Haydar Kutlu-Nihat Sargın davasının geçen duruşmalarından birinden sonraydı; DGM üyeleri, asansördeydiler. Yanlarında, bir de savunman, o da asansörde; üyelerden biri, şöyle mi demişti?
Bugün de vartayı atlattık!
"Varta" dediği üyenin, duruşma mıydı? Duruşma topu topu, birkaç saat sürüyor, sonra bir ay sonraya bırakılıyordu. Bu, aylarca, yıllarca sürdü. Bunu aşabilmek için Haydar Kutlu'yla, Nihat Sargın açlık grevine başladılar, ölüm orucuna yattılar. Bu yirmi gün sürdü. Onları açlık grevini ertelemeye götüren girişimi Aziz Nesin, Cahit Talaş, Akın Birdal yaptılar. En etkili onlar oldular. Açlık grevinden sonraki ilk duruşma 4 mayıs cuma günüydü. Kutlu'yla Sargın, biraz zayıflamış görünüyorlardı, ama ayaktaydılar, sağlıklıydılar. Yurtdışından yine çok sayıda izleyici gelmişti. Avrupa Parlamentosu'nun eski Türkiye Masası Başkanı Luc Beyer De Ryke de bu kez gelenler arasındaydı. İki yıl boyunca yabancılar, Ankara'yı yol ettiler. Yurtdışında, ANAP İktidarının saygınlığı sıfıra yaklaşmıştı. Türkiye'de insan haklarıyla ters düşen bir iktidarın varlığını kanıtlamak için başka örnek aransa bulunamazdı. Bunun başlıca sorumlusu, sonradan Çankaya'ya tırmanıp oturacak olan Hacı Turgut Bey miydi?
Her duruşma, DGM'nin bulunduğu "Çevre Sokak"ta oturanlar için bir cehennem azabıydı. Sabahın köründe yollar kesiliyor, sözde güvenlik bahanesiyle, o sokaktan kuş uçurulmuyordu. Ankara’da ev hizmetçileri, sabah erkenden ev temizliğine giderler. Çevre Sokak’ta, hizmetçiler evlere gidip çalışamadılar. Yalvarıyorlardı görevli polise:
Ben işe gidiyorum, ne olur beni bırak!
Yasak, dedik ya!
O gün sokaktan geçmek yasaktı. Binlerce kişi sokağın başında yağmur altında beklerdi. İstanbul'dan gelenler, Ankara girişinde çevriliyorlardı geriye. Gezi özgürlüğü kalmamıştı. Savcı Nusret Demiral:
Ankara'ya sokmayın, sokarsanız gözaltına aldırırım! diyebiliyordu. İstanbul'dan gelenlerin, valiliğe başvurarak "Ankara’ya gitmek için" izin belgesi istedikleri söyleniyordu. Çevre Sokak, geçemeyenler için lanetli sokak mı olmuştu? Yani ilençli sokak...
Tüm bunlar, kendi ayaklarıyla tıpış tıpış Türkiye'ye, yurtlarına gelmiş olan Haydar Kutlu'yla, Nihat Sargın’ı cezaevinde tutabildiğince tutmak, Behice Boran'ın cenazesi olayı nedeniyle gitmiş olan sağ oyları, yeniden ANAP'a kazandırmak için mi? Hacı Turgut Bey, öyle mi düşünüyordu? Behice Boran'ın cenazesinin Türkiye’ye getirilmesi. Meclis önünde tören yapılması olayları. Hacı Turgut Bey'in bilgisi içinde olmuştu. O istemese, kolay mıydı bunların olması? Necmettin Karaduman, Hasan Celal Güzel, olayı elbette daha iyi biliyorlardı. Savunman Halit Çelenk, Erşen Bansal, Boran'ın cenazesi olayıyla ilgili olarak o zaman Başbakanlık Müsteşarı olan Hasan Celal Güzel'le görüşmüşler, bazı şeylere onlar da tanık olmuşlardı. Behice Boran'ın cenazesinin gelişi nedeniyle giden sağ oylar, seçim öncesi Türkiye'ye gelen Haydar Kutlu’yla Nihat Sargın içen tıkılarak geri getirilebilir miydi acaba? Kutlu'yla Sargın, böyle ince bir politikanın uğruna mı yattılar, iki buçuk yıl cezaevinde? Ne bileyim? İki buçuk yıl da değil, daha çok. Onu içeride yatan bilir... Sıdıka Su, son duruşmadan içeri güçlükle girebilenlerdendi. Rasih Nuri İleri, şoför İdris birlikteydiler...
Son duruşmada, savunman Turgut Kazan, davanın böylesine uzun sürmesini eleştirdikten sonra şunları söylüyordu özetle:
Sayın başkan, sayın üyeler! Bizim davamız, delillerin ikamesi aşamasına kilitlenip kalmıştır. Niye kilitlenmiştir? Ceza Yargılamaları Usul Yasası'nın, demin sözünü ettiğim maddeleri hiçe sayıldığı için kilitlenmiştir. (Başkanın bu sırada, sözünü kesmek istediği görüldü Turgut Kazan, konuşmasını şöyle sürdürdü): Efendim, insicamımı bozmamanızı istirham ediyorum. Ben, 27 yıllık avukatım, neyi nasıl anlatacağımı bu dönem içerisinde, büyük bir deneyimle kazandım! O yüzden ben anlatacağıma inanıyorum. Siz lütfedip, dinleme zahmetine katlanırsanız, ben anlatacağım! Lütfen insicamımı (söz düzenimi) bozmayın! Duruşmayı yönetme görevleriniz içerisinde, insicamımı bozma göreviniz yoktur! (Başkan Vehbi Benli, oldukça yumuşak davranıyor. “Mümkün olduğunca sükûnet içerisinde konuşmasını" Turgut Kazan'a söylüyordu. DGM üyelerinden biri de oturduğu yerden Turgut Kazan'a söz atınca, Kazan konuşmasını sürdürdü): Ne zamandan beri heyet üyeleri, 27 yıllık bir avukata nasıl konuşacağını.... 27 yıldır bana, hiçbir yargıç söylemedi! Nasıl konuşacağımı ben bilirim! Bugüne kadar özellikle, hele başkanın dışında bir üyeden, böyle bir uyarı almadım. Efendim, özetliyorum, arzediyorum: Delillerin ikamesi (yeril yerine konması) aşamasındayız. Burada kilitlenip kaldı. Bu kilidi açmak zorundayız. Bu kilidi açmak ve aşmak için yasayı uygulamanızı istiyoruz...
İlkin oturum açılıyor, çuvallar dolusu evraktan üç-beş tane okunuyor, saat 11.00’e gelindiğinde ya da 11.30'da, otuz gün sonraya bırakılıyor. Ha, buna hakkınız yoktur. İşte ben, "niçin hakkınız yoktur”u bu konuda Ceza Yargılamaları Usul Yasası'nın 219,221, 222. maddelerine göre anlatmak istiyorum. (Kazan, uzun uzun, maddeleri anlatıyor) 219'uncu madde "kesiksizliği" getirmiştir (Prof. Nurullah Kunter'den alıntılar yaparak örnekler verdi.)
Sayın başkan, 1412 sayılı yasanın uzun ara verme nedeni olarak kabul ettiği, ek savunma ve savunma hazırlama ihtiyacı doğduğundan siz yalnız 15 gün mehil verebilirken "okumak için gün yetmedi” diye 30 gün mehil nasıl verebilirsiniz? Açıkça kanun hiçe sayılmaktadır, diyoruz ve kanunun uygulanmasın istiyoruz! "Nasıl olur da 30 günde üç sayfa okursunuz?" diyoruz!
Sayın başkanım, bu usul hükümleri karşısında hangi zaruret, yazılı delil okumayı otuz günden otuz güne erteleme imkânı verir?.. Bu keyfi usule son verilmesini istiyoruz. Sonuç olarak biz, sözünü ettiğimiz usul kurallarının işletilmesini istiyoruz. Ben, 27 yıllık avukat olduğumu söyledim, özür dileyerek tekrar ediyorum bunu; ama hiçbir duruşmada bugüne kadar delillerin ikamesi aşamasında, "Bugün yazı bitmedi, yirmi beş gün sonraya..." böyle bir olaya rastlamadım. Subut vasıtası ne ise okunmaya başlandı mı okunur. Kesiksizliğe uyulmasını istiyoruz. Okunan delillere hiç önem vermiyoruz! Açık söylüyorum. Ama 30 günlük talikleri (ertelemeleri) yasaya aykırı sayıyoruz ve kesiksizlikte ısrar ediyoruz. Aksi halde yargılamanın bin yıl süreceğini söylüyoruz. Altını çiziyorum, abartmıyorum, bu dava bin yıl sürecektir! Sayın başkanım, benim ömrüm yetmeyecek, bunu biliyorum. Ve bu gerçeği görüyorum, dehşet içinde "kesiksizlik" istiyorum. Ben ve arkadaşlarım, yani savunma makamı, bu heyetten hiçbir şey beklemiyoruz! Ama müvekkillerimizin üstüne vurulan kilidi açabilmek için Yargıtay'a gitmek istiyoruz! Siz her ara kararından sonra, Yargıtay’dan söz ediyorsunuz; bin yıl sonra ben nasıl tartışacağım? Bu tartışmadan ne çıkacak? Tekrar ediyorum, müvekkillerimin selameti için, müvekkillerimin özgürlüğü için, hakkı için, hukuku için, bir an önce Yargıtay'a gitmek istiyoruz. 'Davayı bir an önce bitirin!' diyoruz, başka bir şey istemiyoruz!... "
DGM Başkanı, davayı bitirmedi, ama o sert geçen duruşma sonunda. Haydar Kutlu'yla Nihat Sargın'ın salıverilmelerine karar verildiğini açıkladı. Nihat Sargın, Turgut Kazan konuşurken içinden, ''Bu konuşmadan sonra, bizi dünyada bırakmazlar" diyordu. Oysa işin içyüzü bambaşkaydı.
10 Mayıs 1990, Cumhuriyet