İnsanları yaşatmak elimizde...

Sevdiğine vermezler diye, kendini asan büyük halamın öyküsünü unutamam. Adı neydi, bilmiyorum da. Genç kız, bir delikanlıya gönül verir, bir çeşme başında buluştukları olur belki de. Köyler ufacık yerlerdir, çabuk duyulur.
Baban duyarsa öldürür seni! derler kimileri belki de. O da bir gün evin ahırına iner, bir iple kendini asar... Canına kıyar...
Babam, daha küçük. Ablasının ipte sallanan gövdesini bir görür bir yitirir:
Abam der, bir görünüp bir saklanıyor! Onu saklambaç oynuyor sanır...
Gidip bakarlar ki, kız kendini asmış. Dedem olayı öğrenince çok üzülür:
Zavallı çocuk, der, neden bana duyurmadınız? Onu sevdiğinden başkasına mı verecektim?
Evde bu konu hiç konuşulmazdı. Amcalarımda da konuşulmazmış. Olayın üstünden yüzyıla yakın bir süre geçtikten sonra, anmak istedim bu şanssız kızı...
Çarşamba günkü “Ankara Notları"nda değinmiştim özkıyım (intihar) olgusuna. Devlet İstatistik Enstitüsü'nün özkıyım istatistiklerine göre, Türkiye’de 1981 yılında özkıyım sayısı 875, 1982'de 1105. 1981 istatistiklerinde, nedenler gözönüne alındığında en yüksek oran yüzde 30'la hastalık. Ardından geçim güçlüğü (yüzde 14.5), sonra sırasıyla aile geçimsizliği (yüzde 12.2), duygusal nedenler (yüzde 55), öğrenim başarısızlığı (yüzde 15) geliyor; “diğer" başlığıyla sıralananlar (yüzde 7.1), “bilinmeyen" (yüzde 289) oluyor.
1982'de geçim güçlüğü nedeniyle özkıyımlar yüzde 12'ye inmiş. 1982'de 1105 kişiden 566'sı kendini asarak, 204'ü kimyevi madde kullanarak, 92'si kendini yüksekten atarak, 62'si kendini suya atarak, 107'si ateşli silah kullanarak, 18'i kendini yakarak, 18'i kesici bir alet kullanarak, 13’ü havagazı, tüpgaz vb. kullanarak, 8’i kendini tren veya başka motorlu bir araç altına atarak canlarına kıymışlar. 3’ü “diğerlere”, 14’ü de “bilinmeyenler"e girmekte.
1981 yılı sayıları, 1975-1980 yıllan diliminden belirgin bir ayrılık gösteriyor. 1975-80 döneminde ekonomik nedenlerden kaynaklanan özkıyım ortalaması dördüncü sırada yer alırken, 1981 yılında 284 olarak ikinci sıraya yükseliyor. Söz konusu yıllarda yüzde 5.1 olan ekonomik nedenler ortalaması 1981'de yüzde 145’e ulaşıyor. 1982'de ekonomik koşullar, yani geçim güçlüğü nedeniyle cana kıymalar azalıp yüzde 12. ye inerken, bu kez, “aile geçimsizliği" nedeniyle özkıyımlar yükselip yüzde 12.2'den yüzde 19.4’e çıkıyor.
Bazı araştırmacıların vardığı ilginç bir sonuç var: Adam öldürmeyle, özkıyım arasında ters bir orantı var. Öldürme oranı arttıkça, özkıyım oranı azalıyor.
Amerikalı ruhbilicim yazar Coleman, insanları özkıyıma sürükleyen zorlayıcı etkenleri, ruhsal boyutta, ilişkilerde bozulma, kendi benliğinde değer yitimine uğrama, varoluşun anlamından, yaşamın umudundan yoksun kalma olarak sıralıyor. Bu tür zorlanmalı durumlarda kalan kişinin kişilik yapısı, kişiliğin bütünlüğünü koruma güç ve çabası, eyleme geçmesinde ana belirleyici olarak yorumlanıyor. Elverişsiz koşullara karşı gösterilen çabada, verilen savaşta her bireyin aynı direnci göstermesi olanaksızdır. Kaldı ki, özgüvenini yitiren bir kişi bile, zorlayıcı koşullarla yüz yüze geldiğinde, yaşama umuduna ilişkin bir seçeneği, bir çıkış yolunu aramaktadır çok kez. Eyleme geçerek de olsa, çevresindekilere, belki topluma simgesel bir çağrıda bulunmaktadır. Böylece soyut düzeyde, seçeneksizliğe karşı özkıyımla kendince, çözüm sağlamaktadır. (Abnormal Psychology and Modern Life).
Bir süre önce, “Ankara Notları”nda değinmiştim; bir cezaevinde tutuklu bir genç —ölüm cezası istemiyle yargılanıyordu— hücresinde kendini çarşafla astı. Ölümünden sonra, babasıyla görüştüm. Yargıtay verilen cezayı esastan bozmuştu. Ama, herşey bitmişti..
Bir ruhbilimci arkadaşım şöyle demişti:
O şarçaf, kendini asanın eline gelinceye dek, kimbilir kimlerin elindeydi?
İnsan bile bile kendi canına kıyar mı? Dünyaya bir kez gelindiğini, bilmez mi? Önemli olanı, insanları yaşama bağlamaktır. Dünyayı sevdirmektir. Onun yaşamını güçleştiren koşulları ortadan kaldırmaya çalışmaktır.. İnsanları yaşatmak, barış içinde mutlu yaşatmak elimizdedir...
Geçenlerde 23 Nisan Bayramı’nda, çocukların cezaevlerindeki ana babalarıyla yüz yüze konuşup, kucaklaşabilmeleri güzel bir olaydı. Önümüzde, "anneler günü", “babalar günü" var, bayramlar var. Bu güzel uygulamanın o günlerde de yinelenmesini dilerim...
Gün oluyor, içim kararıyor; o zaman kendimi resim sergilerine atıyorum. Abidin Dino'nun “Nev"deki sergisi, insanı yaşama bağlamanın simgesi gibi. Elim değmedi yazamadım, Rasin Arsebuk’un “Turkuaz"daki kara gözlü kadınları görmeye değerdi. Dünyanın yaşamaya değdiği gibi...