İki Tık Tık, Bir Şık Şık...

Bir genç doktor şöyle dedi:
Ben her gün işkence görüyorum!
Nasıl?
Vatandaş geliyor, muayene edip, reçetesini veriyorum. İşte, her reçete yazış, benim için işkence oluyor! Biliyorum ki reçeteye yazdığım ilacı alamayacak. Bu işkence değil de ne?
Bir eczacı bayanla konuşuyoruz. İlaçlara yapılan zamlardan öylesine yılmış ki yurttaş, eczacıya şöyle diyormuş:
Eczacı Hanım, şu reçetedeki ilaçlardan hangisi gereksizse onları almayayım. Gerekli olanı alayım!
Demek, eczacı da işkencede. Bunları bilmesi gereken Turgut Bey, keyfinde!
Cumartesi günü "Amca zam var mı?..." başlıklı yazısında Mehmed Kemal de yazdı. Güzel yazdı. Bir arkadaşım, Mehmed Kemal’in yazısını benim yazım sanmış. Bana "Geçmiş olsun!” dedi. Mehmed Kemal, yazının girişinde gözünün kanlandığından söz ediyor da ondan.
Sağol, ama yazıyı ben yazmadım, dedim. Mehmed Kemal yazdı!
Allah Allah nasıl olur, ben senin sandım!
Olabilir, aynı köşede yazıyoruz ya...
Okurların kimi de karıştırıyorlarmış. “Türkçe ezan” konusunda. Mehmed Kemal'e tepkiler gelmişti, oysa onun “Türkçe ezan”la ilgili pek bir yazısı yoktu. Belki "domuz eti” konusunda da gelmiştir, ne bileyim? Kimi okurlar, yazıyı okuyunca, kimin yazdığına bakmadan döşeniyorlar mektubu!
Ankara Tabip Odası'nın düzenlediği kokteylde konuşuyoruz. Genç doktorlar, geçim sıkıntısından, kendilerine yapılan haksızlıklardan söz ediyorlar.
Her şey bir yana da Semra Hanım’ın "Papatyalar Karavanı”nda çalışmak zorunda değiliz! diyorlar.
Semra Hanım'ın “papatya” kervanı köylere filan gidiyormuş ya, oraya sayrıevlerinden genç doktorları da alıyorlarmış. Onlar gidince, sayrıevleri doktorsuz kalıyormuş...
Peki zorluyorlar mı Papatya kervanına katılmanız için?
Yoo, zorlamak yok, ama kervana katılmazsanız, başınıza ne geleceği ne belli?
Böyle kervanlara doktorların katılması da sadece gösterişten başka bir şey değilmiş. Elde ilaç yok, bir şey yok. İki tık tık, bir şık şık, öyle...
Sağlık Bakanlığı, böyle propaganda, gösteriş amacı taşıyan girişimlere devletin doktorlarını veremez. Doktorlar, partizanlıktan öylesine yakınıyorlar ki ANAP’lı milletvekillerinin kiminin seçim bölgelerinde, yüz kişiye bir doktor düştüğü oluyormuş. Türkiye'de kaç bin kişiye bir doktor düşmüyor?
“Türk Kadınını Güçlendirme Vakfı" yani "papatyalar”, devlet kesesinden, "propaganda" yapmanın yolunu iyi bulmuşlar. Buralarda doktorların çalıştırılacaklarına ilişkin, elde yazılı bir buyruk da yok. Ankara'dan Sami Ulus Çocuk Hastanesi, Tahir Burak Doğumevi, Ankara Hastanesi Kadın-Doğum Kliniği başasistanlarıyla, asistanları vakıf karavanında kaç artır çalıştırılıyorlar? Çalışmak için öyle yazılı buyruğa ne gerek yok, sırası gelen çalışacak o kadar! Genellikle çocuk doktorları bir hafta, kadın-doğum doktorlarıysa bir ay süreyle mi çalışıyorlar. Bu görev karşılığında da hiçbir ücret ödenmiyor mu? Angarya mı yani? Özellikle kadın-doğum hekimleri bayanlar arasından seçiliyor ki geleneklerimize uysun. Kadınlar, erkek doktorlara muayene olmak istemeyebilirler de?
Karavanın içinde, Semra Hanım’ın büyük boy bir fotoğrafı var. İçeride, Semra Özal imzalı bir “talimat" da var mı?
Başka kuruluşlar, vakıflar da Sağlık Bakanlığı'na başvurarak, böyle cabadan doktor isteseler, verir mi Sağlık Bakanlığı? Örneğin, ana muhalefet partisi, böyle bir başvuruda bulunsa, ne yanıt alır? Ankara Tabip Odası, nisan ayı başında basına yaptığı bir açıklamayla, olayı sert biçimde eleştirmiş, özetle şöyle demişti:
"Vakfın, hükümet dışı bir gönüllü kuruluş olarak, devletin var olan sağlık kuruluşlarını teşvik, bu kuruluşları güçlendirmek ve halka hizmetlerden nasıl yararlanacağı konusunda eğitim yapmak asıl görev ve işlevi olmalıdır. Bunun yerine, devlet kuruluşlarının hekim, diğer personel vb. kaynaklarının usulsüz olarak, çeşitli baskı ve zorlamalarla resmi görev dışındaki yerlerde ‘kullanılması' iddiaları, ‘devlet icraatı' ve amaçlarıyla tam bir çelişki yaratmaktadır.
Hekimler, özel politik çıkarlara alet olmayı değil, devlet kuruluşlarında halkımıza onurla verdikleri hizmete sahip çıkılmasını ve kamu sağlık hizmetlerini güçlendirme konusunda, hükümetin asli görevini yerine getirmesini beklemekte ve istemektedirler. Türk Kadınını Güçlendirme Vakfı'nın çalışma biçimi bir an önce düzeltilmeli ve usulsüz uygulamalara son verilmelidir.''
Ankara Tabip Odası'nın bu hafta sonunda genel kurulu var. Şimdi yönetimde bulunanlar, Selim Ölçer’in başını çektiği "Çağdaş Hekimler Grubu" olarak genel kurula katılacaklar. Karşılarındaki grupta ise, adı "Petek Grubu" ya da "Birlik Grubu" olacağı söylenen grup var. “Petek Grubu"nda, eski MHP eğilimlilerinin olduğu ileri sürülüyor. Genel kurul, Tuna Caddesi'nde, Kurtuluş Parkı yakınındaki "Hekimevi" salonunda cumartesi günü yapılacak, seçim ise pazar günü... Genel kurulda, eğitim gibi, dökülen, paraya dönüşen sağlık politikası da tartışılacak.
Ankara'ya Cumhuriyet bürosuna hemşireler geldi İstanbul'dan. "Nabız” diye bir dergi çıkarıyorlar. Daha yeni, ama iç açıcı. Derginin yönetim yeri: Peykhane Sok. No: 53/B Sipahi Han Kat 5, Daire 27 Çemberlitaş/İstanbul.
Derginin mart sayısında, Ataol Behramoğlu'nun şu dizeleri var
"Bütün insanları dostun bil, kardeşin bil kızım/Sevincin ürünüdür insan nefretin değil/Zulmün önünde dimdik tut onurunu/Sevginin önünde eğil kızım..."
Geçen gün, fizyoterapistlerin (sağaltıcıların) 20. yıl kokteyline gittik, İnsan Hakları Derneği Başkanı Nevzat Helvacı'yla. Orada öğrendim, Türkiye'de her üç kişiden biri romatizmalıymış. Bedensel özürlülerin sayısı da 5 milyonu geçiyormuş. Fizyoterapist yetiştireli 20 yıl olmuş da daha bunların sayısı 600‘ü aşmıyor. Yüzde doksanı da bayan. Bu durumda, en az on, yirmi kat gereksinim var. Teknisyenlerse, fizyoterapistlerden çok çalıştıklarını söylüyorlar. "Onların işi kolay iki tık tık, bir şık şık tamam. Bizim işimiz öyle mi?” diyorlar. Her uğraşta böyle şeyler oluyor galiba, aralarına girmeyeyim!