Hollandalı Prof. Dr. Van Dijk, İnsan Hakları Komisyonu'na bireysel başvurunun nasıl yapılacağına ilişkin soruları yanıtlamayı sürdürüyordu. Muzaffer ilhan Erdost'un sorusu şöyleydi özetle:
M. İlhan Erdost -Bireysel başvuru konusunda bilgi verirken, ancak "kurban”ın kendisinin başvuracağını söylediniz. Aynca, özel durumda kurbanın savunmasının da başvurabileceğini belirttiniz. "Dolaylı kurban” deyimini kullanarak, örneğin, bir annenin tutuklu oğlu için başvuracağı da söylendi. "Kurban” ile "mağdur”un kastedildiğini anlıyoruz. Değerli profesörün, Türkiye gerçeklerini kavramaya havsalası yetmemiş olmalı. "Kurban”ın gerçek anlamda kurban olduğunu tehmin etmediğini belirtmek istiyorum. Yani işkencede öldürülenleri, siyasal cinayetleri, katliamları vurgulamak istiyorum. Öldürülen insanın ya da insanların "bizzat” başvurmasını ya da ölü savunman tutamayacağına göre savunmanın bedensel olanağı yoktur. Kimi insanlar, aileleriyle birlikte katledilmiş de olabilir. Kimi aileler, baskıdan, korkudan, bilinçsizlikten başvuramayabilir.
Bu durumlarda, Barolar Birliği gibi İnsan Haklan Demeği gibi kuruluşların da başvuru hakkı olmalı düşüncesindeyim. Ama böyle bir olanak sağlanması düşünülüyor mu? Düşünülebilir mi?
Prof Van Dijk - Haklısınız. Bu sorunların uluslararası platformlarda gündeme getirilmesi yine uluslararası nitelik ve örgütlülük kazanmış kuruluşlar ile oluyor. Örneğin, Uluslararası İnsan Hakları sorunlarını Birleşmiş Milletler platformuna getirebilmektedir. Mağdur kişilerin haklarını kendisinin dışında, bu platformlara ve gündeme getirebilecek düzenlemeler gereklidir. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyonu, bu açıdan daha katı davranıyor. Başvurunun, devlet dışında oluşan kuruluşlar tarafından yapılmasına olanak vermiyor. Ama, bu konu tartışılmalı, özel konumlar dikkate alınarak, ulusal ya da uluslararası insan hakları kuruluşlarının başvuru haklarının sağlanması konusu üzerinde durulmalıdır.
Nevzat Helvacı — Anayasanın 90. maddesine göre usulüne uygun olarak onaylanmış uluslararası sözleşmeler, yasa hükmündedir ve bunların anayasaya aykırılığı öne sürülemez. Bu hüküm karşısında mahkemelerin ya da öbür başvuru yerlerinin, onaylanmış sözleşme hükümlerini uygulayıp, uygulamama bakımından bir takdir hakları var mıdır?
Prof. Van Dijk— Türk hukukuna göre önceliğin hangi yasal hükümlerde olduğunu ben bilmiyorum. Bu konunun uzmanı değilim. Öncelik konusuna gelince, sözleşmenin iç hukuk kuralına göre daha önce gelmesi, onun mahkemeler tarafından, doğrudan doğruya uygulanabilir olduğunu gösterir mi?
Nevzat Helvacı— Türkiye, İnsan Haklan Sözleşmesi'ni 1950 yılında imzaladı, 1954 yılında onayladı ve bu sözleşmeye hiçbir çekince koymadı. Bu durumda bireysel başvuru hakkı tanınırken, konulan çekincelerin hukuksal bir değeri var mıdır?
Prof. Van Dijk— O zaman bireysel başvuru hakkı tanınmamıştı ki çekince koysun, şimdi koyabilir.
Nevzat Helvacı— Ben, bu görüşünüzü paylaşmıyorum... Ya imzalarken ya onaylarken çekincenin konması gerekirdi.
Prof. Cahit Talas— Sayın Prof. Van Dijk, biliyorsunuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kabul olunalı kırk yıla yaklaştı. Bu sözleşme uzun yıllardan beri uygulanıyor. Bu uygulamadan elde olunan birçok deneyimler var. Bu sözleşme, bana öyle geliyor ki, biraz eskidi. Çünkü onaylayıcı ülkelere birçok “çekince" koymak hakkını tanıyor. Onaylayıcı ülkelerce konulan çekinceler, insanlar arasında farklılıklar yaratıyor. Oysa oluşturulmak istenen Avrupa’da insanlar eşit olmalı, aynı haklardan ve özgürlüklerden yararlanmalı. Bir eşitlikçi Avrupa yaratılmalı. Sonra sanıyorum ki, bir süre sonra, Avrupa Konseyi genişleyecek, başka ülkeler de katılacak. Eğer bu çekinceler koyma sürüp giderse, muhtemel olarak farklılıklar da çoğalacak. Bu durumda “Avrupa İnsan Haklan Sözteşmesi”nin yeniden gözden geçirilmesi çekince koyabilme olanağının çok sınırlandırılması ya da tamamen kaldırılması daha iyi olmaz mı? Bu konu, İnsan Hakları Komisyonu'nda İnsan Hakları Mahkemesi'nde gündeme getirilip tartışılıyor mu? Haklar ve özgürlükler bakımından bütünleşmiş bir Avrupa’ya bu yoldan daha kolay gidilmez mi?
Prof. Van Dijk— Haklısınız. Avrupa büyüyecek. Çok uzaklarda olmayan bir gelecekte Avrupa kalabalıklaşacak. Bundan kuşkum yok. Onaylayan ülkenin sakınca koyabilmesi sınırlanmalı. Çok sınırlanmamalı. Bu, yararlı olur. Ne var ki, bu konu Avrupa Konseyi içinde henüz tartışılıyor.
Prof. Mesut Gülmez— Sayın Van Dijk, benim sorum, ulusal hukuk ile uluslararası hukukun çelişmediği, dolayısıyla Türkiye’nin monist ya da düalist sistemi benimseyip benimsemediği tartışmasının dışında kalan bir konu ile ilgili. Çok kısa ve somut olmaya çalışacağım; ulusal hukukun herhangi bir düzenleme yapmadığı bir alanda, “Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi" doğrudan uygulanır mı? Taraf devlet, sözleşmenin güvenceye aldığı hakkı çiğnerse, bireysel başvuru hakkı doğar mı? (Bu soru özellikle, Türkiye'de kamu görevlilerinin sendika hakkının dayanağının "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” olduğu görüşünü açığa kavuşturmayı amaçlıyordu.)
Prof. Van Dijk — Ben, Türk Anayasası’nın bu konudaki hükmünü tam bilmiyorum. Ama bununla birlikte, herhangi bir düzenleme yapılmamış ise, ulusal hukukta boşluk varsa, o konuda kuşkusuz ki “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi" uygulanır ve eğer sözleşmeyi uygulayan devlet, bu hakkı çiğnerse, bireysel başvuru hakkı da doğar...
* * *
Pazartesiyi salıya bağlayan gece, ODTÜ otobüslerindeki olay, SHP eski Genel Sekreteri, İçel Milletvekili Fikri Sağlar olmasaydı, önlenemeyecek; orada belki kan gövdeyi götürecekti. Fikri Sağlar’dan başka, SHP milletvekillerinden Mustafa Kul’la, Rıza Ilıman da vardılar. İnsan Hakları Demeği Genel Sekreteri Akın Birdal, İHD Ankara Şube Başkanı Muzaffer ilhan Erdost, oradaydılar. Öğrencilerle, Jandarma Alay Komutanı arasındaki görüşmeleri, Fikri Sağlar, aracılık ederek, tatlıya bağlamasını bildi. Fikri Sağlar'ı, bu başarısından dolayı kutlamak gerek. Bu arada, olayı yakından izleyen Mustafa Kul, Rıza Ilıman, Akın Birdal, Muzaffer İlhan Erdost'u da. Jandarma Alay Komutanı Alb. Cahit Balcı'nın verdiği sözde durarak, öğrencilerin evlerine, yurtlarına gitmelerini sağlaması, olumlu bir davranıştı. Bu çocuklar, bizim çocuklarımız. Bunun bilincinde olmak gerek.
8 Haziran 1989, Cumhuriyet