Ruhi Su'dan dinliyordum türküyü:
"Yaratan bizleri insan yarattı,/Muhabbet insana, cana muhabbet/Cümle mahlukatın üstünde tuttu,/ İnsan sevgisini gerçek bilmişiz/ İnsanın dalında açıp gülmüşüz,/ Muhabbet insana, insan olana!
İnsan olan insan gelsin beriye,/Kimi kara, kimi çalar sarıya,/Aslolan hayattır, bakma deriye/Muhabbet insana, cana muhabbet/Ne mutlu ki bize insan olmuşuz/İnsan sevgisini gerçek bilmişiz./İnsanın dalında açıp gülmüşüz,/Muhabbet insana, cana muhabbet!”
Ruhi Su'nun "Ezgili Yürek" bandından bu türkü. "Hasan Dağı", ardından da şu türkü var:
"Mahsus mahal derler, kaldım zindanda/ Kalırım, kalırım dostlar yandadır/Ki elleri kızıl kandadır kanda/Amaaan,ölürüm ölürüm kardeş aklım sendedir/Artar eksilmeyiz zindanlarında/Kolay değil derdin ucu derinde/Kumhan ırmağında, Karaburunda/Amaaan, bulurum bulurum kardeş, öfkem kındadır/Dirliğim, düzenim dermanım canım/Solum, sol tarafım, imanım dinim/Benim beyaz unum, ak güvercinim/Amaaan, bilirim bilirim kardeş gelen gündedir, gelen gündedir!...”
* * *
Ankara’da iki kez Dev-Yol davası duruşmasına gittim. İzlenimlerimi yazdım. Geniş yankılar uyandırdı. Yurtiçinden, yurttaşından mektuplar aldım. Basın halkın gözü, kulağı ise bu davalara, bu duruşmalara eğilmeliydi. Yazarlar, duruşmalara gitmeliydiler. Yazılan yazılar, içeriden gelen yakınmaların yansıtılması sonucu, bir “tek tip giysi” olayı çözümlendi. Baskılar, bir ölçüde durduruldu. Mamak'ta, ilk kez sanıklar, yakınlarıyla yüz yüze dakikalarca konuştular. Mamak Askeri Cazaevi'nin sivilden bir ayrımı yoktu! Sanıklar sekiz yıldır ilk kez; bayram ettiler! Bu, böyle de şimdiye değin, tek tip giysi yüzünden infazları yananların durumları ne olacak? Bu da çözüme kavuşturulup haksızlıklar önlenmeli...
Erzincan'da süren, 811 sanıklı Fatsa Devrimci Yol davasının geçen duruşmalarından birinde “pişmanlık yasası”ndan yararlanmak isteyen üç "itirafçı” sanık, Kemal Aytekin, Kadir Özbayrak, Reşat Erol itiraflarını geri aldılar. Bunlardan Reşat Erol, 11.2.1988 günlü duruşmada, yargıçlara özetle şunları söyledi:
“.... İtiraf namı altında bazı beyanlarım oldu. 13.10.1985 tarihinden, 11.2.1988 tarihine kadar vermiş olduğum ifadelerim, dilekçelerim tamamen doğru değildir. Çünkü ben bu ‘itiraf’ namı altındaki beyanlarımı iddianameye uygun bir şekilde düzenledim senaryolarla katılmış oldum. Ve işkence altında vermiş olduğum ifadelere uygunluk arz etmesi bakımından itiraf namı altında beyanda bulundum. Hiçbiri doğru değildir. İtiraf ettiğim günden bugüne kadar, bu zaman içerisinde gerek benliğimde, yaşantımda, toplum içerisindeki kişiliğimden çok şeyler kaybettim. Askeri savcılık, esas hakkındaki mütalaasında benim size 3216 sayılı yasadan istifademi istiyor ise de bu dahi benim yapmış olduğum itirafların doğruluğu namı altında değil; gerçi ben, bundan dolayı hukuken yararlansam dahi, bu yararlanmayı kişiliğime yediremiyorum. Ve itiraf namı alandaki ifadelerimden vazgeçiyorum. Yine arkadaşlarımın arasında toplum içinde benliğime dönmek istiyorum.... Ve 3216 sayılı yasayı, bunu, kanayan bir yara olarak kabul ediyor, hukukçulardan, demokratlardan, aydınlardan böyle bir olumsuzlukta bulunduğum için özür diliyorum...”
“İtirafçının" açıklamaları, aşağı yukarı böyle, öbür iki sanık da benzeri açıklamaları yaparlar duruşmada. Bu açıdan, itirafçılarla ilgili yasayı, yeniden Meclise getiren hükümetin, konunun üzerinde bir iyice düşünmesi, Meclisin bu yasa tasarısını reddetmesi gerekir sanıyorum...
Yaklaşık sekiz yıldır süren Fatsa Dev-Yol davası, sanıkların savunma aşamasında. 811 sanıktan 117’si hakkında ölüm cezası isteniyor.
Erzincan Cezaevi’nde yatan -adı, adresi saklı- bir sanıktan aldığım mektupta özetle şöyle deniyor:
"Fatsa Devrimci Yol dava iddianamesini, Askeri Savcı Halit Cengiz, kendi deyimiyle ‘Ben istediğimi sanık, istediğimi tanık yaparım’ anlayışıyla hazırladı. Askeri savcı, davamızla ilgili rüşvet, dolandırıcılık, görevini kötüye kullanma vb. suçlardan toplam 29.5 yıl ceza aldı. Askeri Savcı Hakim Binbaşı Halit Cengiz'in hazırladığı iddianamedeki suçlamalar, dayanaktan yoksun iddialardı. Yanlı, daha doğru bir deyişle MHP’lilerin görüş ve düşünceleri doğrultusundaydı. İddianamedeki suçlamalar, işkenceyle oluşturulmuş polis ifadelerine dayanıyordu.
12 Ocak 1983’te mahkememizin başlamasıyla birlikte, mahkemeye sunduğumuz dilekçeler üzerine Amasya Askeri Hastanesi’nde birkaç doktorun muayenesi sonucunda üzerimizde işkence izleri tespit edildi. 68 kişi için rapor düzenlendi. Bununla beraber, işkenceci polisler hakkında soruşturma açılması için verdiğimiz dilekçeler kısa zaman sonra 'Soruşturmaya yer yok' gerekçesiyle işlem görmedi. Bunun nedenini Halit Cengiz, Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e yazdığı dilekçede şöyle açıklıyordu:
‘Görevlerini yaparken işkence iddiası ile haklarında soruşturma açılan tüm polis ve subayların dosyalan bana verildi. 300'ü aşkın görevli hakkında devlet adına hareket ettiklerine inanarak soruşturmasız takipsizlik kararı verdim. Hatta Çullu Tepesi'nde yaptırılan keşif esnasında arkadaşlarının cesedini görüp infiale kapılarak militan Sadi Ekiz’i kurşuna dizen görevliler hakkında da takipsizlik kararı verdim.' (3. Ordu Askeri Mahkemesi 12.3.1986 tarih 1986 22 sayı, 1986 22 esas hakkında gerekçeli karar, sayfa 50)
Evet, bizim davanın iddianamesini bu anlayışta bir askeri savcı hazırladı. Mahkememiz sürerken, hakim üye Önyüzbaşı Niyazi Yılmaz’ın açıklamaları ise her sağduyu sahibi insanı şaşırtacak nitelikteydi... (Yargıç Önyüzbaşı Niyazi Yılmaz'ın mahkemedeki açıklamalarına yayın yasağı konduğu için, onları açıklamıyorum. M.E)
Şimdiye kadar davamızda 5’i duruşma yargıcı olmak üzere 32 yargıç değişti. Askeri Savcı Kerim Koçer, 16 bine yakın tutanak ve onbinlerce sayfa dosya içeriğindeki belgeleri inceleyerek kısa sürede mütalaasını hazırladı……
Şu anda mahkememiz, savunmaların yapılması aşamasındadır.
Sayın Ekmekçi,
Kısa mektubumda anlattıklarım yaşanılan gerçeklerin az bir kısmını içermektedir."
Sanık mektubunu, "Güneşli güzel günlere ulaşmak dileğiyle..” diye bitirmiş
Birçok yerde olduğu gibi, orada da duruşmalar sürmekte. Burada yargılanan insanlar, topluma nasıl kazandırılacaklar? Üzerinde uzun uzun durup, düşünülmesi gereken budur...
13 Mart 1988, Cumhuriyet