İki “İnönü” Gezisi...

İsmet Paşa'nın 1942-43’lerde, Eskişehir'in Çifteler Köy Enstitüsü'ne yaptığı bir gezinin izlenimlerini, Rauf İnan'dan dinlemiştim. Rauf İnan, o yıllar “Çifteler Köy Enstitüsü" müdürü. Rauf inan, şöyle anlattı:
"Bir gece, saat 03.00'e doğru köylerden dönmüştüm. Gece bekçisi geldi:
Sizi telefonla vali aradı, dedi.
Eğitim başı, nedenini biliyordur, gelsin dedim. Eğitim başı:
Yarın (bugün) Cumhurbaşkanı İnönü, buraya gelecekmiş, Vali bey onu söyledi..
Lütfen öğretmen Seyfi Koryürek’e söyleyin, jandarma karakoluna gitsin, o da köylere haber versin, "Cumhurbaşkanı geliyor, isterseniz gelin" desin...
O yörede göçmen köyleri vardı, çoğu atlı, arabalı. Sabahleyin köylüler doldular. Cumhurbaşkanı İnönü geldi, karşıladık. Bana:
Sizin eve gidelim, dedi. Eve gittik:
Ben burada bir kahve içerim, dedi. Divana oturdu, kütüphaneyi gördü, Almanya’dan getirdiğim kitaplar vardı, onlarla ilgilendi, "İki Milyar İnsan İçin Ekmek", “Petrol Savaşı" kitaplarını aldı incelemeye başladı. Almanca biliyordu.
İzin verirseniz, sizde kalsın dedim...
Sen bana kitap mı armağan ediyorsun, benim sana kitap armağan etmem gerek; diye karşılık verdi.
Evden çıktık. Hamidiye köyüne gittik, okulun bir bölümü orada. Yolda, çayırda, arabalarıyla gelen köylüler. İnönü sordu:
Bunlar her zaman böyle midir? Buraya niye gelmişler? Kendiliklerinden mi gelmişler, haberli mi?
Biz haber verdik, geldiler Paşam; İnönü ciddileşti:
Niçin?
Paşam, siz buraya gelip gittikten sonra, köylüler sormazlar mıydı “Niçin bize haber vermedin?" diye. "Cumhurbaşkanı, yalnız sizin Cumhurbaşkanınız mı?" onun için, biz haber gönderdik efendim...
Doğru dedi. İsmet Paşa köylülerle konuştu... Sıra öğrencilere geldi:
Çocuklarda bit var mı?
Var Paşam; sert baktı:
Neden?
Köye gidenler sadece kendilerini, onlara ödev olarak verdiğimiz köy dosyalarını hazırlayıp getirmiyorlar ki, bit de getiriyorlar;
Peki ne yapıyorsunuz?
Çamaşırlarını kaynatıyoruz, sık sık ütüv yapıyoruz..
Sigara içenler var mı?
Var ama, bunların sigaraları öğretmenlerindedir. Ondan alıp içerler; Paşa, buna çok şaştı:
Neden? diye sordu.
Bir kez, gizli sigara içmesinler diye; sonra da arkadaşlarına yaymamaları için.
Yemekte de birlikteydik, öğrencilerin arasında yedi... Şeker hastası olduğunu bilmiyorduk. Karpuzları hep benim önüme koyuyordu.
Yemekten sonra çocuklar, ulusal oyunlar oynadılar. Mithat adında bir çocuk vardı, paçası yırtıktı, rastlantıyla o da tam Paşa'nın karşısında oynuyordu. Paşa'nın dikkatini çekti;
Bunların başka giysileri yok mu? diye sordu.
Var Paşam.
Niçin giydirmiyorsunuz?
Bugün çalışma günüdür. Üstlerindeki de iş giysileridir... Karşılığını verdim. Bazı arkadaşlar sabahleyin, "Cumhurbaşkanı gelecek, bir temizlik yaptıralım mı?" dediler, öteki giysileri giydirme önerisinde bulunanlar da oldu; ‘‘Cumhurbaşkanından saklayacağımız en küçük bir kusurumuz olmamalı" dedim. “Allahtan nasıl kusurumuzu saklayamıyorsak. Cumhurbaşkanından da saklamamalıyız" diye ekledim. Cumhurbaşkanı İnönü, gerçekleri olduğu gibi görmekten memnun olmuştu.
Bundan sonraki bölümünü Tonguç'tan dinlemiştim;
Eskişehir'de, İnönü valiye sorar:
Nereye gideceğiz?
Halkevine...
Halkevine giderler, kimse yok. Bir adam duvarları boyuyor. Canı sıkılır.
Beni bu boş binaya niye getirdiniz? Bir kahveye gidelim de halkla görüşelim, der.
O gün günlerden pazarmış. Vali de kahveleri kapatmış. (Bu arada anımsadım, Ordu Valisi de, Ordu'da tüm bira içilen yerleri kapatmış, iyi mi?)
Paşam, partiye gidelim, derler.
Partililerle ben her zaman, her yerde görüşürüm, ne yapacağım partilileri? Ben halkla görüşmek istiyorum; istasyona gidelim, benim vagonum orada...
İstasyona giderler, partililer silindir şapkalarıyla gelirler. Kalabalıklaşır. İnönü şöyle konuşur:
Bu ne garip durum; köy enstitüsü müdürü, kendisine düşmediği halde, çevre köylere haber gönderir, “Cumhurbaşkanı geliyor" der ve çağırır. Her yanı köylülerle doldurur. Kentte de kahveler kapatılır, halktan bir tek kimseyle görüşemem. Bu ne biçim iş...”
* * *
Rauf Bey'in anlattıkları daha uzundu. Oysa ben, “Baba" İnönü'yle başlayıp, SODEP Genel Başkanı Erdal Bey'in gezisine değinecektim. Erdal Bey'i, Sabahattin Selek'in, Türk Tarih Kurumu'nda, perşembe günü yaptığı “Atatürk-İnönü İlişkileri" konulu söyleşide gördüm. Beş buçuk ayda, elli bin kilometreyi bulan gezi yapmıştı. İzlencesini eksiksiz uygulamıştı. Gidilemeyen yerler dışında, geziler bitmiş oluyordu. Erdal Bey'e:
Kış kıyamette dolaştınız, dedim.
Burası daha soğuk, diye karşılık verdi. Hem gittiğimiz yerlerde de oturuyorduk...
Yiğit Gülöksüz anlattı: Afyon’un Sultandağı’na bağlı Kemerkaya kasabasında, okullar da tatil olduğu için çocuklar sokakta dizilmişler, Erdal Bey'le arkadaşlarını karşılıyorlar. Sonra, düğün salonu gibi bir yere gidiliyor; 60-70 kadın kucaklarında bebeler, en önde de okul çocukları, kadınlar gelip elini sıkıyorlar Erdal Bey'in... Erdal Bey, bebekleri görünce çok keyifleniyor. "Bebekler” diye mırıldanıyor. Kimi kadınlar “Af istiyoruz” diyorlar. Erdal Bey, konuşmasını yaparken, dinleyen erkeklerden biri:
Biraz sert konuşun, çıkış yapın; gibisine uyarıda bulununca Erdal Bey şu karşılığı veriyor;
Şimdi burada sert konuşursam olmaz; bak çocuklar var, korkarlar."