Berin Taşan, İzmir’den “Biraz Daha” başlıklı şiirini yolladı, şöyle:
“Sen bozacaksın oyununu bezirganın
Yalanın dolanın, paranın
Üstüne oynanan kumarın
Biraz daha doğrulsan yerinden
Evinden çıkıp yürüsen
Üstüne üstüne karanlığın.”
Rumen yazar Zaharia Stancu, “Yaşayan Ölüler’’ romanında, bir kahramanına şöyle dedirtir:
Çabuk ölür sinekler. Çabuk doğup çoğaldıkları gibi tıpkı. İnsanlarsa ağır ağır çoğalır. Ve ağır ağır ölür insanlar. Ama harp zamanında onlar da sinekler kadar çabuk ve sinekler kadar kolayca ölüyor. Hatta bazen sineklerden de çabuk...
“Savaşa karşı" sağınlar, Dr. Selim ölçerin çağrısı üzerine Ankara'da toplandılar. Hava koşulları nedeniyle birçoğu gelemedi. Gelenler, ilginç konuşmalar yaptılar. Toplantıya katılıp konuşan sağınlardan (doktorlardan) biri, şunları söyledi:
1988 yılında Türk Tabipler Birliği’nin Temsilciler Meclisi'nde, ben önerge verdim. "Halepçe olayını kınayalım" diye, reddedildi. İşte, bugün dönüp baktığınız zaman arkaya, o reddin ne denli anlamlı olduğunu görüyorsunuz. Bunlar, bir şey olmaz, ama bunlar tarihe yazılır! Böyle; bugün koyacağınız tavrı, yazacağınız iki satır yazıyı küçümsemeyin. Tarih önünde hesap vermek zorundasınız ve Türk Tabipler Birliği bugün, alnı ak çıkmak istiyorsa bu işten, namusuyla sonuna kadar savaşa karşı, halkı savunacak, personelini, meslektaşını savunacak. Bugün gücü yetmeyebilir, ama yarın tarih önünde alnı ak olacak! Ve Halepçe'yi insanlar unutmuyor...
Sağınlardan biri de şöyle dedi:
Bu, tarihe karşı hesap verirken şunu unutmayalım; bizi avutuyorlar, halkı uyutuyorlar, insanları savaşa, sevgisizliğe alıştırıyorlar. Bombaları, silahları, tüfekleri, füzeleri filan gösteriyorlar, ama mermilerin düştüğü yerleri göstermiyorlar.
Bir başkası da askerliğini yeni bitirip dönmüştü. Sağın, savaşta karşılaştığı kimi olayları anlattı. Şöyle dedi:
Hekim (sağın) savaşta görev yapamaz; şunun için yapamaz: Bir kimyasal savaşta, nükleer savaşta yapabileceği bir şey yok; onun dışında da savaşta yaralılar geldiği zaman ne yapacaktır? Bunu komutanla tartıştık. Komutan bana sordu: "Savaşta yaralılar geldiği zaman ne yaparsın?'' diye. “Önce hangi yaralılara el atarsın?” İşte, efendim kanaması olan, solunum sorunu olan, kalp sorunu olan yaralıya el atar, onu kurtarmaya çalışırım, karşılığını verdim. "Yok" dedi sağın komutan, "kaldın! Olmadı, yanlış! önce, savaşa yeniden dönebilecek yaralıya el atacaksın, ağır yaralıya değil!”
Bu, sağınlık açısından çok önemli bir süreçti. Orada, önce asker oluyordun, sonra sağın! Ve sağınlığını yapamıyorsun. Önce gidip savaşacak askerleri iyileştiriyorsun. Gerçekten yaralı olup, yaşam savaşı veren insanları değil...
Selim Ölçer'in başkanlığını yaptığı "Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi" işin arkasını bırakmayacağa benziyor. Açıklamalarla, koyacağı eylemlerle "Savaşa hayır" düşüncesini kamuoyuna yaymaya çalışacak. Türk Tabipler Birliği, İnsan Hakları Derneği, Çağdaş Gazeteciler Derneği, daha birçok kuruluşla birlikte çalışıyor savaşa karşı.
"Yaşayan ölüler...” başlıklı "Ankara Notları"nın, Güneydoğu'ya gönderilen sağlıkçılarla halk arasında ilgiyle karşılandığını sanıyorum. Yazdıklarım, şimdiye değin bir yerde çıkmadı. Kamuoyu bu konularda bilgilendirilmiyor. Ankara’ya, Türk Tabipler Birliği’ne bilgiler yağıyor. Çukurca'da, steteskop dediğimiz dinleme aracı bile yokmuş. İç sayrılıkları uzmanını oraya zorunlu gönderirseniz ne yapacak orada? Biri şöyle dedi:
Orada, bir pratisyen hekim düzeyinde bile hizmet verilemez!
Sağınların, hemşirelerin yatacak yerleri son derece ilkel; Çukurca’nın sağlık ocağı ekibi bırakıp gitmiş. Kimse nerede olduğunu bilmiyormuş.
Sayrıevinde çalışanlar, gelip oturuyorlar, bir-iki saat kalıyorlar, sonra yemeğe gidiliyor. Yemekten sonra bir saat uğranıp akşam çıkılıyor, Yine yemeğe gidiliyor. Eğlence kurabilenler kendi aralarında eğleniyorlar. Ama aralarında ağlayanlar var. Kuytuya çekilmiş bir sağın görüyorsunuz, “Nasılsınız” diye soruyorsunuz, bir bakıyorsunuz, gözleri su içinde...
Kimileri:
Acaba istifa edip ayrılsam mı diye düşünüyor. Genellikle 3-4 yıllıklar arasında bu yaygın. Ancak uygulamaya yansımış değil.
Olayın boyuttan, süresi belirsiz. Gece ışık yakmak yok, yasak! Karartma perdeleri yok; geceleri yoğunlaşan uçak gürültüleri, bomba sesleri arasında uyumaya çalışılıyor. Geçen cuma günü Hakkâri'de sivil savunma uygulaması siren sesiyle başlamıştı. Halk, bir şeymiş gibi güldü. Ona düzmece bir olay gibi geldi.
Doğuda bir de söylenti yayıldı; sözde, geri dönmek için, Bakırköy Sayrıevi’nden düzmece rapor almak isteyen bir milletvekili yakınının olayı patlak vermiş, soruşturma açılmış. Hakkâri, Van bu olayla çalkalanıyormuş. Savaş, ne yanından baksanız pis iş...
Avrupa Parlamentosu'ndan Alman “Yeşil" milletvekili Claudia Roth'la, Yeşillerin basın danışmanı Türk Ali Yurttagül, İstanbul'dan sonra Ankara'ya geldiler. Claudia Roth, Avrupa Parlamentosu’na Türkiye ile ilgili rapor hazırlayacak. Bayan Roth ile Ali Yurttagül Ankara'da, demokratik kuruluşların başkanlarıyla, siyasal parti başkanlarıyla, hükümetle görüşmeler yapıyorlar.
* * *
“Ömer Asım Aksoy'a Saygı" toplantısı, yarın saat 18.00'de, Ankara’da Mediha Eldem Sokak'taki “Sanat Kurumu”nda yapılacak.
Türk dilinin özleşmesi için yıllarını veren Ömer Aksoy’a saygı gününü, Türkiye Yazarlar Sendikası düzenliyor: Dinçer Sezginin yöneteceği toplantıda, Şerafettin Turan, Cahit Külebi, Mustafa Canpolat, Cevat Geray, Emin Özdemir ile Sevgi Özel konuşacaklar. Sayrı olan Ömer Asım Aksoy toplantıya katılamayacağını bildirdi. Ömer Asım Aksoy'a sonsuz saygı...
5 Şubat 1991, Cumhuriyet