İnönü Ölmedi...

Dokuz yıl önce, İnönü’nün ölümünün ardından yazılmış, “Ankara Notları”ndan bir bölümü daha aktarmak istedim. Başlığı, “İnönü'nün vasiyetiydi. Şöyle:
— Keşke ben de doğru bir şey bulsam da aşırı gitsem…
Bu sözü söyleyen İnönü’ydü. Taaa 1942 yıllarında olacak. Sabahattin Eyüboğlu, Yeni Ufuklar dergisinin 1957 yılı haziran sayısında (61'nci sayı), Ataç’ın ölümü üstüne yazdığı yazıda olayı şöyle anlatır:
“Aşırılık sözü açıldı mı, hep İnönü’nün şu sözünü hatırlarım:
Hem Ataç’la birlikte duymuştuk bu sözü. Çankaya’da bir akşam, on beş yıl kadar oluyor. İnönü o zaman Freud’e merak sarmış, ya da cinsel konuların önemini belirtmek istemişti. Çok değişik çevrelerden elli kadar dinleyici İnönü'nün tanıttığı genç bir hekimin Freud üstüne hazırladığı kısa bir açıklamayı dinledik. Sonra konuşmalar, tartışmalar oldu. Söz bir aralık, buluşlarıyla yeni zamanların fikir hayatında gürültü koparmış, Freud, Karl Marx, Darwin gibi bilginlere döküldü. Bu bilginlerin dünyayı hep kendi buluşları açısından görmeleri üstüne ileri geri düşünceler ortaya atıldıktan sonra, İnönü sordu:
— Doğru bir şey bulmuş mu bu bilginler?..
Bu soruya “bulmasına bulmuşlar paşam ama, aşırı gitmişler..” diye karşılık verilmesi üzerine İnönü, ancak büyük devlet adamlarının söyleyebileceği ve onun ağzından o sırada ayrı bir anlam kazanan şu sözü söyledi:
— Keşke ben de doğru bir şey bulsam da aşırı gitsem...”
İnönü’yle ilgili, aktaracağım geçmiş olayı Meclisin Özlük İşleri Müdürlüğünü yapan Sabahattin Demirer anlatmıştı, şöyle: 
1960’dan sonra, İnönü yanında bir CHP’li milletvekiliyle birlikte, Meclisin muhasebe müdürlüğüne gelir. Tasarruf Bonosuyla ilgili bir işi vardır. Muhasebe Müdürü, İsmet Paşa’yı pek sevenlerden değildir, Özlük İşleri Müdürü, İnönü’nün eline sarılıp öpünce. Öbürleri de öperler. Müdür:
— Paşam, size ne ikram edebiliriz?.. Çayımız kahvemiz var… der.
İnönü, istemez. Israr edilince şunu söyler:
— Ben yaşamım boyunca, çalışma saati içinde, görev gereği değilse ne bir şey içtim, ne de içirdim…
O sırada, biri saate bakarak:
— Paşam, pek çalışma saati de sayılmaz, saat yarıma geliyor, deyince. Paşa ayağa kalkar, kendisini oraya getiren milletvekiline dönerek:
— O zaman neden beni memurların dinlenme saatin de buraya getirdiniz. Onları rahatsız etmeye ne hakkımız var?.. der, şapkasını alır, çıkar gider...
İnönü’yü Anıtkabir’deki mezarında anma toplantısına, Ferda Güley'le birlikte gittik. Ferda Bey’in üzüntüsü vardı. Evlerinde kızları gibi baktıkları, 12-13 yaşlarındaki Ayşe Kesim adındaki kız çocuğu, birden ortadan yok olmuştu. Aramalar bir sonuç vermiyordu. Ankara Valisi Mustafa Gönül, Emniyet Müdürü ilgileniyorlardı. Ama yok yok..
Ferda Bey’e İsmet Paşa’yı soruyor, üzüntüsünü azıcık olsun unutturmaya çalışıyordum. Ferda Bey, İlhami Soysal’ın, önceki günkü Milliyet’te çıkan, Mustafa Kemal’in 1916 yılında İsmet Bey’e verdiği sicili bulan kişiydi. 1960 öncesinde bunu Harp Tarihi’nden bulup İsmet Paşa’ya götürdüğü zaman onun gözlerindeki sevinci anlatıyordu. İnönü, bulunan belgeye sevinmekle birlikte, şöyle demişti:
— Orada ,o kasada bir belge daha olacaktı; asıl onu bulun!
O belgenin ne olduğunu, İsmet Paşa’nın bununla ne demek istediğini, Ferda Güley’in anılarına bırakmayı uygun gördüm. Şimdi açıklamamın da bir yararı yok. Belge büyük olasılıkla Celal Bayar’da olabilir. Ona sormalı...
Ferda Bey, Atatürk’ün verdiği sicille ilgili belgeyi Ayten Sokaktaki evinde Paşa’ya sunup ayrılırken, paşa şöyle der.
— Bunları unuttunuz!
— Paşam, o sizin..
— Paşam, o sizin..
— Hayır, der İsmet Paşa, bunları siz bulup ortaya çıkardınız. Bu sizindir...
Ferda Güley bir basın toplantısıyla sicili kamuoyuna açıklar, haber gazetelerde manşet olur. Demokratların da ağızı kapanır.
Anıtkabir’de mezarı başında yapılan törene, gelenleri gözlüyordum. Çok ilginçti. Usuma, İsmet Paşa 1950’de iktidardan düştüğü zaman, Churchill’in gönderdiği mektup geldi, şöyle diyordu:
“Devlet adamları iktidarda bulundukları zamanlardaki debdebeleriyle değil, iktidardan düştükleri zamanki saygınlıkları ile ölçülürler..”
İsmet Paşa, öyleydi, ölmemişti...