İnsan Hakları...

10 aralık insan hakları günü, Ankara’da Birleşmiş Milletler'in minik salonunda yapılan toplantıda kutlandı. Salon geçen yıla göre, daha kalabalıktı. Konuşmacılar, özetle şöyle konuştular:
Prof. Bahri Savcı (SBF. İnsan Hakları Merkezi Başkanı) — “Çağımız insan hakları çağıdır. Bundan sonra bütün uluslar politikası, gerek iç politika, gerekse uluslararası politika insan haklarına göre belirlenecektir. Bu, insan şahsına duyulan saygıdan ve insan şahsının çok kutsal bir varlık oluşundandır.
Yalnız, zamanımızda bir eğilim daha ortaya çıkmıştır: insan hakları acaba gölgeleniyor mu? Yani husufa mı uğruyor? Bu sözcüğü genç kuşaklar bilmez; ay tutulması demektir. Değildir. Belki zaman zaman insan hakları üzerine bir gölgeler düşer, fakat insan bilincine o kadar yerleşmiştir ki, bundan sonra dünyanın geleceği, insan haklarıyla belirlenecektir; hiçbir kimse hiçbir otorite, hiçbir makam insan haklarını husufa uğratmayı başaramayacaktır.”
Prof. Cahit Talaş (Birleşmiş Milletler Türk Derneği Başkanı) — “Çağımızın bir insan hakları ve özgürlükleri çağı olduğu ısrarla vurgulanmaktadır. Bu oluşumu iki nedene bağlamak mümkündür. Bunlardan biri; insanlığın bütünleşmesi, bir yerde insan haklarına ve özgürlüklerine getirilen kısıtlamaların ve yapılan saldırıların, dünyanın her yerinde duyulması ve tepkilerle karşılaşması: Öteki de bu haklara özgürlüklere sahip çıkan, onları geliştirip yaymayı ve korumayı amaçlayan evrensel bir örgütün yani Birleşmiş Milletlerin kurulmuş olmasıdır.”
Demokratik ve siyasal rejimlere etkinlik ve işlerlik getirilmesinin yorumlarından biri de insan haklarına ve özgürlüklerine uygulanırlık kazandırmak olabilir. Bu sonuca ulaşılmadıkça, demokrasi eksik kalır.”
Dr. Kenan Sürgit (Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü Öğretim Üyesi) — “10 Aralık 1948’de insanlığa ve insan haklarına karşı yapılan saldırıları önlemek için Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, tüm insanların arzuladığı bir ideali saptamıştır. Ancak, bu bildirgede yer alan hak ve özgürlükleri gerçekleştirmek için gereken düzen kurulamamıştır.
Bilindiği gibi insan hakları, kişiyi topluma ve yönetime karşı korumayı amaçlayan haklardır. Ve korunmaları, bireylerin ve toplumun, bu hak ve özgürlüklerin bilincine varmasıyla ve uzun ve sabırlı bir savaşımla gerçekleştirilebilir.”
M. Rauf İnan (UNESCO Yönetim Kurulu Üyesi, Eğitimci) — “İnsan haklarının insanlıkta tümüyle gerçekleşmesi, eğitim ve öğretim koşuluna bağlıdır. İnsan ancak, eğitim ve ekin düzeyine bilinç ve kişilik durumuna göre bu hakkı kazanır. Eğitimle aldığı ekin (kültür) öğeleri ve değerleri, onun kişiliğinin ve bilincinin temelleridir. Bilinç ve kişiliğin en açık özelliği, düşünmek, karar vermek ve verdiği; kararı uygulamak yeteneğidir. İnsan ancak, aldığı eğitim ve kazandığı ekin ile düşünür ve karar verebilir. Onunladır ki ancak, gerçek özgürlüğe ve insan hakları bilincine kavuşabilir.”
Atila Sav (Türkiye Barolar Birliği Başkanı) — “Savunma hakkı, insanlık kadar eskidir. Uyuşmazlıkların yumrukla çözülmediği günden ben, yargıçlar var olmuştur. Bir yargıcın bulunduğu yerde de en az iki savunucuya gerek duyulmuştur. Hukuk düzeninin kurulduğu günden beri varolduğunu belirttiğimiz savunma hakkı, tarih boyunca olanakları genişletme savaşımı vermiştir.
Bazı kişilerin sandığı gibi, savunma yalnız suçlular için önemli değildir. Bir kimse suç işlememe kararı verebilir, ve bunu tutabilir. Ancak, kimse bir suçlama ile karşılaşmayacağından güven duyamaz. Bu nedenledir ki, savunma hakkı yalnız suçlular için değil, herkes içindir. Hatta, dürüst insanlar için daha da önemlidir. Onlar için en büyük güvencedir. Yine aynı nedenle, yargının her türlü önyargıdan ve baskıdan uzak olarak gerçekleşmesi için savunma hakkının en geniş biçimde sağlanması zorunludur. Biz avukatlar, bu temel hak ve özgürlüğün sağlanmasında temsil ve vekillik görevi yüklenen bir mesleğin üyeleri olarak konuya büyük bir ilgi ve duyarlık göstermek durumundayız.”
Prof. Mümtaz Soysal (SEF Anayasa Kürsüsü Başkanı) — “Türkiyenin şimdiye kadar bu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini uygulamaya sokan iki büyük sözleşmeye niçin imza atmamış olduğunu anlamak zordur. Bu sözleşmeler biran önce imzalanmalı, aynı zamanda Türkiye, insan hakları konusunda başka alanlarda da eziklik duymadığım ve bu konuda dünyanın karşısına açık alınla çıkabileceğini ispatlayım başka adımlar da atmalıdır.
Örneğin idam cezası bakımından, Danışma Meclisinde ortaya çıkan durum, yani idam cezalarının onaylanmasına meclisin katılmasıyla ilişkili olarak bir takım üyelerin gösterdikleri tereddütler, aslında Danışma Meclisine bu bakımdan büyük bir fırsatı da aynı zamanda getirmiştir. Meclis üyeleri, Türkiye’de idam cezasını büsbütün kaldırmasa bile, belirli konulara indirgeyen bir yasa önerisi ile ortaya çıkabilirler. Ve böylece ölümün bir çözüm olmadığım, şimdiye kadar kendi kendilerine verdikleri ölüm cezalarım uygulamakla Türkiye’nin sorunlarına çözüm aramak istemiş olan teröristlerin tutumlarına çok iyi bir cevap vermiş olurlar.”