İlginç Şeyler...

İstanbul’da, kaldığım iki gün içinde, sabahları erkenden kalkıp yürüyüş yaptım. Büyük Suadiye Oteli’nden, Fenerbahçe'ye dek yürüyordum. O gün pazardı. Görkemli, kapısında nöbetçi bekleyen Fenerbahçe Orduevi'nin önünden geçtim. O saatte, gazeteler çıkmıştır diye bir dağıtıcı, bir bakkal bulabilir miyim diye aranıyorum. Bir sivile sordum orduevi önünde...
Kardeşim, burada gazete nerede bulurum?
Şu köşeyi dönün, bakkalda var.
Köşeyi dönünce ne görsem? "Fenerbahçe Eczanesi”! Bu Fenerbahçe Eczanesi, Hacı Turgut Bey'in ilk eşinin eczanesi değil mi? Emin Çölaşan'ın, “Turgut Nereden Koşuyor?” kitabından belleğimde kalmıştı Hacı Turgut Bey'in ilk eşi. Bir kez savunmanımız Gülçin Çaylıgil'in evinden aramış, konuşmak istediğimi söylemiştim; çok ince bir davranışla:
Telefonda konuşmuyorum efendim, demişti.
Ben sizi ziyarete gelsem?
Gazetecilerle konuşmuyorum efendim!
Böyle demişti. Eczane kapalıydı; camında, nöbetçi eczanelerin adresleri yazılıydı. Bakkala girip bir Cumhuriyet istedim. Sordum:
Bu yandaki eczanenin sahibi kim?
Ayhan Hanım!
Turgut Bey'in ilk eşi, değil mi?
Evet!
Bir şey soracağım; Turgut Bey buraya hiç geldi mi? Gelse, siz görürsünüz de...
Orada bulunan bir başkası, karşılık verdi:
Ne gelecek abi, zaten iki ay evli kalmışlar!
Çıktım. Ertesi sabah, yürümek için zamanım vardı, ama o gün ayrılacaktık İstanbul'dan.
O sabah da yürüdüm. Fenerbahçe Eczanesi açıktı. Ama içeride, iki genç kız vardı. Yürek ilacı 'Isordil' aldım, bulunsun diye. Sordum:
Ayhan Hanım yok mu?
Yarım saat sonra gelecek efendim!
Otele döndüm. Mahmut Makal, Ali Yılmaz kalkmışlar, Kartal Belediye Başkanı Mehmet Ali Büklû ile birlikte kahvaltı yapıyorlardı. Mahmut'la, Ali 10.30 treniyle Ankara'ya döneceklerdi. Benim akşama dek vaktim vardı. Mehmet Ali Büklü, benim rahatça gezip tozmam için bir araba ayıracağını söyledi. Araba, havaalanına götürüp bırakacaktı. Mahmut’la, Ali gitmeden. Büklü bizleri Kartal-Maltepe yöresinde gezdirdi. Belediye başkanı olarak yaptıklarını anlattı. Güzel bir hela yaptırmıştı, bu hoşuma gitti. Parklar, spor alanları, ne varsa gördük. Beğenimizi söyledik. Makal'la, Yılmaz’ı uğurlamaya Bostancı istasyonuna Mehmet Başaran da geldi. Ayrıldık. Mehmet Ali Büklü'nün, bana ayırdığı arabayla gezmeye başladım. Şoförün adı Erdal'dı, önce Kadıköy'e gidip bilet işini çözümledim. Erdal’a:
Şimdi, Fenerbahçe'ye gideceğiz, dedim.
Eczaneye girdim. Heyecanlıydım doğrusu. Bir bayan oturuyordu. Saçları ağarmış mı azıcık? Duru yüzlü bir hanım. Yapay şekerim bitmişti, bir paket istedim. Çok ucuzdu, eskiden kalmış, ondanmış.
Ayhan Hanım sizsiniz değil mi?
Evet!
Ayhan Hanım, ben gazeteciyim! Sizinle bir kez konuşmak istedim, olmadı. Görüşemedik.
Gülümsedi. Kimler aramıştı kim bilir görüşebilmek için. Kafamda bin bir soru vardı? Sorsam, ne yanıt alırdım acaba?
Ayhan Hanım, Körfez savaşına ne diyorsunuz?
Bizim açımızdan mı?
Evet!
Bir cinayet olur!
Nasıl da sade bir bayan; bir ruj bile sürmemiş. O gülümsüyor, ben öyle duruyorum. Bir şeyler sorsam; neden bir şey soramıyorum?
Nasılsınız?
Teşekkür ederimi Emin Çölaşan'ın kitabını okuyup okumadığını sordum. Okumamış!
Gözüm, taburenin üzerindeki Cumhuriyet’e ilişiverdi. Demek Cumhuriyet okuyordu!
Cumhuriyet okuyorsunuz! dedim.
Gözleriyle 'evet' dedi. “Başka okuyacak gazete mi var ki?"
Ben, o gazetenin yazarlarındanım. Adım, Mustafa Ekmekçi!
Hiçbir şey sormaya gerek yoktu artık; e bir Cumhuriyet okuruydu!
Allahaısmarladık!
Güle güle! Elimi sıktı. Dışarı çıkıp arabaya bindim. Erdal'a:
Erdal, koma çalıp o hanımefendiye Allahaısmarladık!' diyelim!
Korna çaldık, bir bir daha. Kapıdan baktı, el salladı... Deniz Otel’de, gazeteci İhsan Ada'ya uğrayıp not bıraktım, görüşemedim. Arabanın telefonundan. Münire Hanım’ı, Albay Sait Beyleri, aradım. Taksim’e geçtim. Etap Otel'de, ‘Ankara Notları'ndan tanıdığım, İclal Işık’ın kızı Sevim Uyguner’le Doçent Türkel Minibaş'la görüştüm Sevim Uyguner, Burgazadalı, Ali Gevgilili'yi tanıyor. Beki ile görüşemedim. Yakınındaki Vakıflar Bankası salonunda ressam Pertev Boyar'ın resim sergisini gezdim Turkel'le birlikte. Pertev Boyar'ın kızı Füruzan gezdirdi sergiyi, babasının resimlerini sergileyerek yaşatıyordu onu. Sergide, şarkılarını dinlediğimiz Şevki Bey'in de bir resmi vardı. Füruzan Hanım, "Şevki Bey’in kimi kimsesi yok mu acaba? Gelip dedelerinin tablosunu görseler" diyordu.
Ankara'da, ilginç olaylardan biri, İstanbul'dan gelen öğretim üyelerinin Anıtgömüt’e gidişleri, saygı duruşunda bulunuşlarıydı. Gelenler içinde, hiçbir dekan, rektör yoktu. 1920 imza adına Ankara'ya gelenlere, aba altından sopa mı göstermişler, "Giderseniz adlarınızı saptarız” mı demişlerdi. 130 kişi yılmamış gelmişlerdi Ankaralara. Otobüsten Anıtgömüt’te indiler. Aslanlı yolun başında, onları Ankaralı öğretim üyeleriyle, gazeteciler, bir de MİT elemanlarıyla sivil polisler bekliyorlardı. Boynunda fotoğraf makinesi de olan, tombulca birini çok kişi birbirine gösteriyor;
O var ya, polismiş o, gazeteci değil; haberiniz olsun diyordu.
Çağdaş Gazeteciler Derneği yöneticileri olarak Anrtgömüt'e saygı duruşuna geldiğimizde görmüştüm onu. Ben de gazeteci sanmıştım, önce o sormuştu:
Siz Cumhuriyettensiniz değil mi?
Evet! Siz hangi gazetedensiniz?
Hürriyet, deyip uzaklaşmıştı. Sonra Hürriyet'in Ankara Temsilcisi Fatih Çekirge'ye sorup olayı anlattığımda, Hürriyet’in, öyle Anıtgömüt’te, boynunda fotoğraf makinesiyle dolaşan muhabiri olmadığını öğrenmiştim. Bunlara ne gerek var? MİT görevlilerinin, sivil polislerin, Anıtgömüt’te ne işleri var? Anıtgömüt’e saygı duruşuna gelen kişilerin, bilim adamlarının resimlerini çekip ne yapacaklar? İşkence mi? Artık kapansın bu dönemler...
Prof. Olcay Neyzi başkanlığındaki öğretim üyeleri, Atatürk’ten sonra İsmet İnönü'nün gömütüne de gidip saygı duruşunda bulundular. Buna, kimileri katılmadı. Ah, bu korku salanların gözleri kör olsun, emi?
Cumhuriyetten, foto muhabiri Barış Bil, ivedi gazeteye dönecekti. İdil de İstanbullu öğretim üyeleriyle otobüste yer bulup Meclis Başkanı Erdem'e gidecekti. Ben, Kızılay’a giden bir araba aramaya başladım. Gazeteciler kalabalık gruplar biçiminde, arabalara doluşmuşlardı. Pek tanıdığım da yoktu. Birinde, iki kişi oturuyordu; sordum:
Nereye gidiyorsunuz? Kızılay'a gidiyorsanız, ben de geleyim!
Hayır, dediler. Pek yüz vermediler! Bir arabada da Anadolu Ajansı'ndan muhabirler varmış. Biri seslendi:
Buyur Mustafa Abi, bırakalım nereye gidiyorsanız! Teşekkür edip girdim arabaya. Onlar gülüşüyorlardı. Biri:
Biraz önce binmek istediğin araba MIT'indi abi, dedi... Foto muhabiri hayıflanıyordu:
Abi binseydin de bir fotoğrafını çekseydim, ne ilginç olacaktı: “Mustafa Ekmekçi MİT arabasında” ne güzel!
MİT Müsteşarı Paşa'yla, Emniyet Genel Müdürü'ne söylüyorum:
Kaldırın adamlarınızı oradan, yanlışlıklara yol açıyor! Lütfen!..