On yıl Danimarka'da sürgün yaşamı yaşadıktan sonra yurda dönenlerden ressam Cevdet Kocaman’ın sekiz yaşındaki oğlu Doğuş, “Uyanın Heey" kitabını karıştırırken, “işkence” sözcüğünü görünce sordu:
İşkence nedir?
İşkence ne, bilmiyor musun Doğuş?
İşkembe mi?
Hayır, işkence!
Bilmiyorum.
Sorgulamada ifade alırken, insanları çarmıha geriyorlar İsa gibi. Copla dövüyorlar, hayalarını buruyorlar. Çırılçıplak soyup üstüne soğuk su sıkıyorlar...
Babası Cevdet Kocaman söze karıştı:
Doğuş üzülme! dedi. Danimarka'da işkence olmadığı için bilmiyorsun. Bir gün gelecek, bunlar Türkiye'de de kalkacak.
***
1958 nisanının sonlarında, bir gün İsmet Paşa, damadı Metin Toker'e şöyle der:
Her şey gösteriyor ki Seçim Kanunu ne olursa olsun, ilk seçimlerde memleket idaresini DP'den alacağız.
1957 seçimleri yapılmış, Demokrat Parti, bu seçimlerden yaralı çıkmıştır. Metin Toker’in son çıkan "Demokrasimizin İsmet Paşa'lı Yılları" kitabında anlattığına göre İsmet Paşa o konuşmasını şöyle sürdürür:
Ben seçimler sırasında söyledim. Eğer akılları ve talihleri varsa ben hayattayken, seçimle düşerler dedim. Haklarında hiçbir haksızlık yapılmamasını, galeyana gelecek hisler altında ezilmemelerini yalnız ben temin edebilirim ve bunu samimiyetle yapmaya hazırım. Zira bu memleketin, rejim olarak demokrasiyi, Batılı manasıyla demokrasiyi benimsemesinin lüzumuna, faydasına yürekten inanıyorum.
Ancak Bayar-Menderes yönetimi ülkeyi o duruma getirecekler ki o “Demokratlar"ı, İsmet Paşa da kurtaramayacaktır. İsmet Paşa, Demokrat Parti deneyiminin iflas ettiğini söyler, şöyle der:
Yazık ki bu tecrübede memleket çok yara aldı. Bu yaraları tamir etmek kolay olmayacaktır. Bozulan ne sadece iktisadi ne mali durumdur. Bu iktidar sosyal hayatı ve toplumun ahlak temellerini de zedelemiştir ve büyük kaybımız budur. İktidarı aldığımız zaman karşımıza çıkacak meseleler çetin olacaktır. Ama ziyanı yok. Üstesinden geleceğiz.
...Benim inancım, işin başında Adnan'ın kollarım hüsnüniyetle sıvadığıdır. Eminim, o günler her şeyi kolay ve rahat görüyordu. Devletin başına geçince öyledir. Bu ne kudrettir! Adamın aklı durur. Bütün çarkların düğmesi elinin altındadır. Bas, işlesinler... Adnan bu görüşün gerçeğe uymadığını fark ettiğinde, yakasını kaptırmıştı. Şimdi ben neden korkarım bilir misin? Kendilerini öyle suçlu bulurlar ki bir defa bu kudret mevkilerinden düştüler mi dünyada başlarına gelmeyecek olanın kalmayacağını düşünürler ve her şeyi göze alırlar. Halbuki kudretleri hiçbir şeye yeter ölçüde değil. Bunu bilmiyorlar. Akılları varsa benim zamanımda düşerler dediğimde aklımdaki budur...
Adnan Menderes, 1960 başlarında, yeni Seçim Yasası'nı hazırlatıyordu. 14 Mayıs 1960'ta, iktidarlarının onuncu yılını kutlayacaklar, ondan sonraki ilk pazar günü seçime gideceklerdi. Hesap buydu. Adnan Menderes, bunu, o zaman Balıkesir DP İl Başkanı olan Ahmet İhsan Kırımlı’ya söylemişti. Ama olmadı, gerçekleşemedi düşünceler. Yitirme korkusu korkunçtur demokrasiye inanmayan için. Hacı TÖ de kendini ANAP'ın lideri sanıyor. Tutanaklarda okudum; çarşamba günkü tartışmalarda, ANAP'lı milletvekilleri, Süleyman Bey konuşurken; doğrusu dalga geçiyorlar izlenimi veriyorlardı. Süleyman Bey şöyle diyordu:
Süleyman Demirel (devamla) — ... Eğer Çankaya’nın anayasayı ihlal ederek hem partiyi hem hükümeti yönetmeyi üstlenmesini kabul ediyorsanız siz ne yapacaksınız?.. Boş kararname verecek misiniz? Yine soruyoruz, diyoruz ki Sayın Başbakan, genel başkan seçildikten sonra verdiğiniz bir beyanatta "Sayın Özal, doğal ve daimi liderimiz” diyorsunuz.
M. Rauf Ertekin (Kütahya) — Öyle tabii.
Süleyman Demirel (devamla) — Öyle mi?.. Öyle mi?..
Kerem Güneş (Kare) — Öyle, öyle.
Süleyman Demirel (devamla) — Siz de anayasa ihlali içindesiniz. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Tarafsız cumhurbaşkanı anayasaya göre bir partinin doğal ve tabii lideri nasıl olur? (ANAP sıralarından "olur, olur” sesleri) Olur mu? Mübarek olsun size.
Kerem Güneş (Kars) — Olur, olur..."
Adnan Menderes’in oğlu. Aydın Menderes'le konuşuyorduk; ben 27 Mayıs'a gelişte, Adnan Beyin yanlışları olduğundan söz ediyordum. Aydın Menderes şöyle dedi;
Babam, o zamanki Demokratlar, tek parti döneminde yetişmişlerdi. Demokratik bir ortam içinde yetişmemişlerdi. Demokrasi örnekleri yoktu. Bu yüzden bu sonuç doğdu...
Oysa vardı; 1950’de demokratik bir seçim yapılmış, eski Milli Şef İsmet Paşa, oy sonunda, iktidarı bırakmıştı. On yılda, bu örnek unutuluvermişti. Bugünküler öyle mi? 27 Mayıs'tan sonra demokratik ortamın çeşitleri içinde yetiştiler. Geçmişten ders almaları gerekmez mi?
Eski tabii senatörlerden Kâmil Karavelioğlu, bir gün şöyle demişti:
Ben, 27 Mayıs devriminden sonra iktidarlar, yolsuzluklara göz yummaz, hükümetler, partizanlık yapmazlar! diye düşünüyordum. Yanılmışım...
Mesut Yılmaz, Erdal Bey’in yönelttiği soruların kimini duymazdan mı geldi ne? örneğin, "işkence" konusu. Erdal İnönü şöyle dedi:
...Burada Sayın Başbakan'a bir önerim var; son konuşmasını yaparken, buradan, bütün vatandaşlarımıza ve devlet görevlilerine, adalet düzenimiz içinde, hiçbir nedenle hiçbir kimsenin işkence yapmasını kabul etmediğini... (SHP sıralarından alkışlar) Herhangi bir suçlunun bulunması için -suç ne kadar ağır olursa olsun- işkenceyi bir araştırma yöntemi olarak düşünmediğini, düşünülmesini istemediğini, işkence yapanların muhakkak cezalandırılacaklarını buradan ilan etsin. (SHP sıralarından alkışlar) Böyle bir açıklamayı, ben geçmiş ANAP hükümetleri başkanlarına, geçmiş başbakanlara Meclis kürsüsünden yaptıramadım. Ama işkence olaylarından, iddialarından da bir türlü kurtulamadık. Şimdi Sayın Yılmaz'ın, yeni görevine başlarken bu konuda kesin tavır almasını İstiyoruz. (SHP sıralarından alkışlar)...
Eleştirileri yanıtlarken, geleceğin laf ebelerinden olacağı izlenimini veren Mesut Yılmaz, "işkence” konusundaki isteği duymazdan mı geldi, unuttu mu?
7 Temmuz 1991, Cumhuriyet