İsmail’in Öyküsü...

Isparta'da 28. Tümen Askeri Mahkemesi’nde, Aziz Nesin in oğlu Ali Nesin ile Ermeni asıllı Sevan Bedros Nişanyan'ın duruşmalarına gidiyordum. Pazartesiyi salıya bağlayan geceyarısı saat 24.00'te garajlardan "Gürman" otobüsüne bindim Ankara-lsparta arası altı, altı buçuk saatlik yol. Arkadaşlarım:
Gitme, diyorlardı, içeri almazlar! Askeri mahkemede duruşma bu..
Gitmeden önlemini aldım. Isparta 28. Tümen Komutanı Tümgeneral Yusuf Haznedaroğlu'nu arayarak, duruşmayı izleyip izleyemeyeceğimi sordum..
İzlersiniz, diye yanıt verdi, ancak ben bir de mahkemeye sorayım…
Sordu, daha sonra aradı, izleyebilecekmişim. Kendisine teşekkür ettim.
Yolda askerlik anılarım geçti belleğimden. Askerliğimi, İzmir'in karşısındaki Uzunada'da yapmıştım. Levazım asteğmeniydim. Yıl 1951. Adada bir tek sivil, adanın fenercisi Mehmet'ti. Başka sivil yok. Herkes asker. Yedeksubay Okulu’nda da iyi arkadaşlıklar kurmuştuk. 35. dönem, bir çeşit ünlüler dönemiydi. Ecevit o zaman o denli ünlü değildi. Daha kimler, Turan Güneş, Turhan Feyzioğlu, Balarısı Ahmet, o dönemde bulunanlardan. Balarısı Ahmet'in girişimleriyle, geceler renkleniyor. Her akşam temsiller veriliyor. Piyadeler, levazımcılara takılıyorlar, marşımızı değiştirip söylüyorlar:
"Siz levazımız, biz levazımız / Börektir çörektir derdimiz, biz levazımız!"
Bizler de piyadeleri görünce, ensemizde bit varmış da, onu atıyormuşuz gibi yapıyoruz. Kızıyorlar. Onların adı: "Şanlı piyade". Tankçılara şöyle takılıyorlar:
"Ah berelim, vah berelim / İşlet tankı bir görelim!"
Birliklerimize giderken, deneyimli eskiler öğütler veriyorlar:
Siz altı ay askerlik yapacaksınız, sakın sorumluluklar yükleyici şeyler verirlerse almayın!
Uzunada'ya vardım, kiler beni bekliyor Türkiye’nin belki en büyük kileriymiş, iyi mi? Bilmem kaç bin ton şeker, un, tuz…
Sandıklarda şekerler, İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma, demirbaşa alınmış. Şekerin demirbaşa alınabileceğim orada öğrendim! Sandıklar ancak savaşta açılacak.
Ben teslim almam! Şurada altı ay kalacağım. Benden önceki asteğmen, bir assubaya devredip gitmiş. Her şey onun üzerinde. Adam:
Bu, benim işim değil sizin işiniz! Benim de çoluk çocuğum var diyor…
Ama tartmadan, saymadan teslim almam…
Tabii, tartın, buyurun. Zaten hepsi fazla…
Onlar iyi de, adadaki incirleri, zeytinleri ne yapacağım? Sayımı bitirinceye dek, altı ay dolar. Bir de, adanın dağlarında yabanlaşmış inekler, öküzler var. Sürü halinde dolaşıyorlar, ancak silahla vurularak öldürülüp etleri yenebiliyor. Onları nasıl sayacağım?
"Görev görevdir" deyip tümünü teslim aldım. Rahatladım! Birliğimiz bağımsız çakılı topçu taburu. Yılların topları, Ege'ye çevrilmiş.
Ada da öylesine güzel ki. Birbaşıma denize giriyorum. Okuyorum. Haftada bir İzmir'e iniyoruz istersek, akşama dönüyoruz...
Urla'da Necati Cumalı'nın avukat yazıhanesi önünde tur atıyorum, kendisini şöyle uzaktan görebilir miyim, diye.
Asıl anlatacağım, İsmail. İsmail, askerliği yakıla yakıla, beş altı yıldır askerlik yapan bir er. Öylesine yetenekli ki, anlatamam. Her onarım elinden gelir, dağdaki sığırları silahıyla o vurur. Keskin nişancı! İsmail hiçbir yaban sığırı yaralamadı, alnından vurdu. Benimle bir çavuş, atlarımızın üzerinde kovboylar gibi, sığır sürülerinin önünü çeviriyoruz. İsmail, atış menziline gelince tetiğe basıyor. O akşam, taburda şölen var demektir. İsmail, Manisa'nın bir köyünden, ikide bir adadan kaçıp köyüne gidiyormuş. Her seferinde de askerliği yakılıyormuş. Niye kaçtığını sordum:
Asteğmenim, karım kaçıyor. Onu öğrenince dayanamıyorum. Onu bulmaya gidiyorum.
Peki, neden izin almıyorsun İsmail?
Vermiyorlar efendim…
Tabur komutanı, denetimlerde filan İsmail'i ortaya çıkarmıyor, bir İsmail, bir de kamacı üsteğmeni Halil Bey, onun da sürekli üstü başı yağ pas içinde olduğu için komutan, “Paşa gelecek, sen de ortalıkta görünme!" diyor. İsmail’le, kamacı üsteğmen, adanın bir yerlerinde paşa gidinceye dek saklanıyorlar. Paşa gidince ortaya çıkıyorlar. Böyle bir denetim günü, o zaman İzmir'de bulunan yurt içi bölge komutanı Muzaffer Alankuş Paşa denetime gelecek. İsmail'le, kamacı Halil Bey ortalıkta yoklar, hemen toz olmuşlar. Ben, karargâhta, paşanın gelmesini bekliyorum. İsterse kileri göstereceğim. Arada bir dışarı çıkıp, "paşa geliyor mu?" diye bakıyorum. Bir ses:
Asteğmenim, sen tasa etme, ben geleceği zaman haber veririm. Ses İsmail'in, ama nereden geliyor göremiyorum! Yukarıya baktım. İsmail ağacın tepesine çıkmış, bana oradan sesleniyor.
Sen ne arıyorsun orada İsmail?
Saklanıyorum asteğmenim. Saklanacak yer bulamadım ağaca çıktım!
İçeri girdim, bir daha da çıkıp, bakmadım artık.
Kamacı üsteğmeni Halil Bey de, her zaman saklandığı mağara gibi bir yerde saklanmış "Beni dünyada kimse bulamaz!" diyor o.
Alankuş Paşa geldi, kileri görmek istedi. Kantara çıktı:
Asteğmen tart bakalım, kilo almış mıyım? Dedi. Tarttım Dönüşte benim için övücü şeyler yazmış, Alankuş Paşa…
İsmail, adada incirlerden rakı yapıp içiyor. Bunu herkes de biliyor. Acıyorlar, ama yine de askerliğini yakıyorlar. İsmail bu, boş da durmuyor. Bir gün, silahını kapıp adanın kıyısına oturmuş, geçen gemileri, havaya ateş ederek durdurmuş. Haydiii, diplomatik sorunlar çıkıyor mu ortaya? İsmail içerde!
Nasıl da insan bir çocuktu İsmail, şimdi yaşıyorsa kulakları çınlasın…
* * *
Isparta'ya vardığımda, Isparta uykudaydı. Evren Caddesi'yle, "Demirel Bulvarı" kesişiyorlar mıydı? Bana mı öyle geldi? "King Otel”e gideceğim ya, gözüme çarpan "Saray Hamamı”na daldım. Kurna başında bir güzel yıkandım. Otele vardığımda, Aziz Nesin, savunman Veli Devecioğlu daha kalkmamışlardı. Kuşadası’ndan duruşmaya gelen savunman Emin Değer salonda oturuyordu. Çaylarımızı içtik. İzmit’ten gelen Oralp Basım'ın kardeşi Güralp, Basım da oradaydı. Ali Nesin ile Sevan Bedros Nişanyan'ın duruşmaları saat 9.00'daydı. Onların da arkadaşları terhis olup gitmişlerdi. Ancak ikisi tutukluydular. Ali, Amerika'da üniversitede matematik hocasıydı. Bedros Nişanyan'ın babası Vagaş N,şanyan geldi otele tanıştık. O da oğlunun duruşmasına gelmişti. Ali ile Bedros, dört aylık kısa dönem askerliklerini yaparken, disiplinsizlik suçu işledikleri gerekçesiyle tutuklanmışlar askeri mahkemeye verilmişlerdi.
Askeri mahkemenin çalıştığı yapı, çok eskiydi, tarihsel önemi de vardı. 1930'larda Atatürk, bu yapının balkonundan Ispartalılara konuşma yapmıştı. Sonra tümen karargâhı olmuş, daha sonra da askeri mahkemeye dönüşmüştü. Yargıç odaları düzenliydi. Savunmalar için bir oda yeni düzenlenmişti. Üst kattaki "tuvalet”in üstünde “bayan” yazısı vardı. Erkekler de giriyordu. Su akmıyordu.
Duruşmada Ali ile Bedros'u gördüm. Ali'yi daha önceden tanıyordum. Ali zayıflamış, ufalmış gibi geldi. Postalları kocamandı. Asker pantolonunun üstünde, kara tutuklu ceketi vardı. Gülümsüyordu. Babasını gördüğüne sevinmişti.
Savunmanlar, Veli Devecioğlu ile Emin Değer, yargıçları ret ettiler. Mahkeme kurulu, bir saatlik görüşmeden sonra kararını açıkladı. Ret istemini geri çeviriyor, ancak kendisi çekiliyordu. Vali Devecioğlu ile Emin Değer hakkında suç duyurusunda bulunuyor, duruşma içeriğinin de yayımlanmasını yasaklıyordu.
Yerel basından gazeteciler de duruşmayı izlediler. Hilmi Özdemir, Ali İhsan Çaltı, Hakan Yaman, Abdullah İnal, Cengiz Sakarya, Sedat İğci izleyen gazeteciler arasındaydılar.
Duruşmadan sonra, saat 14.00 otobüsüne yetiştim, Ankara'ya döndüm…