İnsan Hakları Günü’nde...

İnsan hakları uygulamalarını incelemek için Türkiye’ye gelen iki Amerikalı bayandan biri Jeri Laber, Erbil Tuşalp'e şöyle dedi:
İstanbul'dayken, Emil Galip Sandalcı'nın kitaplığından sızın "İnsan Hakları - Bin İnsan" kitabınızı yürüttüm. Emil Galip, "İmzalı bu, veremem" dediyse de dinlemedim, aldım. Siz ona yeni bir tane imzalayıp görderir misiniz?"
Jeri Laber’la, Alice Henkin, “Helsinki Watch”tandılar. "Helsinki Sonuç Belgesi"nin "insan hakları" ile ilgili bölümünün gözetleyicisiydiler. “Watch" sözlükte, "cep saati", "bekçi" anlamlarına geliyordu. Bir bakıma "insan haklarının bekçileri" ydiler. Amerika’dan, New York'tan geliyorlardı. Jeri, yayıncıydı. Alice ise Nevv York Barosu’ndan. Türkiye'de birçok kişiyle konuştular. En son Başbakan Turgut Bey'le görüşüp ayrıldılar. Önce Demirel'le, Ecevit’le, Gürkan'la konuşmuşlardı...
Amerikan Büyükelçisi Robert Strausz-Hupe, elçilikte Jeri ile Alice'e bir yemek vermişti. Yemekte, Norveç Büyükelçisi Per Gulowsen de vardı. Jeri Laber, Büyükelçi Gulowsen’e sordu:
Türkiye hakkında. İnsan Hakları Komisyonu'na başvurunun geri alınmasının gerekçesi nedir? (Beşler'in arasında Norveç de vardı.) Norveç Büyükelçisi Gulowsen:
"Bilmiyorum..." yanıtını verdi. Jeri Laber, içinden, "Biliyor da söylemiyor" diye geçirdi...
Dünyanın bir ucundan kalkıp geliyorlardı. Dünyanın en küçüldüğü alan, "insan hakları" alanıydı. Türkiye, 1946'da Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, 1975'te Helsinki Sonuç Belgesi'ne imza koymuştu. “Helsinki Watch" temsilcileri, Ankara'da Aziz Nesin’le de görüştüler. Aziz Nesin’in pasaport alamadığını, yazarların çeşitli baskılar altında bulunduğunu öğrenmişlerdi. Alice Henkin sordu:
Bir şey yapmamızı ister misiniz?
Azız Nesin:
Türkiye'nin uygar dünya topluluğu içinde yeri olduğuna inandığımız için, uygarlık savaşımını kendimiz yapıyoruz. Kendimiz için hiç kimseden, hiçbir şey istemiyoruz... yanıtını verdi.
Biri, Yalçın Küçük'e sordu:
Siz yolda giderken izleniyor musunuz? (Polisleri kastediyordu.)
“Tabii, tabii" dedi Yalçın, “Biz yolda giderken arkamızdan genç kızlar, genç erkekler izlerler bizi. Hiç yalnız bırakmazlar..."
Çok hoşlarına gitti bu yanıt, gülüyorlardı. Biri Yalçın'a, "Siz dervişsiniz" dedi. Türk aydınlarının, savaşımına hayran kaldıklarını belirtiyorlardı ...
-  "İnsan Haklan Günü ", Mülkiyeliler Birliği, AST'ta "insan hakları" ile ilgili bir toplantı düzenledi. Gazetelerde duyuru olmamasına karşın, salon tıklım tıklımdı. Çoğu gençlerden oluşuyordu. Sahnede oturan kızlar kıkır kıkır gülüşüyorlardı. Konuşmalar ilerledikçe, Türkiye'de yapılan işkenceleri dinledikçe kıkırdayan kızlar gülmeyi bıraktılar. Toplantıyı Cahit Talas yönetmekteydi.
Toplantıyı kısa bir konuşmayla Cevat Geray açtı. Cahit Talas:
"İnsan Hakları Günü Türkiye’de yalnız burada kutlanmaktadır" dedi, insan haklarının en başta geleni yaşam hakkıdır. İdam cezalarının kaldırılmasıdır, ama Türkiyede ölüm cezalarının kaldırılmasını isteyen doktorlar mahkemeye verilebilmektedir" diye ekledi. Talas, ülkelerin, "insan hakları" zedelendiğinde, bu incelenmek istenirse, “Bu bizim iç işimiz" diyemeyeceklerini söyledi. “İnsan haklarına dokunulmazlık getirilmiştir, Birleşmiş Milletler Sözleşmesiyle" dedi. İşkence görmeme, sendika kurma hakkı, düşünce özgürlüğü ihlal edilemezdi...
Başkan Cahit Talas, uzun bir girişten sonra, sözü Bahri Savcı'ya verdi. Bahri Savcı şunları söyledi özetle:
"Biz, bildirinin altında devlet olarak imzamız olduğu halde, bunu uygulamadığımız için, dünya çapında saygınlığımızı yitirmekteyiz... Bir S.O.S çanı çalmak istiyorum. İnsan hakları sürekli olarak rencide ediliyor. Bunun kırılması için Türklere SOS çekiyorum. İnsan hakları dendi mi, ‘işkence’ akla geliyor. İşkence insan haklarının bir tanesidir. İşkence, Türkiye'nin aktüalitesi. İvedi sorunudur. Nedeni Tanzimattan beri, insan hakları kavramını iyi anlayamayışımızdandır. İnsan hakları kavramını, içeriğini yaymak gerekir. Bu daha geniş deyişle toplumu demokratize etmektir. Bu, insanı doğanın en değerli varlığı kabul etmekle başlar. Devletin insan hakları içinde kalması gerekir. Bu insan hakları, ulusal egemenliği bile sınırlayıcı nitelikte olmalıdır. Parlamento dahi, her yasayı, her anayasayı yapamaz. İnsan haklarını uygulayan hiçbir devlet zayıflamaz. Tersine insan haklarına kayıtsız kaldığı zaman, devlet o zaman sarsılır, tehlike içine girer. İnsan haklarını boş verilerek istikrar sağlanamaz, güven sağlanamaz, ulusa huzur, ülkeye mutluluk getirilemez. Çünkü insan değeri tanınmamış olur. İnsan haklarını boş veren bir rejim ülkesini koruyamaz da. "
Erbil Tuşalp, horozla işkence yapan bir polis görevlisinin öyküsünü anlattı. Gülüşen genç kızlar susup kaldılar. M.H. adında bir polis gözaltına alınan sanıkları sorgulamak için bir çift horoz kullanıyordu. Aç bıraktığı horozları, sanıkla birlikte hücrede baş başa bırakıyor. Çok kısa bir süre sonra sanıktan, “istediği ifadeyi vereceğine ilişkin" yanıt geliyordu. Bu olaylar nedeniyle, polis memuru M.H. hakkında soruşturma açılmıştı. “Bin İnsan" yazarı Tuşalp, daha pek çok işkence öyküsü anlattı. Herkes, soluğunu kesip dinledi. Uzun uzun alkışlandı sonunda...
Yalçın Küçük, "İnsan hakları, savaşan insanların haklarıdır" dedi. Toplum için savaşan insanların hakları olabilirdi. Toplum için savaşım veren insanların çoğu bugün hapishanelerdeydi. Yalçın Küçük, "İnsan bir nitel yaratıktır" dedi, "Bir insana yapılmışsa işkence, o tüm topluma yapılmış demektir!' Cezaevlerinde, zorunlu giysi giyme koşulunu eleştiren Yalçın Küçük, "Zorunlu giysi, insan iradesini kırmak içindir. İnsan olmaktan çıkarmak içindir" diye ekledi. Yalçın Küçük şöyle konuştu:
“Aziz Nesin'in hapislik dönemine gıpta ediyorum, sakallı resmi var; Kemal Tahir mektup yazıyor, 'Bugün kestaneli pilav pişirdim' diyor. Kestaneli pilav ve cezaevi. Bugün cezaevlerinde, hücrelerinde bir metre uzağa bakamadan yaşamlarını tüketen çocuklar var..."
Aziz Nesin bu sırada, Yalçın Küçük'e, "Yalçın biraz bağır dedi, arkalardan duyulmuyor. İyi banda alamıyorlar "
Haluk Gerger, işkencenin "sistematik" hale getirildiğini söyledi. Haluk Gerger, “Demokrasinin olmadığı bir dönemde bir kaynak transferi yapıldı, şimdi onu rahat yemenin yolu, baskı ve şiddeti uygulamalarını gerektiriyor" dedi. En kısa konuşan Gerger, uzun uzun alkışlandı... Son olarak konuşan Aziz Nesin, anlattığı öykülerle gülmekten gözleri yaşarttı. Aziz Nesin önce, ellerinde bantları olan polis görevlilerini ön sıraya çağırdı. (Oysa görevliler, konuşmacılara yakın ikinci sırada oturmakta, gülerek Aziz Nesin'ın konuşmalarını hem banda almakta, hem de not tutmaktaydılar. Tam, Haldun Özen'in önündeydiler.) Aziz Nesin'i dinleyenler gülmekle ağlamak arasında kaldılar.
Aziz Nesin özetle şöyle dedi.
“Bir ülkede tabular varsa, ülkede insan hakları yoktur. Cinsell tabu, dinsel tabu... Hiç askeri tabuyu hesaba katmıyorlar. İnsanın insan hakları üzerine konuşabilmesi için ona hakkı olması gerekir. Türkiye'de insan haklarının çiğnenmesine ses çıkarmayanların, Bulgaristan'daki Türkler hakkında konuşmaya hakları yok. Ne kadar kolay vatandaşlıktan atıyorlar? 15-16 yaşındaki çocuklar cezaevlerinde. Politikacıların vicdanları nasıl razı oluyor? Cumhuriyet döneminin en ağır insan haklarının çiğnendiği dönemini yaşıyoruz. İnsan haklarını çiğneme yasallaştırıldı. 'Aydınlar kaypaktır’ derler, halkımız da kaypaktır. Sürekli despotizm içinde yaşayan insanlar, yiğit olamazlar. Küçük, benim cezaevi dönemimi söyledi, o zamandan bu zamana Türkiye aynı mı? Gelişti tabii.'”
Toplantıya, Lütfü Oflaz’la birlikte gitmiştik. Yer bulamadık. Sahnenin arkasına gidelim dedik. Malatya'dan Aziz Nesinle birlikte imza gününden gelen Demirtaş Ceyhun da, sahnenin arkasında bir yere ilişmiş izliyordu.
İki buçuk saate yakın süre, toplantı için yetmedi. İki eski arkadaş, Bahri Savcı ile Cahit Talas, "Sen uzun konuştun", "Hayır sen uzun konuştun!" diye birbirleriyle tatlı tatlı takılıyorlardı. Cahit Talas'a göre, 1402'lik Bahri Savcı, karşılarında öğrencileri görünce dayanamamış, özleminden dolayı o denli uzun konuşmuş!
Fehmi Yavuz, Sami Küçük, Sudiye Savcı bir arada oturuyorlardı. Bizi sahnenin arkasında görünce yanlarına çağırdılar. Bir arada oturduk .. Gençlerin ilgisi görülecek şeydi...