Yenimahalle Savcısı Mehmet Kancoğlu, Siyasi Şube Müdürü Dr. Hasan Eryılmaz'ın ifadesini aldı. Eryılmaz:
İşkence yapılmadı, dedi. Ama onlar 'işkence yapıldı' diyeceklerdir!
Hasan Eryılmaz, Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı Nusret Demiral’a da aynı yanıtı vermişti:
İşkence yapılmadı, ama onlar 'İşkence yapıldı’ diyeceklerdir..
Bunun üzerine, DGM Savcısı Nusret Demiral, gazetecilere sürekli olarak, "İşkence yapılmadı; bu örgüt işidir, onun için öyle söylüyorlar" diyecekti. Günlerdir basında "işkence" üzerine yazılar yazılmasına karşın, DGM Savcısı Nusret Demiral, susmakta, konuşmamaktadır...
Yenimahalle Savcılığı, işkence savları üzerine soruşturma açmış, ifadeler almaya başlamıştır. Önce Ankara Merkez Cezaevi'nde yatan Haydar Kutlu ile Nihat Sargın'ın ifadeleri alınmış, ikisi de işkence gördüklerini yinelemişlerdir. Çorap söküğü nasıl ortaya çıkanlacaktır? İlhan Selçuk, önceki gün çıkan yazısında, "... Ciddi ve derinlemesine bir kovuşturma her şeyi ortaya çıkarabilir" diyordu. İlhan Selçuk'un ilginç yazısı şöyle bitiyordu:
“Siyasal iktidar gerçekten istiyorsa, Türkiye’de işkenceyi durdurabilir. Devletin içinde sorumluluk almış çoğu kişi, işkencenin nerelerde, nasıl, kimlerce yapıldığını bilmektedir.
Ama sırasında bir adalet adamı da çok şey başarabilir, şimdi dosya Yenimahalle Savcısındadır"
Haydar Kutlu (Nabi Yağcı) ile Nihat Sargın’ın savunmanlarından Nezahat Gündoğmuş, Erşen Şansal, Hasan Ürel, Uğur Söylemezoğlu ile Veli Devecioğlu, Yenimahalle Savcılığı'na bir dilekçe vererek, “soruşturmanın genişletilmesini' istediler. Savunmanlar, savcılık soruşturmayı genişletirse, kendilerinin de hazır bulunmayı diledikleri böyle bir incelemede, Nihat Sargın ile Haydar Kutlu'ya askı işkencelerinde kullanılan iplerle, tavandaki makaraları, elektrik işkencesindeki manyetoları, basınçlı soğuk su hortumlarını, işkence sırasında giydirilen özel giysilerle göz bağlarını, hatta bilinci bulandırıp vücudu uyuşturan ilaçlarla şırıngaları bulmanın olanak dışı olmadığını bildirdiler. Savunmanlar, dilekçelerinde, daha sonra özetle şöyle dediler:
“Bu aletler elde edilse bile, yine de onların müvekkillere (Haydar Kutlu ile Nihat Sargın'a) karşı kullanıldığının bilinemeyeceği ileri sürülürse, buna karşı da şu dilekte bulunuyoruz: İşkencenin gerek fizik ve gerekse psişik etkilerini tedavi yöntemleri, tıbbın yeni gelişen bir dalıdır. İşkenceden sonra, aradan zaman geçse bile izlerinin uzun sûre kaldığı, bunun da yeni tetkiklerle saptanarak rehabilite edildiği bilinmektedir.
Durumun Adli Tıp’tan ve Türk Tabipler Birliği'nden sorularak bu alanda yetişmiş uzman hekim bulunup bulunmadığının tespitini, eğer varsa bu kurumlardan, yoksa, uluslararası işkence rehabilitasyon kuruluşlarından yardım istenerek böyle bir uzmanın getirtilip müvekkillerin muayeneleriyle gerçeğin meydana çıkarılmasını talep ediyoruz.
Sonuç ve istem: Tutuklu müvekkillerin emniyette bulundukları sırada, ağır işkence gördükleri her türlü tartışmanın dışındadır. Bu sözlerimiz, başka hiçbir kanıt olmasa bile, Türk ve dünya aydın kamuoyunun yakından bildiği saygın kişiliklerinin ve onurlarının güvencesi altındadır.
Kaldı ki yukarda açıkladığımız gerekçeler de bunu doğrulamaktadır, işkence, en büyük insanlık suçudur. Yasalarımıza göre de ağır cezalık bir suçtur.
Eğer, ceza yargılamasında ‘vicdani delil’ ilkesi geçerli ise -ki elbette öyledir- bu olayda işkence yapılmadığını söyleyebilecek bir tek 'vicdan' düşünemiyoruz. En azından, şu aşamada bile, dava açmayı zorunlu kılacak ‘yeterli delil' fazlasıyla bulunmaktadır. Gereğini saygılarımızla arz ederiz."
Savunmanlar, dilekçelerinde. Haydar Kutlu ile Nihat Sargın'ın “tam 19 gün" Emniyet nezaretinde tutulduklarına değinerek, özetle şöyle dediler:
"Bu süre içinde bir hafta on gün geceli gündüzlü hiç uyutmadan sandalye üzerinde ve gözleri bağlı olarak aralıksız sorgulanmışlar, istenilen yanıtları vermeyi reddedince de hakaret, tekme, yumruk, çırılçıplak soyulup, basınçlı soğuk su, haya sıkma ve pencereden atma tehditleri ve nihayet elleri arkadan bağlanıp askıya alma, elektrik verme... gibi bilinen işkence yöntemleri uygulanmıştır.
Müvekkillerin vücutlarında gözle görünür bir iz bırakılmamışsa da, işkence olgusu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kesindir.
Müvekkillerimiz yurda neden döndüklerini, amaçlarının ne olduğunu, Türkiye'de neyi gerçekleştirmek istediklerini daha yurtdışında iken açık toplantılarla, demeçlerle, röportajlarla bütün, dünyaya ilan etmişlerdir. Düşüncelerinde ve hareketlerinde en küçük bir gizlilik söz konusu değildir. Kurmak istedikleri ve uygar dünyada çok partili demokrasinin 'olmazsa olmaz' ölçütü sayılan partiye izin verilir ya da verilmez, mevcut yasalar karşısında bu hareket suç sayılır ya da sayılmaz: bu konuda son söz elbet bağımsız yargınındır.
Ama dava açılıp açılmaması yönünden haklarında yapılacak soruşturmanın ve iki kişiden ibaret sanık sorgusunun, en fazla birkaç saat içinde tamamlanması mümkün basit bir işlem iken, bunun haftalarca sürdürülmesi hangi anlama gelmektedir?"
İsmet Paşa, tek parti döneminde başbakanlığı sırasında yoğun yolsuzluk söylentileri karşısında dayanamayıp, “Hırsızlar teslim olun!" başlıklı bir yazı yayımlama zorunu duymuş. İçimden "İşkenceciler teslim olun!" demek geçiyor...
15 Aralık 1987, Cumhuriyet