İşkenceyi Usla Yenmek...

İlhan Selçuk'un 12 Martta Ziverbey Köşkü’nde gördüğü işkenceleri anlatan dizisi, ilgiyle okundu. Baskı altında yapılan sorgulamada el yazılı ifadesinde, '”akrostiş”ten yararlanarak, bu baskıları sergilemesi, insanın en güç koşullarda bile usunu, zekâsını kullanabileceğini gösterir. Yalçın Küçük, 1 mayıs günü İlhan Selçuk için,
İşkenceyi usuyla yenen adam! dedi.
Ayaklar zincirli, kımıldamadan yatan, yatağına kurt köpeği salınan adamın o anda neler düşündüğünü, işkenceyi nasıl yenmeyi tasarladığını, tüyleriniz ürpererek okuyorsunuz.
İlhan Selçuk, bu konuya yıllar sonra ilk kez giriyor. Bu da Tercüman yazarı Nazlı llıcak’ın, Faik Türün’den aldığını sandığım el yazısı ifadeleri Tercümanda yayımlamasından sonra oldu, iyi oldu. Nazlı llıcak’ın da, o belgeleri yayımlayarak bir şey yapmayı uman Tercüman’ın da, o dönemin sorumlularından Faik Türün’ün de çanına ot tıkandı…
Doğan Avcıoğlu, İlhami Soysal, İlhan Selçuk, daha birçokları o dönemde gözaltına alınıp işkencelere tutulduklarında, biz dışardakiler, onlardan bir haber alabilmek için kıvranıyorduk. Haber gelmiyordu. Duyuyorduk işkencedeydiler. İlhan Selçuk'un dizisinde gördüm, o sıra Handan Selçuk, yazıyla başvurur, eşinin nerede, ne durumda olduğunu öğrenmek ister. Sıkıyönetim Adli Müşaviri Yargıç Albay Fahrettin Kibritçioğlu imzasıyla gelen yanıtta şöyle denmektedir: "... Tahkikatın seyri icabı şimdilik bulunduğu yerin açıklanması sakıncalı görülmektedir''. İlhan Selçuk'un bulunduğu yerin eşine bildirilmesinde, soruşturmanın gelişmesi açısından, ne sakınca olabilir? Handan Hanım, Ziverbey Köşkü'nü basarak İlhan Selçuk'u kaçıracak mıydı? Bu, işte Faik Türün anlayışıdır...
Bir yerde çıktı mı bilmiyorum. Doğan Avcıoğlu'ndan ölümünden önce sorup araştırmıştım, Doğan'ın cebinde işkenceciler, kalp ilaçlarını bulurlar; bu yüzden aşırı işkence yapmaktan korkarlar. Ya ellerinde ölüverirse diye olacak. Doğan Avcıoğlu, en çok işkenceyi İlhan Selçuk'un gördüğünü de söylemişti. Bunu yazdım, İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu’na:
Ekmekçi’ye çok şey anlatmışsın! demiş. Doğan gülerek, “İlhan bana kızdı, sana anlattım diye." demişti.
Doğan'ın erken ölümünde, 12 Mart işkencesinin payı yok mu sanırsınız? Orhan Apaydın, Ruhi Su eziyet görmeseler, böyle çabuk dünyadan giderler miydi? Niceleri...
İlhami Soysal; işkencelerden, tutukevlerinden çıktıktan sonra, uzun süre ona yazı yazdıramadık. Yalvar yakar olmuştum Yeni Ortam'a yazması için, İlhami onca işkence, baskıdan sonra eline kalem almak istemiyordu.
Sen ne diyorsun Ekmekçi, ben insanlığımdan utanıyorum! demişti.
Utanacak birileri varsa, onun değil ona işkence yapanlar olduğunu söyledim. Gönlünü ettim, yazılar yazmaya başladı, insan onuru ile oynayanlar, onura saygı göstermeyenler, kendi onurlarını yitirirler.
12 Mart döneminde, herkes içerde; dışarda yazar yok. Nazlı Ilıcak da, daha o yıllar piyasada yok! Tüm yazarların görevini üstlenmek bana mı düşmüştü ne? "Ankara Notları" o zaman ortaya çıktı. Tutundu, okundu da!
Anımsadıkça kendi kendime güldüğüm olaylar da olurdu. Çetin Altan içerde. Bir gün, ona bir "geçmiş olsun" telgrafı çektim. Gardiyan okurummuş. Çetin Altan'a telgrafı verirken sormuş:
Sen Mustafa Ekmekçi’yi nereden tanıyorsun?
Arkadaşım, demiş, Çetin Altan...
Haydi be demiş gardiyan, Mustafa Ekmekçi senin nerden arkadaşın olur?
Gardiyanın gözünde büyükmüşüm demek! Çetin Altan şöyle demişti:
Ondan sonra, gardiyan bana bir saygılı oldu, sorma!
Yalnız içerdekiler işkence görmezler; onlarla birlikte toplum da işkence altındadır.
Çok kişi merak ederdi, ben niye içeri girmiyorum diye. O yıllar Mamak'ta tutuktular, yerimi bile hazırlarlarmış. Aralarında tartışma çıkarmış:
Bu yazısından sonra Ekmekçi kesinlikle gelir. Beni de sever, burada benim yanımda yatacak!
Beklerlermiş, bir hafta, gitmezmişim. Ondan sonra umutları kırılırmış...
12 Eylül, bir başka dönem, kendi kendime “Herkes dışarda, yazarların tümü, yazanlar yazabiliyorlar işte" diyorum.
12 Eylül döneminde de Cumhuriyet, birkaç kez kapatıldı. Hasan Cemal'in ilgiyle okunan "12 Eylül Günlüğü" bu ayrıntılarını bir ölçüde veriyor. 2 Nisan 1981 Perşembe günlüğünde şunlar var:
"Kapatılma nedeni, Ekmekçi’nin işkencelerle ilgili bir yazısı. Sevgin Ekmekçi, 23 Mart tarihli Ankara Notları'nda şunları yazmış:
‘Büroda bir genç bayan öğretmen, kendisine nasıl eziyet edildiğini anlatıyor. Keçiören'de bir ortaokul müdür yardımcısı bayan...
Gözaltına alınan öğrencilerden Tamer, öğretmeninin adını vermiş.
Bayan öğretmen, bir koltukta oturuyor. Koltuğun solu meşinden de, sağ kolun geleceği yer, yolunmuş. Demiri kalmış. Gözleri bağlı ifade veriyor...
Söyleyin Hocanım, öğrenciniz her şeyi anlattı!
Hayır, ben öyle bir şey yapmadım!
Az sonra öğrenci getirilir öğretmenin karşısına. Öğretmenin gözleri açılır, öğrenciye sorulur:
Hocanım mı eğitti sizi? Size seminer verdi!
Tamer, ben size seminer verdim mi?
Evet efendim!
Öğrenci çıkarılır dışarıya. Bayan öğretmenin gözleri bağlanır yeniden...
Bakın Hocanım öğrenciniz söylüyor!
Doğru söylemiyor!
Çizmeni çıkar...
Çizme çıkar...
Çorabını da çıkar...
Çorabını da çıkarır bayan öğretmen. Ayaklarına bakmaya korkuyorum. Yine de gözüm kayıyor, ayakkabıları var ayağında... Yeşil gözleri yaşlarla doldu dolacak. Onurundan ağlayamıyor...
Cereyan verildi diyor sağ ayağımın serçe parmağıyla, sağ elimin serçe parmağından, önce bağırmadım. Ama yukarıda arkadaşlar dakika tutmuşlar, on beş dakika bağırmışım!
Bahar insana gençliği anımsatır.
Baharı karşılarken, görevlerimizi -uygarca- yapabilir, toplumdaki bozukluklara, yüreklice eğilebiliriz gibime geliyor..’”.
Yazı bu. Yazı çıkar çıkmaz, Ankara Emniyet Müdürü Nazmi İyibil aradı:
Mustafa Bey, işkence gördüğünü yazdığınız bayan öğretmenin adını, adresini istiyoruz! dedi..
Veremem! yanıtını verdim.
O zaman, dedi Nazmi Bey, sizi buraya almak durumundayız!
Gelmem! demişim. Nasıl dedim, ben de hâlâ bilmiyorum!
Öyküsü çok uzun, uzatmak istemiyorum. Gazete kapatıldı, bir ay süreyle Ankara, Kastamonu, Çorum illerine sokulmadı. Sıkıyönetim Komutanı Recep Paşa anlayış gösterdi, İstanbul'dan gelen gazete kalıbını Ankara'da basarak doğudaki yirmiye yakın ile gönderebildik. Bir gün Recep Paşa-Ergun- telefonda:
Sen çok akıllısın! dedi. Vallahi çok akıllısın!
İltifat ediyorsunuz, dedim, bu yumuşak biçemden yararlanıp...
Biz dedi, işkence gördüğünü yazdığın o Hocanımı bulup ifadesini aldık. O sana ‘okulun müdüründen yakınmış' işkenceyi öncelikle yaz', dememiş! Sen işkenceyi yazmış, okul müdüründen hiç söz etmemişsin...
Yakın davranışından yüreklenmiş olmalıyım ki sordum:
Siz ne iş yapıyorsunuz?
Sıkıyönetim Komutanıyım!
Ben ne iş yapıyorum?
Yazarsın!
Paşam, ben sizin işinize karışıyor muyum? Yazarlık da benim işim. Okul müdürünün durumu mu, işkence mi önemli, ona ben karar verir, yazarım!
Recep Paşa sesini çıkarmadı. İki ayrı olayda, telefonum üzerine işkenceyi önledi. Ankara'dan ayrılırken de, mektup yazarak, Allahaısmarladık dedi.
Bir gün bir mektup geldi, bu, yazıda adı geçen öğrenci Tamer’dendi Cezaevindeydi, -belki şimdi çıkmıştır- Emniyet'te öyle ifade vermek zorunda kaldığı için öğretmeninden özür diliyordu!