İki Kurultay Arasında...

Olay, 1946-50 arasında geçer. Erzurum Kongresi'ne katılmış, Erzurum Milletvekili Cevat Dursunoğlu, o zaman Cumhurbaşkanı olan İsmet Paşa’ya şöyle der özetle:
Paşam, bu anayasayı değiştirin, yeni bir döneme, demokrasiye geçiyoruz. Anayasayı değiştirmeden iktidarı devrederseniz, memleket kötüye gidecektir. Anayasayı değiştirelim...
Dursunoğlu, bu Meclise “gayri meşru” diyorlar. Ben tarihten korkarım. "Gayri meşru" Meclisle anayasa değişikliği yapmanın sorumluluğunu yüklenemem...
İsmet Paşa anlatır, der ki:
1946 seçimlerinden sonra, İstanbul Valisi Lütfi Kırdar “DP’nin Rum adayının oylarını Kâzım Karabekir’e aktarmasaydık, Kâzım Karabekir kazanamazdı” dedi. Ben bu Meclisle anayasa değişikliği yapamam.
1950 seçimleri olur, Demokratlar kazanır. Tek başlarına iktidara gelirler ezici çoğunlukla, "antidemokratik" yasalar, yürürlüktedir. Anayasa, yeni yasama, çok partili düzene göre değiştirilmiş değildir. 1950'den hemen sonra, Cevat Dursunoğlu, İsmet Paşa’ya şöyle der:
Anayasayı, antidemokratik yasaları değiştirmeden iktidarı devrettiniz. Bir daha iktidara gelemeyeceksiniz.
Bu yaşanmış olayın, iki kişisi İsmet Paşa ile Cevat Dursunoğlu öldüler. Ancak bu konuşmaları dinleyenlerden yaşayanlar var. Bir Cumhuriyet okuru, olayı bir mektupta yansıtmış. "Ankara Notları"nda işlememi istemişti. Okur da, Niyazi Aras’tan dinlemiş. Okur, "olayı Niyazi Aras'tan soruşturabilirsiniz" diyordu. Niyazi Aras'ı aradım, doğruladı. Niyazi Bey, Cevat Dursunoğlu’ndan Erzurum'un Hasankale'sinde dinlemiş. Niyazi Bey, mülkiye müfettişi olarak, o yörede bulunmaktaymış. Cevat Dursunoğlu, Niyazı Aras'a olayı anlattıktan sonra şöyle demiş:
İşleri bu hale getiren, İsmet Paşa’nın tarihsel sorumluluk anlayışıdır...
Köylünün biri, karısına:
Leğeni, ibriği, havluyu dama çıkar, demiş. Aptest alıp namaz kılacağım...
Niye dama çıkarıyorsun leğeni, ibriği? diye sormuş karısı, burada alsana aptestini?
Muhtarın görmediği aptesi, namazı ne yapayım? Karşılığını vermiş kocası...
Bu fıkrayı da Cemal Seymen anlattı; Cemal Seymen, SODEP MKYK üyelerindendir, yıllar öncesinden tanırım.
Cuma günü SODEP'in Küçük Kurultay'ı başladı. Kurultay’ı açan Erdal Bey, geniş kapsamlı affın zorunluluğundan, işkencelerden söz etti. Gözucuyla izledim. Açış konuşması dışındaki tartışmalar basına kapalıydı. Kapalı olmasına karşın, gazeteciler, içeride olup bitenleri ayrıntılarına dek, öğrenmeye çalıştılar. İçimden:
Küçük Kurultay’ın tartışmalar bölümü de basına açık olmalıydı, kamuoyu, olup bitenleri, örgütten gelenlerin anlattıklarını öğrenmeliydi... diye geçirdim.
Örgütten gelenler, çok rahat konuşuyorlardı. Öbür partilerde, şimdiye değin görülen, genel başkanı ayakta alkışlama, sloganlar atma, gösteriler yapma diye bir şey yoktu, Genel Başkan alkışlanmadı gibi.. Konuşanlar alabildiklerine eleştiriyorlardı SODEP yönetimini, ülkedeki yönetimi...
İşkencelerden, eziyetlerden yakınıyorlardı çokça. Geniş kapsamlı af istiyorlardı. İşsizlik dizboyu. Diyarbakır il başkanı bir dayı anlattı, şöyle: Diyarbakır'da “Cumhuriyet Köyü" diye bir köy vardı. Baraj yapılacağı için bu köyde oturanlar, başka yere yerleştirilmişlerdi. Yeni yerleşim yeri de uzak değildi. Ancak, bunlara elektrik verilmiyordu. Erzincan’da bir köy halkı, SODEP'e oy verdiler diye eziyetten geçirilmişlerdi. Kurultay'da tek çiçek vardı. Tutuklu ailelerinin çiçeği...
Akşam Bulvar Palas’ta verilen kokteyle, SODEP’e üye olan olmayan tüm eski milletvekilleri, senatörler çağrılmışlar, çoğu da gelmişti. Gözlediğim kadarıyla, SODEP'i, gelecekte önemli sorumluluklar beklemekteydi. Tabanı, yönetiminden güçlü bir örgüt görünümünde...
Bulvar Palas'taki kokteyli İsmail Gülgeç’le izledik.
Vedat Türkali'nin yapıtlarından biri, "Eski Filmler" adını taşır. ANAP’ın birinci büyük kongresini izlerken, içimden:
Ben bu filmi görmüştüm, diye geçirdim...
Turgut Bey, konuşmasına başlarken, ortadaki foto muhabirlerinin yumruklanması, uzaklaştırılırlarken de yüzlerine tükürülmesi, utanılacak olaydı.
Atatürk Spor Salonu, hıncahınç doluydu. Saat 10.00'u az geçerken, Ulaştırma Bakanı Veysel Atasoy, dışarda bekleşen "omuzcu grup"un omuzlarında salona girdi. Salonda gösteriler arasında tur attı. Daha sonra yine gösteriler arasında Genel Sekreter Mustafa Taşar salondaydı. Bağırmalara, çağırmalara karşın, bir heyecan yok. Mustafa Taşar, kongreyi açtı. Biri, oturduğu yerden:
Mustafa Taşar! diye bağırdı. Taşar, sözünü kesip ellerini yukarıda yumruk yaparak bağırana, başıyla selam verdi. Mustafa Taşar şöyle dedi:
ANAP, kanının son damlasına kadar, milliyetçi ve muhafazakârdır!
Divan Başkanlığına İçişleri Bakanı Yıldırım Akbulut seçildi.
Başkanlık Divanı yerini aldıktan sonra, 10.52’deTurgut Bey, geldi. Boyunun kısalığından mı, kalabalıktan mı, göremedim. Yanımda oturan AFP yönetmeni Serge Arnold da görememiş. Bir yandan bando çalıyor, bir yandan bayraklar sallanıyor. "En büyük Özal, başka büyük yok" diye bağrışmalar.
Özal, beklediğim gibi, “Yüce Allah'a hamdederek sözlerime başlıyorum..” dedi, sözlerinin başında.
İşte, gazetecilerin dövülmesi, o sırada başladı. Dövülmeye de Başbakan, ANAP Genel Başkanı Turgut Bey'in, “Foto muhabirleri, lütfen çekeceklerini çeksinler ve yerlerine gitsinler" sözlerinden sonra başlandı. Başbakan böyle deyince, delegeler ne yapmazdı? Delegeler ayağa kalkarak, foto muhabirlerini yuhalamaya başladılar.
"Yuuuh" sesleriyle salon inledi. Yumruklamalar, iteleyip kakalamalar gırla gitti. Görevliler, foto muhabirlerini ite kaka uzaklaştırıyorlardı. Yerli, yabancı tüm konuklar olup bitenleri "ibretle" seyrediyorlardı.
Bunca yıllık gazeteciliğimde, gördüğüm yeni bir olay değildi ol anlar: Bu filmi kaç kez seyretmiştim, iktidarda paylaşılmayan bir şeyler mi vardı?