Ankara emniyetinde, eski ‘'DAL'' bölümünde çeşitli işkencelerden, sorgulardan geçtikten sonra hafta başında pazartesi günü DGM Savcılığı’ndan salıverilmişti. İlk konuştuğumuzda pazartesi gecesiydi. Saat 24.00'ü buldu. O saate dek, biraz uyuyup uyanmıştım.
-Bu saatte, bir işkence de ben yapmayayım dedim. Nasıl, rahat uyuyabildiniz mi oralarda?
-Nerde?
-Gözaltında!
-Ben, son üç gün hiç uyumadım!
-Neden?
-Eksi on derece soğuk; sabaha kadar başka insanlara yapılan işkence sesleri; insanı uyutmuyor tabii.
-Size işkence yapıldı mı?
-Tabii!
-Ne yapıldı?
-Askı...
-Filistin askısı?
-Normal (düzel)! Tabii, “Filistin askısı” da var; soğuk su, duş ve onun dışında üç gün sürekli aç bırakılma, spor yaptırılması (!), eksi 10 derecede, beton hücrede tutulma...
-Neden bunu yaptılar?
-Örgüt arıyorlar herhalde; biz de “yanlış adrese geldiklerini'' söyledik kendilerine. Bizim bu eza cefaya layık olmadığımızı uygun bir dille anlatmaya çalıştık, ama anlatamadık. Biraz hırpalandık tabii!
-Kaç gün sürdü? Kaçında alındınız siz?
-26 aralık, saat 04.00'te.
-Nasıl gelip aldılar, anlatır mısınız?
-Gece sabaha karşı kapı yumruklandı, çalındı. Kalkıp açtık. “Evinizde arama yapacağız” dediler.
-Kaç kişiydiler?
-On kişi kadar vardı!
--Hepsi sivil miydi, resmi de var mı?
-Hepsi sivil! Bir tane komiser vardı, üzerinde resmi parka vardı, şapkasız. Diğerleri tamamen sivildi. Geldiler, aradılar; bizden "yasak yayın" istediler; “yok” dedik, “vardır!” dediler. “Bunu bulacaksınız mutlaka, evinizde..."; “Bizi zorlamayın, yok. Evimizi her yeri arayın, yok... “Aradılar; yasal kitap, dergi, gazete, broşür, onların bir kısmını aldılar, yasak olabileceğini kestirip. Cumhuriyet gazeteleri vardı...
-Cumhuriyet Gazetesi mi?
-Bende Cumhuriyet Gazetesi'nin koleksiyonu var.
-Evet...
-Onları fazla karıştırmadılar, öbür haftalık, aylık dergiler verdi; Nokta, Panorama, Tempo, 2000'e Doğru... Mesleki kitaplar vardı. Tümüyle 40 kadarını almışlar kitapların. Dergilerin sayısı 250 tane sanıyorum. 98 tane 2000'e Doğru Dergisi var geri verilen. Ama kaç tane alındığını bilemiyorum ki. Alırlarken saydırma olanağımız olmadı! Çıkarken, 'Tümünü iade ediyoruz, toplatma kararı olanları savcılığa vereceğiz!” dediler. Savcılıktan da bilgi vermediler..
-Siz evlisiniz?
-Evet.
-Çocuğunuz?
-Bir çocuğumuz var, beş yaşında, ellerinizden öper!
-Adı?
-Ekrem Erdal. Bir de yeğenimiz vardı bizim...
-Onun adı?
-Ulaş Yiğit.
-Evet, arama iki buçuk saat sürdü, eşinize veda ettiniz...
-Hayır, birlikte gittik!
-Doğru, siz birlikte gittiniz!
-Çocuklarımızı baldızıma bıraktık, hanımın ablasına. Birlikte gittik!
-Eşiniz yakınınızda mıydı hücrede? Sesini duyuyor muydunuz?
-Fazla konuşma imkânımız olmadı. Sabah yakın hücrelere koydular, sonra uzaklaştırdılar.
-Gözler bağlı?
-Hücredeyken gözlerimiz bağlı değil. Çıkarken, sorguya götürülürken bağlanıyor, başka zamanlar bağlı değil.
-Eller bağlı mı?
-Hayır, tuvalete giderken bağlı değil. Bazı görevliler gözümüzü bağlayarak, bazıları gözümüzü bağlamaya gerek görmeden götürüp getiriyorlar tuvalete. Hücreyle tuvalet karşı karşıya.
-Ne kadar?
-Şimdi efendim, 19 tane hücre yan yana. En yakın hücreler arasında 15 metre koridor var. Koridorun karşısında hücreler, koridorun yan tarafında da tuvalet var!
-Gittiniz, sonra ne oldu?
-Akşama kadar bekledik hücrelerde; akşam... Saatini hatırlayamıyorum ama.
-Yemek filan bir şey verdiler mi?
-Zeytin, ekmek verdiler! Ondan sonra... Biz, ezan seslerinden saati tahmin etmeye çalışıyorduk!
-Ezan sesi duyuluyor mu?
-Duyuluyor. Hemen yanı başımızda Fatih Camisi var, ondan gelen ses de başka camilerden gelen sesler de duyuluyor.
-Evet...
-Bazı görevliler, saati sorduğumuzda doğru cevap veriyorlar. Ama genellikle ters cevap alıyoruz ya da söylemiyor saati. Akşam saatleriydi sanıyorum, bizi çıkardılar, gözlerimiz bağlı; burada garaj olduğunu daha sonra da gördük, araçlar filan da vardı. Oraya çıkardılar. Orada gece boyunca sürekli, aralıksız spor (!) yaptırdılar...
11 Ocak 1990, Cumhuriyet