İşkenceyle Karışık Elmas Küpeler...

Son "Ankara Notları”nı, Dev-Yol davası sanıklarından Mehmet Ali Yılmaz'ın, mahkemedeki açıklamalarıyla bitirmiştim. Yılmaz’ın söyledikleri daha uzundu.
M. Ali Yılmaz, sözlerinin sonunda, “İnsanlığın yüzkarası olan işkence ifadelerine dayanılarak bir insan sekiz seneye yakın tutuklu bırakılmamalı. İşkence ifadelerinden başka tutuklu kalmamı gerektiren bir neden yoktur. Tahliyemi talep ediyorum. Saygılarımla" dedi, ancak duruşma yargıcı Tuncer Büyükkaymakçı, salıverilme isteklerinin reddedildiğini açıklayarak duruşmayı 23 mart çarşamba saat 09.30'a bıraktı. O gün savcı, esas hakkındaki görüşünü açıklamaya başlayacak. Görüşün açıklanmasının iki aya yakın süreceği sanılıyor. Sanıklardan Melih Pekdemir’in annesi İsmet Pekdemir önümüzdeki günlerde Hacettepe'de by-pass ameliyatı olacak...
Işık Yenersu’nun İngiliz oyun yazan Alan Aycbourn'un "Bir Keadın, Bir Düş, Bir Oyun" adlı yapıtındaki başarısı unutulmaz. Oyunu Türkçeye Filiz Ofluoğlu kazandırmış. Onu da kutlamak isterim. “Bir Kadın, Bir Düş, Bir Oyun" Ankara'da Yeni Sahne'de kapalı gişe oynuyordu. Genel müdürün torpiliyle bilet bulup izleyebildik. Işık, Antalya turnesinden döndü, yakında Çorum'a gidecek. Çorumlular yaşadı! Oyun, nisanda büyük olasılıkla yine Ankara'da oynanacakmış...
"Dostlar Tiyatrosu" oyuncuları Ankara'da; Bertolt Brecht’in “Bay Puntila ile Uşağı Matti”yi oynuyorlar Batı Sineması'nda. Oyunu Adalet Cimcoz çevirmiş Türkçeye. Ankaralılar Genco Erkal’ı ve Bertolt Brecht'in bu oyununu kaçırmasınlar! Genco Erkal, 20 marta dek Ankara'da olacak...
Rahmi Saltuk’un Ankara'daki dinletisine izin verilmedi. Cuma günü başlayıp üç gün sürecek dinleti gerçekleşemedi. Rahmi Saltuk, yönetimin "Sakıncalı" kararının iptali için Ankara'da İdare Mahkemesi’ne başvurdu. Hani, demokrasi filan vardı? Bir halk sanatçısı, haydi TV'ye çıkarmıyorsunuz, sahneye çıkmasını niye engelliyorsunuz? Sahneye çıkabilmesi için "papatya" mı olması gerekiyor? Bu işkence değil de ne?
13 Aralık 1987 günlü Cumhuriyet’te, "Sorguda...” başlıklı yazının girişinde, İzmir'in “B” cezaevinde “kadınlar koğuşu”nda gecen bazı baskılardan, olaylardan söz etmiştim. Yazı ile ilgili olarak, İzmir Savcılığı'nın istemi üzerine Ankara Savcılığı'nda ifade verdim. Bana mektup yazan okurun adını açıklayamayacağımı söyledim. İzmir Savcılığı, “B" bölge cezaevinden "Buca" Cezaevi’ni anlatmak istediğimi çıkarmıştı. “Doğru" dedim. Kanımca, olayı ortaya çıkarmanın yolu, benim ifademe başvurarak mektubu kimin yazdığını öğrenmek değildi. Savcılık, arada bir cezaeviyle ilgilenerek olayların içyüzünü, doğrusunu öğrenebilirdi. Yazının, ardından ifade verişimin üzerinden birbuçuk ay gibi bir süre geçti geçmedi. Buca Cezaevi’nde olaylar patlak verdi. Yetkililer, biraz da basına, yazdıklarımıza eğilseler, kulak verselerdi, olaylar böylesine gelişmezdi diye düşünüyorum. Sağmalcılar, Eskişehir, Buca olaylarında yöneticilerin sorumluluğu olduğu gün gibi açık. “Tek tip giysi"' kalkalı ne oldu, Buca'da onu zamanında kaldırma becerisini bile gösterememişler!
4 mart cuma akşamı Büyük Ankara Oteli salonlarında "Vakko”nun “Güldür önemli olan" adıyla yaz defilesi vardı. Kokteyline yetişemedik. Saat 20.00'deki defileye yetişebildik. 23.00'de de yemek vardı . “Semra Özal gelecek!” deniyordu. Semra Hanım, son dakikada gelemeyeceğini bildirmişti. Papatyalar, ortalıkta fır dönüyorlardı. 50 bin liradan 400 davetiye, “Türk Kadın Güçlendirme Vakfı" adına satılmıştı. Gazetecileri Vakko çağırmıştı. Biz, para ödemedik. Konsey üyelerinden, Nurettin, Tahsin, Nejat, Sedat Beyler, bakanlardan Yazar, Tenekeci ve daha birkaçı oradaydılar. Yemekte, masadaki bayanların elmasları gözlerimi kamaştırıyordu. Tabaktaki, tüle sarılmış bir şeyi, karşımdaki elmaslı bayan, kurdelesini çözerek açmaya çalışıyordu. Ondan önce açmaya çalışırken, garson, elmas küpeli bayanın kulağına eğildi:
Açmayın efendim, dedi. Onun içindeki limondur!
Limonun çekirdekleri dökülmesin diye, böyle allanıp pullanmış, sarılıp sarmalanmıştı. Sessizce, çözme uğraşına ben de son verdim!
Masamızda bir işadamı, Barselona'daki tanıdıklarını anlatıyordu. Barselona'da, otele ne zaman gitse, otelin yetkilileri "Nerede kaldınız?” diye soruyorlarmış...
Yemekte, şunlar vardı: "Somon füme”, “Filetmignon”, "Mantar sos- ıspanak sote" “Çilav bademli”, “Mevsim salatası-Rokfor sos", “Ananaslı Krep" "Konyaklı tutti frutti", "Melba sos” “Kahve ve likör".
"Protokol”da olmayanlara kahve yanında likör verilmedi, iki şişe likör vardı, o da onlara yetti! Büyük Ankara Oteli de, eski havasında değil miydi?