İlginç Belgeler...

Mustafa Kemal'in tutsak Yunan generali Trikopis'le konuşmalarına bugün de değinmek istiyorum. Olayı gözleyip yazan Ruşen Eşref Ünaydın'ın yapıtları kitapçılarda yok. Yenileri de basılmamış. Ruşen Eşref, şöyle anlatıyor gördüklerini (özetle aktardım, bazı sözcüklerin Türkçelerini ayraç arasına ben aldım).

«Bir evvel zaman düğün evinin yan sofrasında sıkışmış kalmış, misafire çıkıp gözükmeyecek ev halkı. O konak, gerçekten bir düğün evi gibiydi, Gireni, çıkanı sayısız. Tabaklar dolusu kehribar, renkli çekirdeksiz üzümler, bal sızdıran tepeleme incirler, koca koca zerde, pilav sahanları taşıyan uşaklar, iş için gelip giden karargah subayları, kurmaylar, nöbetçi erler, yürüyüş emrine hazır şoförler va müşirliği (mareşalliği) gelmiş Fevzi Paşa'ya bir yan odada evin kızının gelinlik sırmasından saç örgüsü gibi öre öre kendi eliyle çabucak bir müşir rütbesi işareti çerçevesi hazırlayan yaveri Ali Bey. O bulunduğumuz yan sofadan görüyorduk. Ortaya bir masa hazırlanmış, etrafında sırtınız pencereye dönük oturmuş sen ve bizler.

Sen onlara hal hatır sorup, söz açtın. Nice yıllar sonra, buyruğun üzerine Atina'ya dostluğu geliştirmek göreviyle gönderildiğim ve bu dostluğa inanla seve seve çalıştığım zaman, efendi ruhluluğunu, dürüst düşünürlülüğünü, her bayramımızda elçiliğimize misafir geldikçe görüşmelerinden bildiğim, general Trikopis, kederden ve yorgunluktan solmuş yüzünde ruhunun yarasını belirten bir hüzünle, başına bu felaket geldiğini, vazifesini sonuna kadar yaptığını, fakat en son vazifesini, kendini çekip öldürmek vazifesini yapamadığını, çünkü buna vakit kalmadığını anlattı.

Sen ona, eğer sonuna kadar vazifesini yaptığına eminse vicdanı müsterih olabileceğini; kazanmakla kaybetmenin değişir harp talihi iktizası (gereği) olduğunu, söyledin! Fatihliği ve fatihliğin taşıması gereken büyük ruhluluğu doğuştan beraberinde mi getirmiştin. Yendiğinin karşısında duruşu ile kurumlanan, bakışıyle böbürlenen bir muzaffer kumandan tavrı asla takınmış değildir. Sordun ki:

— Nasıl oldu? Anlatın!

— Anlamaya, telgraf yolunu kullanmaya, İzmir'de bulunan Başkumandanımızla temas ve rabıta (bağ) kurmaya vakit, imkan kalmadı.

— Pek mi habersiz oldu? Böyle bir şeyin geleceğini anlamadınız mı?

Trikopis, başlarına böyle bir şey gelebilir olduğunu kendisinin ötedenberi sezinir, «Yüksek Yayla»da gereken tedbirler (önlemler) alınmaksızın uzun müddet barınılamayacağını kendinden daha yukarı kademelere duyurur, fakat bir türlü mühimsetemez olduğunu içi yana yana anlattı.

Ve anlattı ki, kendilerini kuşatan üçgen darala darala öyle bir kerteye gelmiştir ki onları bir yamacın eteğine iyice dayamıştır.

— O zamana kadar toplarımızı az çok kullanarak geri çekiliyorduk; fakat sırtımız o yamaca dayatıldıktan sonra artık, kıpırdanmamıza mecal (güç) kalmamıştı. Arkamız, önümüz her yanımız süngü. Böylece iş artık bitmişti. Atımı bile bulamıyordum. Ormanlar içine yaya düştük.. dedi.

Trikopis bizim o Kızıltaş deresi yamacına yapışıp kalmış gördüğümüz manzaranın hikayesini böylece anlatmış oluyordu. Sana sordu;

— Siz bu harbi nereden idare ediyordunuz?

Senin karargahını Afyonkarahisar açılarında sanıyordu. Sen, düşünceli gözlerin dalgın:

— İşte tam o süngülerin parladığını söylediğiniz yerde, askerlerin yanında idim.. dedin..

— İşte harp böyle kazanılır. Yoksa 3000 Km. uzakta, durum gözle görülüp, hükmü verilmeksizin bir harita üzerinde pergelle ölçülerek yattan idare edilmez.. Edilir, ama netice böyle olur.. dedi.

General Trikopis;

— Büyükada'da oturan zevcesine (eşine) kendisiniz sıhhatte olduğunu bildirmek için bir telgraf çekilmesi dileğinde olduğunu, açıkladı.

— Peki, dedin, senin halinde ne bileyim karşısındakini o kadar «a sonaise» koyan (rahatlığa götüren) bir büyük yüreklilik vardı ki, huzurunda ayrılmak üzere ayağa kalktığı zaman, general sana:

— Ekselans, sizin Kavala'da bir dostunuzun, İsmail Hakkı Bey'in evinde bir resminizi gördüm. Orada pek gençsiniz, halbuki şimdi...

Sen ona cümlesini bitirmeye vakit bırakmayacak gibi bir yarım gözle baktın ve yüzünde gülümsemeye benzer bir eda belirterek:

— Eh; ne yapmalı; o zamandan beri bizi biraz çalıştırdılar; dedin.

Trikopis ve Diyenis, güvence altında kalacakları evlere gönderildikten sonra, Mustafa Kemal, arkadaşlarından ayrılıp bir odaya çekilir. Belli ki, çok duygulanmıştır.. Ruşen Eşref, bu sahneyi anlatırken «Bilsen gözleri ne kadar daha büyümüş olarak..» der.

İşte Atatürk'ün büyüklüğü buradaydı gerçekten...