Barış Derneği sanıklarından Ortan Taylan'ın, Ankara'da Tanbay'da açılan ilk sergisiydi. İki yıl önceydi. Orhan Taylan içeride. Eşi Melek Taylan gelmişti Ankara'ya. Sergi açıldı, gezildi. Akşam da Mülkiyeliler Birliği’nde yemek yendi. Yemekte yanıma Hollanda'dan gelmiş bir kişi düştü. Hollanda'dan, bu sergi için uçağa atlayıp gelmişti. Sergiyi gezmiş, izlenimlerini, teleksle ülkesine geçmişti. Bir gün sonra geri dönecekti. Yemekte sormuştum.
Bir sergi için taa Hollanda'dan kalkıp gelmişsiniz. Bunca para harcamışsınız. Biz burada neciyiz? Savaşım da veriyoruz, verebildiğimizce...
Siz dedi, biraz dinlenin! Biz çalışalım. İleride siz de çalışırsınız!
Böyle bir şeyler söyledi. Bu dayanışmaya şaşıp da kaldım. Tutuklu bir Türk ressamının, Ankara'da açılan sergisine, taa Hollanda'dan, izlemeye adam geliyor. Yani, "Bakalım sergiyi engelleyecek mi yönetim? Ne yapacak?" Bunu mu araştırmak istedi acaba? Sergi tadıyla bitince de, sevindi, gitti.
Serginin ilk açılışının bence hoş bir yanı da oldu. O gün yazıyı Orhan Taylan'ın sergisine ayırmıştım, azından büyük bir bölümünü yazının. Akşam büroyu aradım, teleks memuru arkadaşımla konuşuyorum; aaaa, yazının Orhan Taylan'la ilgili bölümü pırt, gitmiş. Teleks memuru nedenini de bilmiyor…
Sonra öğrendim, meğer Orhan Taylan'ın sergisine ertesi günü bir binbaşı gelmiş, sergiyi gezmiş. Binbaşı kurmay binbaşı, kordonları filan da mı var ne? Ayrılırken de, Tanbay yöneticilerine, Genelkurmay Başkanı adına geldiğini söylemiş. Ama, neye yarar? Tanbay'cılarda şafak atmış. "Eyvah" demişler "Tamam, sergiyi kapatacaklar?" Nuran Hanım, hemen Ankara Bürosu’na telefon eder:
Genelkurmay'dan bir binbaşı geldi, gitti! Aman Orhan Taylan’la ilgili bir haber filan yazmayın, başınız derde girmesin!
Bakarlar, haber yok ama, "Ankara Notları”nda bir bölüm Orhan Taylan'la ilgili. Beni ararlar, bulamazlar. Yazıdan da o bölümü çıkartırlar!..
Yazıdan çıkan bölüm, bir, iki yazı sonra yine yayımlandı. Meğer işin içyüzü şuymuş. Orhan Taylan'ın Ankara'da sergisinin açıldığını gazetelerden öğrenen Necdet Üruğ, emir subayına buyurur:
Askeri cezaevinde yatan bir tutuklu, Ankara'da sergi açıyormuş. Bu güzel bir şey. Ben gitsem, şimdi, çeşitti anlamlar verirler. Sen git, gaz, bana da sergi hakkında bilgi ver!
Binbaşı, onun için gelmişmiş meğer sergiye! Olayı niçin anlattım? İzmir’de, İnsan Hakları İzmir Şubesi'nce düzenlenen "İnsan Hakları Sergisi" vardı. Açılışında gidememiştim. Açılışı Abdullah Baştürk yapmıştı. O gün İzmir’de "İnsan Hakları ve Demokrasi" açık oturumu yapılmış, buna İlhan Selçuk, Muzaffer İlhan Erdost, Erbil Tuşalp, Güney Dinç katılmışlardı. İnsan hakları açık oturumunu izleyememiş, sergiyi de görememiştim ya, kapanışta olsun bulunamaz mıydım?
İzmir'den Tülay Cengiz çağırınca, Akın Birdal da “Giderseniz iyi olur" deyince, nazlanmadım. Orhan Taylan'ın sergisine gelen Hollandalı geldi usuma. İnsan Hakları Sergisi'nin serüvenini dinledim arkadaşlarımdan: İzmir Belediyesi'nin geniş salonunu vermezler, Türk-Alman Kültür Derneği de, baştan "Hay hay!” der ama, sonra cayar sözünden. Kala kala, eski “Yeni Karamürsel”in alt katındaki yıkık yer kalır. Boyası, badanası yapılır. Herkes çalışıyor. İstanbul'da daha önce açılmış olan sergi getirilir. Cezaevlerinden hükümlülerin, tutukluların göz nuru yapıtlar konur. Cezaevinde hükümlüler, tutuktular koca koca gemiler yapmışlar özgür limanlara gitmek için olmalı bu gemiler! Açılışa, SHP İI Başkanı Şeref Bakşık da katılır. Uluslararası Af örgütü Türkiye Temsilcisi Helmuth Oberdiech, Londra'dan çeşitli belgeler gönderir sergi için. Helmuth'la, Barış Derneği davasının son duruşmasında görüşmüştüm. Sergide, işkence tutanakları, fotoğraflar, Nevzat Çelik’in şiirleri karikatürler, Avni Odabaşı’nın karikatür sergisi, el işlemeleri. Eh, oldukça zengin!..
İnsan Hakları Sergisi'ne konan el emeği, göz nuru şeylerde çok bir satış olmamış. Nasıl olsun, oraya sergiyi görmeye gelenler de yoksul. Ne vali gelmiş sergiye, ne belediye başkanı, ne de “protokol”dan biri..
Orada anlattılar, kimler gelirmiş sergiye? Kimi iş aramaya gelmiş, kimi para istemiş, kimi içerideki çocuğuna yardım. Biri, sergi özel defterine, “Sergiyi gezdim, insanlığımdan utandım!" diye yazmış.
Ozan Ali İhsan Konur’un dizeleri de duvarda asılı.
İzmir'e gelişim, sergiyi düzenleyen insan hakları yöneticilerini şaşırtmış. Oysa onlar, kapanış kokteyli de yapmayıp, o gün toplayacaklarmış. Geldiğimi duyunca, haydiii kokteyl hazırlığına başlamışlar. Gazetecileri çağırmışlar:
Ankara'dan Ekmekçi de geldi, kapanış kokteylimiz var, buyurun! diye.
Hemen birkaç bardak derlemişler, şarap, votka, rakı.. İçkiler Makine Mühendisleri Odası’ndan. Birkaç gönüllü garson, lüks bir otelden, tümü dost işi. İşte size kokteyl. Kokteylde, Muzaffer İzgü, Millyet’in İzmir Temsilcisi Nurettin Tekindor. Cumhuriyet Haberler Şefi Mustafa Balbay, yine Cumhuriyetten Tayyar Eraslan, Nokta'dan Afimat Kökçü, Yfenigündem'den Fadıl Kocagöz, Yarın Dergisi'nden Sevil Çağıran, Alınteri Dergisi’nden Burhan Baltacı, Bilim Sanat’tan Haluk Döleneken, Gün Dergisi'nden İsmail Doğaner, Dönemeç Dergisi'nden Hüseyin Yurttaş, Urla Belediye Başkanı, Savunman Bülent Baratalı, Dikili Belediye Başkanı, İnşaat Mühendisi Osman Özgüven, Anka'dan Ali Ekber Yıldırım, Tülay Cengiz, eşi Savunman Metin Cengiz, Yüksek Hemşire Hülya Gacar, Otomobil-İş'ten Şükrü Gümüş, Prof. Dr. Vali Lök, Işıl Kutluay, Fasih Kutluay, Prof. Dr. Orhan Süren, Prof. Dr. Türkan Süren, Mukadder Lök, Cemal Erdem (İzmir Barosu İkinci Başkanı), Alaattin Düzgün (Dikili Belediyesi'nde memur), Savunman Erol Özcan, Latif Kuey, Gün ve Yarın Dergisi'nden Sami Alptekin, Savunman Zübeyde Eskişehir, Savunman Selçuk Ergül, İsta'dan Abdullah Bozkurt. (İsta eski bir ajanstı, Aydın Engin’ler, Oya Baydar’lar da orada çalışırlardı).
Prof. Dr. Orhan Süren, İzmir Tabipler Odası Başkanı, bir süre önce, Selanik Tabip Odası ile çeşitli konularda işbirliği yapmak için, bir mektup hazırlamış, ancak mektubun yollanması Sağlık Bakanlığı'nın iznine bağlı olduğundan, mektup bir türlü Selanik'e gidememişti. Bu olayı, “Ankara Notları"nda vurgulamış, "Selanik'e Gidemeyen Mektup" başlıklı bir yazı yazmıştım. Orhan Süren, mektubun yollanması için Sağlık Bakanlığı'na yeniden başvurduklarını, ancak bakanlığın yine bir yanıt vermediğini söyledi. Turgut Bey, bir de Türk-Yunan dostluğundan söz eder. Greklere defne dalı uzattığını söyler.
Prof. Türkan Süren, “Çağdaş Kadın Derneği” Başkanı. Ankara'da kurulup, dökülen kimi kadın dernekleri yanında, Çağdaş Kadın Derneği'nin, İzmir’de başarılı olacağını sanıyorum. Demokratik girişimlerin çoğu İzmir'de başlamış ya. “Çağdaş Kadın" Derneği de, bu başarı umudunu taşıyor.
Bir dolu ad yazdım, isteyerek yazdım. İzmir’in aydın “sosyetesi" bu. Uyanık, dayanışmayı seviyor. İmece yoluyla çözümlüyor güçlükleri. İnsan Hakları, sevgiyle başlar. Sevgisiz hiçbir şey olmaz. Sevgisiz yaşanmaz!
Yunus Koray, genç bir ozan, onu da İnsan Hakları Sergisi'nde tanıdım. Bana, “Yaşamı Yargılayan Şiirler" kitabını imzalayıp verdi. Kitabın içine “Mustafa Ekmekçi Ağabey’in şiirli kalbine saygıyla ve candan!” diye yazmış.
12.5.1987
ANKARA NOTLARI
MUSTAFA EKMEKÇİ
Bilmemece!..
Anadolu liseleri ile özel okullar giriş sınavı soruları açıklandı. Anne heyecanlıydı. Sınava giren çocuk ise, korkudan yüzünü annesinin koltuğuna gizlemişti Anne soruyordu:
Kızım buna ne yanıt verdin?
Çocuk yüzünü saklıyordu. Mutsuzdu. Sınavda kendisine ecel terleri döktüren soruları bir kez olsun görmek istemiyor gibiydi. Anne tasalıydı. Kızı acaba yeğledikleri özel okula ya da Anadolu lisesine girebilecek miydi? Analar, babalar da biliyorlardı, bunun bir sınav değil, boş bir "tay yarışı" olduğunu. Çocuklarına onlar da acıyorlardı. Ama, neylesinler ki eğitim sistemi buydu. Çocukları ezen, un ufak eden bir sistem 146 bin 683 öğrenci bu sınava giriyordu. 24 bin 313 öğrenci orta düzeydeki okullara gireceklerdi. Bunca öğrencinin ortalama yüzde on beşi yerleşebilecek demek. Sonra ne olacak? öğrencilerin yüzde 85'i böyle ayrıcalıklı sayılan okullara değil de normal okullara gidecekler. Yaşamları boyunca, bu başarısızlığı taa içlerinde duya duya…
Ana-baba söylenecek belki:
Bak, kazanamadın işte! Kazansaydın, senin bir yabancı dilin olacaktı! Ezilen çocuk bir daha ezilecek...
Gelelim sorulara, sorular içinde Muhammet'le ilgili üç soru var da, Atatürk'le ilgili tek soru yok. Kuşakları Atatürk’ten, onun devrimleriden uzaklaştırmak, onunu yerine Türk-İslam sentezini egemen kılmak için mi çaba gösterilmiş! "Din bilgisi ve ahlâk kültürü" adlı bir dersin beş sorusundan üçü Muhammet'le mi ilgili olmalıydı? Bu, din bilgisi dersidir adı öyledir. Zorunlu olarak, okullara konulması yanlıştır. Ama, o bile doğru dürüst uygulanmamaktadır “Din bilgisi" deyince, yalnız Müslümanlık değil, tüm dinler usa gelir. Çocuklara, din bilgisi değil, Müslümanlık bilgisi öğretilmek istenmektedir. Dünyada Müslümanlıktan başka dinler de vardır. Öğrenci, öbür dinlerle ilgili bilgi edinmek durumundadır. Yapılan sınav, din bilgisi sınavı değil de İslam dini sınavı mıdır? Hangi "akıldane” bu soruların hazırlanmasını etkiliyor. Türkiye’de Hıristiyanlığa, Museviliğe inanmış yurttaşlar da vardır. Bunlar da bu sınavlara girmekteler. Tek yanlı sorulardan onlar acı duymazlar mı sanıyorlar?
Sorulardan birkaç örnek vereceğim: 31. soru "Aşağıdakilerden hangileri ayetin tarifidir: a) Kuran’ın genellikle ‘besmele' ile başlayıp ‘besmele’ye kadar devam eden bölümlerine denir, b) Kurandaki surelerin her bölümüne denir, c) Kuran’ın baştan sona kadar bölümüne denir d) Hafızların camilerde okumak için belirledikleri Kuran’ın her bir bölümüne denir."
Üç gazeteye, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet gazetelerinin verdikleri yanıtlara baktım, üçü de (b)'yi işaretlemişler. Üç gazetenin de din dersi sorularının yanıtlarında bir çelişki yok. Gazeteler, yanıtları uzmanlara hazırlatıyorlar. Bu tamam, ancak sorular 11 yaşındaki öğrencinin düzeyinde midir? Bunu kim düşünüyor? Eleştirilmesi gereken nokta burada Düzeyi aşan bir soru da şu; 32. soru:
"Her peygamber kendi zamanında meşhur olan ilim ve sanat hakkında büyük 'mucizeler’ göstermiştir Hz. Muhammedin büyük mucizesi nedir? a) Ay'ı ikiye bölmesidir, b) Parmaklarından su akıtmasıdır, c) Büyük orduları yenmesidir, d) Kuran-ı Kerimdir"
Burada da üç gazetenin uzmanları (d)'yi işaretlemişlerdi. Doğrusu bu imiş! Fen Liseleri giriş sınavında da "Uhut savaşı"nı sormuşlar. Böyle soruları din derslerinin zorunlu olmasından yana olan Evren de yanıtlayamaz. Bari "Hayber Kalesi Cengi"ni de sorsalardı.
Anayasasında laik olduğunu vurgulayan bir ülkede, din kültürü ve ahlak adı altında okutulan dersin soruları olması açısından ilginç. Bir de dersin adında "Ahlâk" sözcüğü de var. Bu göstermelik olmalı ki, ahlak üzerine tek soru yok.
Testi düzenleyenler, istedikleri Türkçe yazım kurallarına kendileri uymuyorlar. Tırnak içine alınan tümcelerde gereksiz yere noktalama işaretleri kullanıyorlar. Örneğin, 3 4, 7, 12, 18, 20. 22, 25. Sorular. 42. soruda, demokrasinin temel özelliği soruluyor, soru şöyle:
"Aşağıdakilerden hangisi demokrasinin temel özelliğidir?" Bu tümcede, demokrasiyi yazarken, soru düzenleyeciler “demokrasi" sözcüğünün ‘d’sini büyük harfle yazmışlar. Demokrasiden korktukları için mi böyle yapmışlar?
Sorular, genellikle bir bilmece de değil, bilmemece niteliğinde. Soruları bir ölçüde doğru yanıtlayıp, istediği özel okula, ya da Anadolu lisesine girebilecek olanların da mutlu olabilecekleri söylenemez. Orada onları, nasıl bir eğitim sistemi bekliyor, biliyorlar mı?
Kuşaklar, gelecek kuşaklar böyle böyle yok edilmek mi isteniyor?
Toplam 30 matematik sorusundan 10'u taralı alanlarla ilgili. Bu üçte birlik bir oran Matematik izlencesinin üçte biri, taralı alanlarla mı ilgilidir ki böyle olmuş? Bu özelliğiyle bu test, dar kapsamlı bir test oluyor, Bilimsel deyişle, "kapsam geçerliği" çok düşük. İnsanın usuna türlü şeyler getiriyor. Bu sınavları, ÖSYM üstlense daha mı iyi olur acaba? Her halde bundan daha kötü olamaz!
Uzun bir süre var ki, bir test sayrılığına tutulmuş gibiyiz. Test yoluyla sınav, araç olmaktan çıkıp, amaç durumuna geldi. İlkokullardan, üniversiteye değin bu böyle. Test, seçeneklere göre düşünmeye götürüyor, bölmeli kafalar tipini geliştiriyor. Düşünceyi durduruyor, donduruyor Düşünmede bir bütünsellik kalmıyor. Testlerle, "mutsuz insan" tipi de yaratılmış oluyor öğrencilerde düşünme alışkanlığı kalmadığı gibi, okuma alışkanlığı da kalmıyor. Niye okusun ki çocuk? Nasıl olsa, seçeneklerden biri doğru. O seçeneklerin dışına çıkması söz konusu değil ki. Düşünüp, yeni bir şey yaratma artık bir düş. Yazın adamı, şimdi Ankara’da İbni Sina'da disk kaymasından bir aydır yatan Emin Özdemir anlatmıştı olayı, şöyle: Boğaziçinde bir öğretim üyesi, öğrenciye sormuş:
Ne olmak istiyorusun?
Bilim adamı olmak istiyorum...
Bilim adamı ne demek?
Seçeneklerini söyleyin de yanıtlayayım!
Biri sormuş gence:
Memleketin hali ne olacak?
Seçeneklerini söyleyin, yanıtlayayım!
Beş yıllık ilkokulların, son iki yılı, tümüyle teste ayrılmış. "Test" başlı başına bir başarı simgesi gibi! Tak tak tak, işaretleyip kazanacak! öyle halı dokur gibi her şeyi de işaretlemeyecek, yanlış işaretlerse başına gelecekler var. Çünkü üç yanlış bir doğru yanıtı götürüyor. İlkokulların son iki yılları, teste ayrılıyor ama, yine de ana-babalar, okullara güvenmeyip dersanelere koşuyorlar. Dersaneler, okullardan çok görev yapıyorlar! Ne anladık o zaman, ulusal eğitimden, okularda öğrenimden?
* * *
Elif Naci öldü. Basın, sanat dünyası bir ustasını yitirdi. Bülent Dikmener’in yakın dostuydu. Onun ölümü üstüne yazdığı bir mektubu yayımlamakla biraz geciktim diye, ağır bir mektup daha yazmış, canıma okumuştu! İğneleri de acıtmazdı..
Ankara’da Çınçınbağları Muhtarı Binalı Atik'in eşi Güneş Atik öldü. Onun Cebeci Asri Gömütlüğü’ne gömülmesinde Ankara Belediye Başkanı Mehmet Altınsoy aracı oldu. Asri Gömütlüğe önemli kişilerin yakınlarından başkası gömülemiyordu. Artık orada gömüt yeri kalmamıştı.
Elif Naci'nin yakınları ile Binali Atik'in kızı Yaşar Seyman’a, Mehmet Seyman’a oğulları Fırat'a tüm yakınlarına, Pupuş Bacı’ya başsağlığı diliyorum..