İftar Sofrasında...

Salı sabahı Erdal Bey’i telefonda kutladıktan sonra sordum:
Birçok kimsede olduğu gibi, benim de kafamda bir kuşku var, acaba SHP bu kurultaya değin olduğu gibi, iki başlılığını sürdürecek mi?
Anlıyorum, öyle bir görünüm vermememiz gerekir tabii (öksürdü)SHP normal bir parti olarak gelişecektir. Şimdi Meclise gidiyorum, kusura bakma olur mu, gene görüşürüz...
Tabii efendim...
Çok kimsedeki kuşku, Aydın Bey'in genel başkan yardımcılığını bir çeşit "başkanlar kurulu üyeliği” biçiminde görmesinden kaynaklanıyor olmalıydı. Olağanüstü kurultaya değin, SHP’de bir "Başkanlar Kurulu" vardı. O artık yok. Aydın Bey, kurultaydan önce, tüzük komisyonunda yaptığı konuşmada, "Başkanlar kurulu, geçmişte çok başarılı olmuştur. Kurultaydan sonra da yetkileri ben onunla bölüşmek istiyorum" mu demişti? Aydın Bey, genel sekreterliğe razı değildi. Bu konuda, Turan Bayezit’le Saim Kendir konuşmuşlardı. Saim Kendir, Turan Bayezit'e şöyle demişti:
Sayın Bayezit, Sayın Gürkan'ı siz korumak istiyorsunuz, oysa büyük bir partinin genel sekreterliği çok önemli bir mevkidir. Tarihin önüne çıkardığı bu fırsatı iyi değerlendirsin!
İşte Aydın Bey, ondan sonra sözcüğün tam anlamıyla "kapris” yapmaya mı başlamıştı?
Ben hiçbir görev istemiyorum! diye demeçler vermeye başladı. Bunlar gazetelerde çıktı. Seçilirse, delegeler oy verirse, MKYK üyesi olarak çalışacaktı, o yetecekti.
Küsmüştü. Küserek politika yapılamayacağını öğrenmemişti. Politika toplum için yapılırdı; kişisel politika yapanları geçmişte çok görmüştü herkes. Hani, bir çiftlik olsa, insan babasına kızar, çiflikten çeker gider. Politika öyle değildir.
Aydın Bey'in genel başkan yardımcılığını, bir çeşit “başkanlar kurulu üyeliği" biçiminde görmesi, işte bu düşüncenin sonucu gibi görünüyor, önce, genel başkan yardımcısı olarak kurultayda seçilmek istedi. Olmadı. Buna kimsenin gücü yetmediği gibi, Erdal Bey de kestirdi attı. Bu kez, "bir numaralı genel başkan yardımcısı" olarak, kamuoyunda yaratılan izlenimle "iki başlı”lığın sürdürülebileceğini mi tasarlıyor? Bakalım, izleyip göreceğiz.
İktidara yürüyen partiler, bölük pörçük gidemezler. Uzun adımları büyük pabuçlarla atmak zorunda. Sol, ayaklarının ucuna basarak iktidara gelemez. İktidara geleceği taaa uzaklardan duyulmalı; seçmen çokluk, özellikle kararsız seçmen, iktidara gelecek partiye oy verir.
Kurultay sonrasında, kurultay sonuçları değerlendiriliyor, tartışılıyor. Bu hafta başında pazartesi günü, “26’lar", kazanan kazanmayan bir araya gelip değerlendirme yaptılar. İçlerinde üzülenler vardı. Kazım Yenice:
Konseyin vetosuna üzülmemiştim ama, Aydın Bey'in vetosuna üzüldüm! dedi.
Erdal Bey'in kendi eklediği kişilerin seçilememesi, Erdal Bey'i de yaralamış olmalıydı. Aydın Bey'in davranışlarını Erdal Bey'e uzun uzun anlattıklarını söyleyenler oldu. Aydın Bey, bundan böyle de gözdağı vermeyi sürdürecekti. Biri:
Siyasette korkularla hiçbir yere gidilmez! dedi.
MKYK'ya girenler, bir ölçüde tedirgindiler. Kazanamayanlar, kazananları teselli ettiler.
Kamuoyunda bunlar hep "hizip" olarak nitelendirilmişlerdi. Emre Kongar’ın dediği gibi, demokrasilerde, siyasal partilerde "hizip"ler olurdu. "Sendikacılar" diye anılanlar "hizip" değiller miydi? Hem "hizip" olup, hem de karşısındakine "Aaa, bak hizipçilik yapıyor!" demek, usa sığar mıydı?
"Sendikacılar" hizbi, 27 Mayıs'a karşıymış da, filan... 27 Mayıs, hele 27 Mayıs Anayasası olmasaydı, onlar güç “hizip" olurlardı!
“Sendikacılar"ın en keskinleriyle 26'ların keskinleri, yine bu MKYK'da bir aradalar. Uyum sağlayıp sağlayamayacaklarını titizlikle gözleyeceğiz bakalım, tüm kamuoyu gözleyecek...
* * *
Pazar akşamı, Başbakan Turgut Bey’in, Devlet Konukevi'nde verdiği “iftar"a gittim. İftar öncesinde, "söyleşi" vardı gazetecilerle. Başbakan, çok kez olduğu gibi geç geldi toplantıya. Toplantıda, birkaç bakanla, Başbakanlık Başdanışmanı Adnan Kahveci de var. İkişer, üçer küçük küçük masalara dağıldık. Bedri Koraman'la Savunma Bakanı Zeki Yavuztürk üçümüz bir masadayız. Görevli garson geldi, sordu:
Ne içersiniz? Zeki Yavuztürk:
Ben niyetliyim, dedi. Bedri Koraman;
Ben bir içki alayım! deyince Yavuztürk:
İçkiyi yemekte alırsınız! diye uyardı.
O zaman bir soda rica edeyim! Bana sordu:
Bana bir cin-tonik lütfen...
Zeki Yavuztürk bir şey demedi. Turgut Bey, SHP kurultayında, ABD elçisinin yuhalanıp, Küba'nın alkışlanması konusunu ortaya attı. Bunun SHP'nin aleyhine olacağını söyledi. Mümtaz Soysal:
Solun çektiği dili belasıdır zaten! diye espri yaptı. Turgut Bey:
Onu bilmem ya, onlar konuşuyorlar, biz malı götürüyoruz! dedi. Ekledi: SHP'deki durum, DSP'nin avantajı oldu. SHP aşırı solun odaklandığı hale geldi. Ben Ecevit’i daha sol zannediyordum, pardon Rahşan Hanım diyecektim(güldü) sağ da, sol da ne kadar çok parçalanırsa, o kadar menfaatimizedir...
Başbakan, daha sonra belediyelerin durumlarına geçti. "Fakir-Fukara Fonu"na değindi. Kaymakamın, müftünün, maliyecinin, eğitimcinin bulunacağı bir vakfın daha yararlı olacağını filan söyledi. O sırada, 16 kasabada yapılan yerel seçimlerin ilk sonuçları gelmeye başlamıştı. Fırsat bu fırsat deyip sordum:
Efendim, ara seçimler ne zaman?
—Ekmekçi, sen uyuyorsun dedi. Kaç kez açıkladım, ‘ara seçimlerini işimize geldiği zaman yapacağız!' diye. Bir tarih söylemem...
Sayın Başbakan, söylediğiniz yasaya uysa bile demokratik mi?
Demokratik demokratik, işimize geldiği zaman yaparız!
Dinin politikaya araç yapılması konusunda ne diyorsunuz? Edirne'de, Bulgarları protesto için de olsa, camiler kullanılıyor. Toplu namaz kılınıyor! Toplu namazlara ne diyorsunuz?
Onu çok karıştırma! dedi, sonra satır arasında bazı şeyler çıtlattı: örneğin, "Din adamları arasında da çekişmeler var, şu grup dersiniz, bu grup dersiniz, bahsetmek dahi istemiyorum..." biçiminde konuştu. “Tarikatlar"a mı değinmek istiyordu Turgut Bey? Diyanette neler oluyordu?
Ramazan boyunca, "din sömürüsü" yapıldığını, üzülerek izlemiştim. Ne demişti Federal Almanya Cumhurbaşkanı Richard von Weızsaecker'le birlikte Türkiye’ye gelen elli yıllık Türk dostu Neumark?
Türkiye için önemli bir korkum var. Geleceğe baktığımda, korkuttuğu kadar çok üzen bir duygu bu. Türkiye'de Bolşeviklik kurulmayacağını biliyorum. Bolşevikliğin Türk demokrasisi için bir tehdit olmadığını biliyorum. En büyük korkum büyüyecek olan, hatta giderek büyüyen “irtica", aşırı İslamlaşma Türkiye’yi Atatürk'ün kurduklarının çok gerisine götürür. Atatürk, ilerlemenin temel taşı olarak din ile devlet işlerini ayırmayı görmüş ve Cumhuriyeti bu temel taş üzerine kurmuştur.(Milliyet, 1 Haziran 1986)
Din sömürüsü öyle bir şeydi ki, onu sömürenin de bir gün başına bela olurdu.
Söyleşiden önce, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarı Ekrem Pakdemirli'yle ayaküstü konuşuyor birkaç gazeteci, ben de yaklaştım:
Karikatüristler, sizin karikatürlerinizi güzel çiziyorlar! dedim. Pakdemirli:
Siz karikatürist misiniz? diye sordu.
Hayır! yanıtını verdim. Başka bir şey demedim...
İftar sofrasına geçildiğinde, Turgut Bey, “Bakan arkadaşlar, gazetecilerle bir arada otursunlar!" dedi. Başbakanın iki yanını boş bırakıp, iki sandalye soluna oturdum. Solumda Adalet Bakanı Necat Eldem, sağımda Kenan Mortan var. Turgut Bey'e:
Semra Hanım'ı kutlamak gerek, dedim, Beşiktaş şampiyon oldu!
Sen de Beşiktaşlısın!
Nereden biliyordu? O sırada, yerel seçimlerle ilgili daha geniş bilgi, rakamlar gelmişti. Turgut Bey incelemeye başladı
Hesap yüklü mü? diye sordum. Başını kaldırdı:
Sen keyfine bak! dedi.