşılık ‘Ulan Allahtan belanı mı istiyorsun? Madem uyandırdılar, sen kalk, namaz kılmıyorsan ders çalış!' (Velinin ve öğrencinin adları saklıdır) diyebiliyorsa, bir başka öğrencinin ‘Ben hastayım, ama oruç tutmaya da mecburum' sözleri üzerine ‘Niçin mecbursun?' diye sorulduğunda, ‘Size bunu anlatabilmem çok zor, sekiz kişilik yatakhanede altı yedi kişi sahura kalkacak, sohbet ve gürültü edecek, yataklar üzerinde yemek yiyecekler, siz buna karşın uyanmayacak ve manevi baskıyı duymayacaksınız. Bu ise mümkün değil yanıtını verebiliyorsa ve siz gerçekten yasalara saygılı, laik düşünceye inanan bir kişi iseniz bunların yalnızca inanış ve ibadet özgürlüğü olduğu safsatasına isyan edersiniz. İşte biz bu isyanı duyuyoruz. İlgili tüm kuruluş ve kişilerin de duymasını bekliyoruz..”
* * *
Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Yekta Güngör Özdeni in "Hukukun Üstünlüğüne Saygı” adlı kitabı, "Bilgi Yayınevi"nden çıktı. Yekta Güngör Özden, kitabını imzalarken şunları yazmış; “Hukukun üstünlüğüne saygı için yapmamız gereken çok şey olduğunu anımsatarak Sayın Mustafa Ekmekçi'ye iyi dileklerle. 1.11.1990"
Yalda Güngör Özden’in kitabında, Cumhuriyet'te başka yerlerde çıkan yazıları ile Anayasa Mahkemesi kararlarındaki görüşleri, karşı oy yazıları yer alıyor. 1987 yılında gazeteci Yener Süsoy'un sorularını yanıtlarken bir yanıtında şöyle diyor Yekta Güngör Özden:
Son yıllarda dinle ilgisi olmayan, dıştan yönlendirilen, tamamen ideolojik amaçlı, laikliğe aykırı girişimler beni çok üzüyor. Türkiye’de bazı kara tablolar var. Benim bunları söylemem yurttaşlık yakınmasıdır. Kimseyi suçlamıyorum, ama yarası olan gocunur. Türkiyemiz bugün 1930’ların gerisine toplum görünümü olarak çekilmiş durumdadır. Kılık kıyafet, Eğitim Birliği Yasası ortada. Size bir anımı anlatayım: 1973'te Ankara Barosu başkanıyken ilk başörtü yasağını ben koydum. Bir hanım avukat arkadaşımız başörtüsüyle duruşmaya çıkmaya kalkışmıştı.
Başörtü, türban konusu da üniversitelerde kangren haline geldi günümüzde Yekta Bey. Sayın Doğramacı bu konuda da kaçak güreşiyor, ne dersiniz?
Başörtü, bir simgedir. Başörtü iyiye kullanılmamakladır. İnanca dayalı bir masum örtü değildir. Öğrencilerimizin bulunduğu yer, devletin onları göreve çağırdığı yerdir. Orada devletin kurallar egemendir. Bu kurala uygun giyinişte olunur.
İlahiyat fakülteleri için düşünceleriniz farklı mı?
Hayır, ilahiyat fakülteleri de bunun dışında olamaz. Orası bir eğitim öğretim yeridir. Bizde ruhban sınıfı yoktur. Biz rahibe yetiştirmeyiz. İlahiyat fakültesinde kız öğrenciler de öğrenimlerini başörtüsüyle yapamazlar. Kim ne derse desin, Atatürk devrimlerinden verilen, laiklikten verilen ödündür. Yarın başörtü konusu liselere, ortaokullara inecektir. Devlet dairelerinde başlayacaklardır. Bana göre Süryanilerin kılıklarına özenmedir. Cumhuriyet düzenine karşı oluşmanın bir görünümüdür."
8 Kasım 1990, Cumhuriyet