Danimarka'da, Kopenhag'ta beş buçuk yıl başkonsolosluk yapmış, emekli elçi Sacit Somel'le konuşuyorduk. O Kuzeylileri anlatıyordu: Danimarka’da hastaneye gidenlere bir kağıt doldurturlar. Bunda sorular var, örneğin:
Evli misiniz, bekâr mı?
Bekârım demişseniz iki soru daha var?
Çocuklu mu, çocuksuz mu?
Kuzey ülkelerinin hemen tümünde evlilik modası geçmiş bir şey; kızlık, kadınlık yok! Mezhepler oldukça geniş! Sacit Somel anlattı; bir Karadenizlinin başından geçeni:
Bir gün Kopenhag'ta elçiliğe, bir işçi gelir. Başkonsolosluk’ta Sacit Bey var. Karadenizli:
Penum pasaportumu çapuk uzatun, polise citmem lazım! der
Poliste işin ne?
Dün akşam bir Yugoslavla kavga ettuk, karakolluk olduk...
Sacit Bey, Karadenizliye, "Pasaport ha deyince uzatılmaz, hele bu saatte. Sonra, kavga etmek iyi değildir!" gibi sözlerle öğüt verdikten sonra, merak edip sorar:
Peki niye kavga ettiniz?
Kahvede oturuyorduk, Yugoslav işçi pana "Amerika’nın uşağı oldunuz!" diye laf attı; pen de kızdım, "Ruslar her akşam sizin ananızı, avradınızı pilmem ne yapıyorlar!" tedum. Birbirimize geçtuk, karakolluk olduk!
Sacit Bey, Karadenizliye, bir daha böyle davranmamasını söyler, "Seni Danimarka'dan çıkarırlar, işinden otursun!" der. Sacit Bey anlatmayı sürdürdü:
"Bizim mahalli kâtip vardı, Danimarka’lı, bir gün bizi evlerine çağırdılar gittik. Ben, bizim Karadenizli’yle, Yugoslav’ın kavgalarını Karadenizlinin sözlerini anlattım...
Bizde de yetmiş, seksen yıl önce böyle anaya, avrada sövmeler küfür sayılırdı! dedi.
Danimarkalı bu yüzden kavga çıkmasına çok şaşırmış gibiydi.
İskandinav ülkeleri arasında İsveçliler pek sevilmezlermiş. İkinci Dünya Savaşında, Almanlarla başları belaya girmesin diye olacak, İsveç'e Yahudilerin kaçıp sığınmasını pek hoş karşılamamışlar. Ancak yine de, kaçanları beslemişler. Sonra ne mi yapmışlar? Norveç'ten gelen Yahudilerle ilgili olarak, Norveç'e yüklü bir hesap çıkarmışlar!
Danimarkalılara, Kuzeyin Latinleri, İsveçlilere de Cermenleri derlermiş, İsveçliler, eğlenmek için Kopenhag'a giderlermiş. Kopenhag, Kuzey'in Paris'i gibi bir şey. Sık sık da barlarda bıçaklama olayları oluyor elbet. Sacit Somel'in izlenimine göre, Kuzeyliler genellikle çok kaba-saba insanlar. Norveçliler dağlı! İsveçliler uzun boylu, Danimarkalılar ufak tefek. Kızları en güzel olanlar da İsveçliler.
Norveç'teki Portekiz elçiliğinden bir müsteşar Kopenhag’a atanır, iki ay geçmesine karşın, müsteşar arabasının plakasını değiştirmemiş; Norveç plakasıyla dolaşıyor. Bir gün, plakasının birini düşürmüş. Düşen plakayı bir dükkâncı görmüş. Arkasından seslenmiş ama duyuramamış, plakayı dükkânına koymuş. Birkaç gün sonra aynı arabayı görünce durdurmuş:
Arabanızın Norveç plakasını düşürmüştünüz, alın... demiş.
Portekizli müsteşar, buna çok sevinmiş, bir Danimarkalı diplomata:
Sizin insanlarınız harika insanlar, demiş, arabamın Norveç plakasını düşürmüştüm. Bulup bana getirdiler...
Danimarkalı diplomat, gülmüş:
Dua edin ki Norveç plakası; İsveç plakası olsaydı, bulamazdınız! yanıtını vermiş.
Böyle, sevmezlermiş birbirlerini. Saçma elbette. Şimdi Yunanlıyla Türk, Türkle Bulgar düşman mı birbirine? Yöneticiler, bir politika izliyorlar, bir dönem kanlı-bıçaklı gibi görünüyorlar. Sanıyorsunuz savaş olacak. Aradan bir süre geçiyor, bakıyorsunuz buzlar erimeye yüz tutmakta. Fransa’yla öyle olmuyor mu? Bir zamanlar, Fransız yargıca "Utanmaz hâkim!" diye saldıranlar şimdi neredeler? Fransa'yla Türkiye’nin arası düzelme yolunda. Yıllardır Türkiye’ce durdurulan burslar açıldı açılıyor. Komşumuz Sovyetlerle, koşullandırılmış düşmanlıkların da, kuşaklar değiştikçe silinip gideceğini sanıyorum. Güç, ancak yenilmez değil.
İsveçlilere gelince; Türklerin Osmanlı'dan kalan geçmişiyle bıraktığı bazı izler var. Bunlar henüz silinmiş değil. Osmanlı döneminde ikisinin de ortak düşmanları var, Çarlık Rusyası. İlişkiler öylesine yoğun olmuş ki, İsveçlilerin dünya yüzünde açtıkları ilk elçilik İstanbul’da, şimdiki İsveç Konsolosluğunun bulunduğu yer. Ama, dinsel kimi etkiler, Osmanlı izlenimleri de silinmemiş.
Örneğin; Avrupa ülkeleri içinde, Yunanistan'la, İsviçre'yi saymazsak, bayraklarında haç simgesi olan ülkeler, İskandinav ülkeleri. Bu haçların kökeni de, Haçlı seferlerine katılan İskandinav beylerinin flamalarından kaynaklanıyor. Yani, bayrakları böyle çok eski. Bu bayraklarla Anadolu'ya dek gelmişler, Kılıçaslan da onları kesmiş. Kesince de Türkleri bir türlü unutmamışlar. İsveç, şimdi varlıklı ya, vaktiyle çok yoksul bir ülke. Ama, "Protestan" anlayışı, onlara ayrı bir nitelik vermiş. Protestan anlayışına göre, "Tanrı sana bu dünyayı cennet olarak yarattı. Sen çalışarak bu dünyada cenneti görebilirsin. Dürüst olacaksın. Tanrının günah dediği, kötü dediği şeyleri yapmadan sağlayacaksın her şeyi. "
Titiz, adamsendeci olmayan bir yapı oluşuyor giderek. Şimdi artık dinsel bir yanı kalmamış bu işin, bizim gericiler fazla heveslenmesinler. Ancak, bir ulusun karakteri, yapısı çıkmış ortaya. İsveç, Avrupa'nın anamalcı(kapitalist), İsviçre'yle birlikte en varlıklı, ayrıca, sosyal demokrat nitelikli ülkesi…
Afrika ülkelerine doktor, hemşire göndermişler, yardımseverler, çeşitli ülkelerden gelen siyasal sığınma hakkı isteyen sığınık(mülteci) kişilere kapılarını açmışlar. Gelenekleri, görenekleri bizden öylesine ayrı ki; yiyecekleri de…
Bir kız arkadaşımız vardı, adı Gülseren Ergün; İsveç'e gitti, orada İsveçli Göran Enström ile evlendi.(Göran, yöran diye okunuyor) Çocukları oldu. Türkiye’ye gelişlerinde bizdeydiler. Gülseren, İsveç'li eşini:
Enişteniz Yöran! diye tanıttı. Bir 90 boyu var! Eşim onlara, değişik yemekler yaptı, barbunya fasulye filan...
Bir ara, İsveçli enişte Göran Enström'ün iki seksen uzanıp yattığını gördük. "Aman" filan derken, az sonra kendine geldi. Yemeklerden sayrılanmıştı!
Şimdi İsveç’te yas var; Gülseren de, İsveçli enişte Göran da çok üzgünler. Demokrat bir ülkenin Başbakanı öldürüldü, öldürenler, buraya sığınanlardan çıkmışsa ne kötü! Sığınma hakkı gibi, güzel bir şeyi yaralar da ondan...
12 Mart 1986, Cumhuriyet