27 Mayıs öncesinde, SBF'nin duvarlarının kurşun delikleriyle dolu olduğu günlerdi. Bir rektör vekili vardı. S.K., Menderes'e çok hayrandı. Konuşurken, cebinden bir pipo çıkartır şöyle derdi:
Arkadaşlar, Adnan Menderes çok büyük adam. Beni de çok sever, cebinden çıkardığı pipoyu göstererek, "bu pipoyu bana kendisi hediye etti."
27 Mayıs oldu. Olayları yakından bilen Prof. Fehmi Yavuz, Milli Eğitim Bakanlığı'na getirildi. 27 Mayıs öncesinde ortaya çıkan, "Eğitim Milli Komisyonu raporu'' ile ilgili olarak, bakanlıkta bir kurul oluşturulmuştu. Kurula Hasan li Yücel de çağrılmıştı. Emil Galip Sandalcı da vardı çağrılanlar arasında anımsadığım, on bir kişiydiler...
Fehmi Yavuz, bir gün Hasan li Yücel’e, eski rektör vekilinin konuşmasını, pipo olayını anlattı. Hasan li Yücel:
Şimdi artık onu yağlasın da... dedi, ağır bir söz söyledi. Konuşurken, sözünü sakınmazdı Hasan li Yücel. Bir toplantı öncesinde, kapıdan içeri girivermiştim. O sıralar, “Vatan”dayım, Ahmet Emin Yalman’ın "Vatan”ı. Hasan li Yücel:
O karı, dedi, şeyini kaldırmaz. "Tembel demeye getiriyordu.”
Ben girer girmez, lafı değiştirdiler. Ancak, dinleyenler gülüyorlardı. Hasan li Yücel:
Oooo, Ekmekçi geldi; dedi, ekmek var mı ekmek? diye takıldı...
Toplantı saati geldi, onlar büyük salona geçtiler. Hasan li Bey’in kalın bir sesi vardı; şakacıydı. Çok örneklerini dinledim, lafını hiç sakınmaz, pat diye söyleyen bir kişi, yerinde de öylesine ince, çelebi... Köy enstitülülere içi titrer, onlara:
Benim karaoğlanlar… derdi.
Dün Hasanlardan birinin, Hasan li Yücel’in ölüm yıldönümüydü. Rauf İnan’ın “Cumhuriyet’te bugün çıkan “Atatürkçü Eğitimi Gerçekleştiren Bakan, Hasan Ali Yücel'' yazısını okuyun. Şöyle bitiyor yazısı Rauf İnan’ın:
"...Görüldü ki, destanlaşan adam olanaksız koşullar altında olanaklar yaratmayı bilen ve gerçekleştirendir"
Rauf İnan, köy enstitüsü müdürlükleri yaptı. Köy enstitülü yazar Abdullah Özkuçur'un "Köy Enstitüleri Destanı", Çifteler Köy Enstitüsü’nde müdür Rauf İnan'ın, müdür değil, nasıl bir "baba" gibi sevildiğini anlatır. Bir gün okul müdürü Rauf İnan, öğrenci başkanını, iki yardımcısını öğretmenler toplantısına katılmaya çağırır. Bu durumu bir öğretmen yadırgar:
Öğrenci, Öğrenciliğini bilmelidir. Öğretmenler toplantısında bunların işleri ne? gibi sözler eder. Rauf İnan, bunu duymazdan gelir, konuşmasını şöyle sürdürür:
Arkadaşlar, der, bundan böyle, öğrencileri ilgilendiren işler konuşulurken, toplantımıza onlardan da temsilciler çağıracağız. Öğrencileri yönetime katılmaya alıştıracağız. Biliyorsunuz okul, yaşamın bir parçasıdır. Öğrenciler, burada nelerin, nasıl ele alındığını, yürütüldüğünü görsünler. Kendileri için neler düşündüğümüzü, kaygılarımızı, çabalarımızı öğrensinler. Yönetmenin, yönetilmenin ne olduğunu bilsinler. İsteklerimizi arkadaşlarına iletsinler. Onların isteklerini de bize getirsinler. Oturalım, konuşalım, tartışalım, tanışalım...
Bir öğretmen söz alır:
Her toplantımıza katılacaklar mı bu öğrenciler? der.
Kendileriyle ilgili her türlü sorunları görüşmeye doğal olarak katılacaklar...
Not durumları filan konuşulurken de mi?
Bundan niye sakınalım ki? Öğrencilerin aldıkları not, onların yetişme düzeylerini gösteren birer değerlendirmedir. Öğrencisini iyi tanıyan bir öğretmen, gerçek notu verecektir. Bunda saklanacak bir şey yoktur. Çünkü bir eğitimci, bu yönde art düşünceli olamaz. Hata edemez, etmemesi gerekir. Bunu öğrencilere inandırmalıyız. Keşke olanak bulunsa da yıl sonunda, sınıf geçme notları verirken, kafamızın içindekilerini onlara sergileyebilsek, düşüncelerimizi, duygularımızı, iç acılarımızı algılatabilsek. Sınıfta kalan bir öğrencinin duyduğu acının yüz katını biz çekeriz; bunu onların da bilmesinde yarar vardır... Bunun için, eğitilenle eğitenin düşünceleri, duyguları arasında camdan başka perde bulunmamalı, açık olunmalı. .
Abdullah Özkuçur’un, "Köy Enstitüleri Destanı" Öğretmen Yayınları arasında çıktı. Kitapta, İnönü'nün, Tonguç’un enstitülerde çalışmaları, gezileriyle ilgili ilginç anılar var. İnönü, Çiftelerden sonra, Kastamonu'nun ''Gölköy” köy enstitüsünde şöyle der:
"Köy enstitülerini Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi ve en sevgilisi sayıyorum. Köy enstitülerinden yetişen evlatlarımızın başarılarını ömrüm oldukça yakından ve candan izleyeceğim.. "
Köy enstitülerinin kırkbeşinci yılına giriyoruz 1 ay sonra. Şimdi yerlerinde yeller esmekte. Bugünkü eğitim durumumuzu, ülke çapındaki “molla eğitimi”ni görmemeye olanak var mı? Bunları sergileyeceğim...
Dün, öbür Hasan'ın, Hasan Hüseyin Korkmazgil'in de ölüm günüydü. Bir yıl önce ölmüştü. Hasan Hüseyin'in yayımlanmamış şiirlerinden oluşan, Azime Korkmazgil'in basıma hazırladığı “Kandan Kına Yakılmaz”ı okudum. Kitabın girişine, "önsöz gibi" yazdığı bölümün sonunda şöyle sesleniyor Azime Korkmazgil:
“.. Sayısız şiir taslaklarından, not defterlerinden, tamamlayıp raflara kaldırdığı öykü-oyun, masal, konuşma-deneme-anı... dosyalarından ve mektuplarından yana hiç bakmıyorum.
Ama ben "kendimi tutamayıp" çok alçak gönüllü bir şey yapmak istedim. Yazdıkların içinde, kendimce en duygulu, en coşkulu bulduklarımdan ve tartışılmaz güzellikte işlenmişlerin bazılarından, ille de sevi şiirlerinden bir demeti, en son yazıp, bıraktıklarından bir desteye eklemek istedim "Kandan Kına Yakılmaz”ın bana çağrıştırdıklarının karşısına, bazı sevi şiirleri koyarak, bir tür denge duygusuna varabilirdim belki. Hiçbirinden kendime pay çıkarmadan, çok tarafsız bir sevgiyle eğildim onların üzerine. Her bir şiir, içinden duyulup, yaşanılıp öksüz bırakılmış bir ülkeydi sanki.
Aslında hiçbirine kıyabilmiş değilim. Yazıp bitirdikten sonra, hepsine de aynı sevecenlikle, çocuklarınmış gibi bakardın sen. İşte, hem yanı başında, hem çok uzağında gibi, yüreğim acılarla ezilerek. Ne var ki, kaçınılmaz sonu engelleyemediğini, o çok delicoş günlerin ürünleriydi çoğu da.
Ve sonra elinden atardın kalemi, yeniden yeniden almak üzere.
Bedrettin Cömert'e adadığın şiirinde, "Sen aşk şiiri yazamazsın/Hasan Hüseyin" demiştin; belki en güzel aşk şiirini böylece yazdığını biliyor muydun?"
27 Şubat 1985, Cumhuriyet