İstanbul’da Birkaç Gün...

Aşık Veysel:
- Otelde kalmayı severim, demişti, bütün yaşamım otellerde geçti hemen hemen. Köyde otel olsa, otelde kalırım!
Veysel bu sözleri, «Veysel amca ne olur, gitme bizde kal!» diyen dostlarına söylemişti.
İstanbul'da bu kez otellerde kalmadım, dost evinde kaldım. Sabah, gazeteye geldiğimdeyse, Laleli’de Washington Otel’inden yangın çıktığını, kırka yakın kişinin öldüğünü öğrendim! Yangından çıkmış gibiyim…
İstanbul nasıl da karman - çorman bir kent; yoksulu, varlısı, sayrısı, sağlamı, kimse kimsenin umurunda mı, ne bileyim!
Cumartesi öğleyin, gazetede altmış yaşına adım atmışın yemeği vardı. Erdal Atabek'le konuşuyoruz :
- Siz, «alkolü az için, adam gibi için» diyorsunuz ya, bu çok hoşuma gitti'.
- Elbette! dedi Atabek, bu tuttu. Ben de içmeye başladım. Herkes az içince, kalanı da ben içiyorum! Eve gelenlere, «Az için, adam gibi için!» diyorum, böylece bana da içki kalıyor!
Gülüşüyoruz. Altmışıncı yıl yemeğine gelenler arasında Ahmet Yıldız, Orhan Apaydın, Yaşar Kemal, Uğur Alacakaptan, Nezih Demirkent, Mustafa Yücel, Orhan Erinç, Vasfiye Özkoçak, Altan Öymen, Orhan Duru, Çetin Özbayrak. Soner Girgin, daha birçok arkadaş, dost da vardı. Eski, yeni Cumhuriyetçiler, üçyüz elli kişi varmış. Adlarını sıralayacak olsam, «Ankara Notları» köşesi yetmez.
Nadir Nadi iyileşme dönemini geçirdiği için gelememişti. Nadir Nadi’nin mesajı okundu. Sonra, bir grup arkadaş Nadir Nadi'yi görmeye evine gittik. Bir süre oturduk. «Geçmiş olsun» dedik. Ona, Ankara'dan getirdiğim selâmları söyledim...
Evlerinde kaldığım dostlarım Maltepe’de. Bahçeleri geniş evler arasında, evleri. Uzaktan deniz görünüyor. İnsanın tam kafasını dinleyeceği yerlerden. Komşunun eriğinin dalları, bizim bahçeye sarkmış. Çocukluğumu anımsadım. Kirazın her dalında bir çocuk! Kirazlar, bizim mi? Değil! Ama, dalındayız. Hiç unutmam, Sait Efendi Hoca’nın kirazıydı; güttüğüm koyunları, kuzuları bırakıp, tırmandım kiraza. Dallardan kirazları cebime doldururken, bir baktım Sait Efendi’nin eşi Hatice Hanım teyze geliyor karşıdan. Beli bükük, ağır ağır geliyor. Hemen kirazdan atladım, tepeye tırmanıp kuzuların arasına sindim, oturdum. Hatice Hanım teyze geldi, geldi:
- Mustafa, dedi, evladım! bizim kirazlara da bakarak ol, olur mu?
- Ben sizin kirazınızı yemedim ki!
- Sana, yedin demiyorum evladım, hem ye, neden yemeyeceksin? Başka çocukların çıkmasına engel ol, onu istiyorum. Bakarak ol, olmaz mı?
- Vallahi yemedim teyze.
Yalan söylüyordum; sanki, kirazın dalında görmüş de, alaylı konuşuyormuş gibi geliyordu, çocuk usuma...
- Yemedim diyorum teyze, iki gözüm önüme...
- Peki, peki dedi, bakma!
Şimdiki çocuklar kiraz mı yiyorlar sanki! Kirazlarım olsa, her dalında bir çocuk görmeyi isterdim! Kirazla çocuk, nasıl uyar birbirine?
Daha kirazlar dalları basmadı. Dalında kirazı en son, üç yıl önce Cenevre’de Kâmran İnan'ın bahçesinde yemiştim!
Pazar sabahı gazeteye erkenden yazıyı verdikten sonra, Asiye Uysal, Erdoğan Köseoğlu’yla birlikte Alanya Belediye Başkanı Sıtkı Ulu'nun basın toplantısına gittim. Basın toplantısı, Gazeteciler Cemiyeti’nde TGS kütüphanesindeydi. Pazar olduğundan mı ne, pek az gazeteci gelmişti basın toplantısına. Sıtkı Ulu, heyecanlıydı. İstanbul’da bir basın toplantısı düzenlerse, Alanya Turizm Şöleni’ni tüm dünyaya duyuracağını düşünmüştü. Başkanı dinleyip ayrıldık.
O gün Anneler Günü'ydü. Sultanahmet Cezaevine gidip, oradaki tutukluların anneleriyle, tutuklu annelerin çocuklarıyla kucaklaşmalarını izlemek istedik. Burada yüz - yüze görüş yoktu. Tutukevi'nin karşısındaki kahvenin kapısına, ziyaretçilere şu duyuru asılmıştı:
«8 Mayıs, Anneler Günü olması nedeniyle, Sıkıyönetim Komutanlığı’nın ilgili emriyle, tutukluların sadece eş ve çocukları ziyaret edeceklerdir. Ziyaretler yine uygulanan usulde olup, kesinlikle açık görüşme yaptırılmayacaktır. Aynca hiçbir suretle içeriye, yiyecek ve giyecek maddeleri alınmayacaktır.»
Tutukevi’nin karşısındaki kahve, ana - baba günüydü. Çoluk - çocuk, bir arada. Analar tasalı tasalı bakıyorlardı. Çanakkale’den, İzmir'den, Doğu illerinden gelenler vardı. Tombalak, felçli bir ana, arabanın İçinde görüş sırasını bekliyordu. Ana yüreği işte! Kendi derdini unutmuş, çocuğunu görmeye gelmişti.
Analar, Anadolu kadını gün mü görmüştür? Anneler Günü de, bir çeşit göstermeliktir...
Antalya’da oturan kızkardeşim, evinin oturma salonunun girişine, İsmet Paşa’yla birlikte çekilmiş bir resmimizi camlatıp koymuş. Kardeşimin gününe gelenlerden bin sormuş:
- Nazmiyanım, bu İsmet Paşanın yatımdaki gazeteci kim?
- Mustafa Ağabeyim! Mustafa Ekmekçi...
- Ayyy, o sizin ağabeyiniz mİ? Kuzum, onun annesiyle ilgili yazdıkları doğru mu?
- Doğru!
Böylece yazdıklarım doğrulanmış da oluyor!
Yazarlar arasında, annesinden söz etmeyen yok gibidir. Aziz Nesin’in annesi, onaltı yaşında evlenmiş, yirmialtı yaşında veremden ölmüş. Aziz Nesin olayı bütün acılığı, gerçekliğiyle anlatır. Bir gün sordum:
- Aziz Bey, «hep anandan söz ediyorsun» diye eleştirenler var. Baktım, siz de annenizden söz ediyorsunuz!
- Evet, dedi, ben de anamdan söz ediyorum ama, sen sülâlenden söz ediyorsun. «Ankara Notları»ndan bütün sülâleni öğreniyoruz!