İşkence görenin, işkence edenlerle ilgili izlenimleri vardı; bir kez hiçbiri, yaşamından hoşnut olduğunu söylemedi.
—Biz devlet için bunu yapıyoruz, yapmak zorundayız, diyorlardı. İşkence görene soruyordum:
—İşkence sırasında da konuşuyorlar mı?
—İşkence sırasında tabii konuşuyorlar, ama sohbet şeklinde değil. Yani sordukları sorunun yanıtını almak için ısrarla soruyorlar: "Haydi kabul et! Sen şusun, sen şunu yaptın, silahı getir!” diye. Neyi öğrenmek istiyorlarsa onun üstüne yoğunlaştırıyorlar sorularını. Konuşmalar, başka zamanlarda sürüyor. Bu insanların hiçbiri yaşamından gerçekten hoşnut değil. Örneğin biri çocuğuna bir tokat vurduğu zaman, büyük üzüntü duyduğunu söyledi. İlginçtir, aynı insan, günlerce, aylarca başka insanlara bu muameleyi yapabiliyor...
“Tercüman" Gazetesi, İstanbul’da polis görevlileri arasında "intiharların arttığını" yazdı. İşkence gören:
—İntiharların da bu nedenle olması kaçınılmazdır! diyordu.
Yılbaşı öncesinden başlayarak, yeni yılın ilk haftasına dek, emniyette eski “Derin Araştırma Laboratuvarı“nda, yani "DAL’da işkence görenlerle konuşuyorum. Şimdiye dek ikisiyle konuştum. Adlarını, ben saklı tutuyor, açıklamıyorum. Kendileri basın toplantısı yapıp açıklayıncaya dek açıklamayacağım.
İşkence görene, ne düşündüğünü soruyorum. Şöyle diyor:
—Sayın Ekmekçi, beni en çok rahatsız eden şuydu: Bugüne kadar yüzlerce insan işkence gördü. Bu insanlar, kanımca işkencecilerin, işkencenin üzerine gitmediler. Ben, kendi adıma söylüyorum, bunun üzerine gideceğim. Savunmanları ilgilenmeye çağıracağız. Hukuk adamlarının hukuka sahip çıkmaları gerekir, ama bu yakında görmedik. Genel olarak görmedik. Basın bu konuda sürekli, olayın üzerine gitmiyor, eleştireceğiz basını. Duyarsız davrandığı için eleştireceğiz. Demokrasinin bütün kurumları ile yerleştirilmeye çalışıldığı bir ülkede, işkencenin kalkması bu yolu açabilir. İşkencenin olduğu bir ülkede, demokrasinin “d"sinin yerleşmesi mümkün değil. Çünkü demokrasi, insan hakkı demektir; insan haklarının yerleşmesi demektir. İnsan haklarının yerleşmediği bir ülkede, işkencenin sistemli olarak devlet politikası olarak yürütüldüğü, devletin temel direğinde yürütüldüğü bir ülkede, demokrasinin kurulması mümkün değil. İşkenceye karşı çıkmayan bir insanın, aydın namusuna, aydın haysiyetine sahip olacağını kabul etmiyorum ben. Bu insanları, basını, yazarları ve bilim adamlarını bu işkence olayı üzerinde yoğunlaşmak üzere harekete geçmeye çağırıyorum ben. Ben bunu şimdi çağırmıyorum sadece; ben işkencenin konusu olduğum için daha canlı hissediyorum bunu. Ama Türkiye'de işkence bitmeyecektir bu durumda. Şu anda yine var, işkence sürüyor. Çıktığımız günün sabahına kadar işkence sesi dinledik. Tuvalete kapatıyorlar insanları, üzerlerine basınçlı su sıkıyorlar. Evet, evet tuvalette! Bizim hücremizin karşısındaki tuvalete kapatıyorlar insanları, basınçlı su sıkıyorlar, sopayla dövüyorlar. Ben son üç gece uyku uyumadım hiç. Hem soğuktan hem stresten tepindim. Çünkü karşımda insanlar bağırıyorlardı:
—Abi, ayaklarının altını öpiym yapma! gibi. Kaçakçılıktan gelenler galiba, siyasi değil bunlar. Siyasi olmayan insanlara da işkence yaptılar. Silah isteniyordu, işte.. "Sahtekârlığı kim yaptı?'', "Paraları kim topladı?" gibi... Böyle sorular duyuyorduk biz orada. (Anlatırken bir soluk aldı, heyecanlıydı.)
Şimdi bunlar beni tedirgin ediyor; ben bu ülkenin insanıyım ve bunları yaşamak istemiyorum; başka insanların yaşamasını istemiyorum, sıkıntım bu!
Bir insan, bir gizli örgütün üyesi de olabilir, o beni ilgilendirmiyor. O, onun özel sorunu. Ama ben ona da işkence yapılmasını istemiyorum. Bu bir faşist örgütün, bir dinci, bir komünist örgütün üyesi olabilir. Bu onun özel sorunu. Benim ülkemdeki demokrasinin genel bir sorunu. Ama bu insanlara "DAL" grubunda olsun, başka yerde olsun, işkence yapılmasını tasvip etmiyorum. Bunu nefretle kınıyorum! Sorgum sırasında, DGM savcısına söyledim, şöyle dedim:
-Sizin sayın savcı, bana bu uygulamaları reva gördüğünüzü de biliyorum. Ve sizin uygulamanızı, sizin işkencenizi, işkence yapanlarınızı nefretle kınıyorum! Lütfen geçin ifademe...
-Geçti mi?
-Sanıyorum geçti! Ben 10 yıl önce de işkence gördüm. Altı ay sonra görmeyeceğimin garantisi yok! 8 ocak pazartesi günü DGM’ye çıkarıldım. Benim eşim, içerde işkence gördüğümüze ilişkin dilekçe vermiş biz içerdeyken. Bir komiser, elinde telsiz şöyle diyordu:
-Bir daha operasyon olduğunda, ilk Sabiha'yı alıp en büyük işkenceyi ona yapacağım!
-Eşim de benimle birlikte gözaltına alındı; gebe sanıldığı için iki gün sonra bırakıldı. (Sabiha Hanım gözaltında mide bulantıları geçirmiş, görevliler onu gebe sanmışlardı).
İşkence konusu üzerine gidenlerin, yapanlarca hoş karşılanmadığını biliyoruz. O onların sorunu tabii...
-Evden getirilen yiyecekleri vermediler mi?
-Hayır efendim, vermedikleri gibi...
-Eşiniz kazak filan götürmüştü...
-Yılbaşında çamaşır geldi, bir de 200 gramlık süt geldi, onu arkadaşlarımıza dağıttık orada.
16 Ocak 1990, Cumhuriyet