Fevziye Başgöz öldü. “Son buluşma” başlıklı ölüm ilanı, cuma günü Cumhuriyet’in Ankara baskılarında çıktı. İsmail Dinçer, ölüm ilanını onun ağzından yazmıştı; gönlünden öyle geçti diye. Fevziye Başgöz, ölüm ilanında dostlarına "Bilesiniz ki insanca düşüncelerde, eylemlerde hep yanınızda olacağım" diyordu. “Sayrılığım süresince güç katan dostlara, yakınlara şükranlarımı sunarım. Allahaısmarladık, sevgili sevenlerim” diye bitiriyordu.
İlhan Başgöz’ü konuşurduk, görüştüğümüzde. İlhan Amerika’daydı. Orada profesördü. Türkiye’de sıkıntılar çekmiş, yurtdışına gidip, oralarda çalışmak zorunda kalmıştı.
Fevziye Başgöz, sayrı bir Cumhuriyet okuruydu. Bir yazıyı beğenmişse, dayanamaz telefon eder:
Ekmekçi, ellerine sağlık! Yine ağlattın beni... derdi.
Kızılay'da Yüksel Caddesi'nde kadın giysileri sattığı bir minik dükkâncığı vardı. Ara sıra uğrardım. O, çoktan gazetelerini okumuş olurdu:
Ekmekçi, ne olur söyle; ne olacak? Bu, böyle gidecek mi?
İyimser şeyler söylerdim. Hacettepe'ye yattı, kanserdi. Ama kendisine hiç kondurmuyordu. Hep iyileşeceğini düşünürdü. Ölüm döşeğinde bile son anına dek neler olup bittiğini öğrenmek istermiş. Savaşçı biriydi. Gericiler çok zorlamışlar, minicik dükkânının camlarını kırmışlardı. Yattığı yerde, "türban” olayları üzmüştür onu, tahmin edebiliyorum.
Ne olacak Ekmekçi, söyle ne olur?
Cumhuriyette "grev" olacağı haberleri onu ne çok üzmüştür bilirim...
Ekmekçi, biz ne okuyacağız? Başka okuyacak gazete mi var?
Cumhuriyet’in gerçek sahiplerinden, gerçek okurlarından, biriydi Fevziye Hanım. Devrimlerin de sahiplerinden biri. Fevziye Hanım'ın cenazesi önceki gün Hacıbayram'dan kaldırıldı, gidemedim. Yazı günümdü. Katılmayışımı hoş görmüştür Fevziye Hanım, yakınları da. Cuma günkü ölüm ilanının üstünde, on yıl önce ölen Prof. Sedat Veyis Örnek'in de anıldığına ilişkin haber vardı. Sedat Veyis Örnek, İlhan Başgöz'ün arkadaşı. İkisi de halkbilimcisi.
Sedat Veyis Örek'in halk dilinden derlediği şu dizeler ilginçtir:
"Ölüm, ölüm / hezen ölüm / Evden eve gezen ölüm / Her düzeni bozan ölüm."
Nusret Fişek'in cenazesine de gidemedim; o gün de yazı günüydü. Yazı kesinlikte zamanında yetişmeli; onun yetişmesi, gazetenin çıkması, tiyatroda perdenin zamanında açılması gibi bir şey. Kerim Korcan öldü; İlhan Selçuk, Hasan Pulur. Mehmed Kemal ne güzel yazılar yazdılar. Bir bir gidiyor tanıdıklar...
7 kasım günü Karşıyaka'da, 12 Eylül faşizminin daha başlarında, dövüle dövüle öldürülen İlhan Erdost’u andık. İlhan'ın gömütü çiçekler doluydu. Görkemliydi. İlhan'ın gömütü başında. Vecihi Timuroğlu, Nevzat Helvacı, Halit Çelenk, Alaaddin Bilgi, Vahap Erdoğdu, Bekir Yıldız, Ali Necat Ölçen. Muzaffer İlhan Erdost konuştular. Metin Demirtaş'la, Atilla Aşut şiir okudular, "İlhan İlhan Kitabevi"nde, o gün "Sol" ile "Onur" yayınları, yüzde elli indirimli satıldı okurlara. İlhan'ın öldürülüşünün 10. yılı dolayısıyla Metin Demirtaş, Halit Çelenk, Bekir Yıldız, Ahmet Telli, Talip Apaydın, Muzaffer İlhan Erdost kitaplarını imzaladılar. "İlhan İlhan Kitabevi” böyle kalabalık okur kuyruğu gördü mü bilmem? Gençler, sabahın 09.00'undan, akşamın 19.00'una dek azalmadılar kuyrukta. Ertesi güne de sarkıtarak son verebildiler imza gününe...
10 kasım günü Yaşar Emre'nin ölümünün ikinci yılıydı. Yaşar kim mi? İçimizden biri, benim çocukluktan beri arkadaşım. "Eee, ne yapalım yani? Senin arkadaşın diye biz de tanımak zorunda mıyız" diyen çıkabilir de hani. Yaşar Emre’yi tanıyanlar, hiç öyle demezler. 1940'lann ortalarında, "Marko Paşa”ları birlikte okumuşuz. O "Demokrat Parti"ye eğilimli, ben değilim! Arkadaşız ama; babası ilçemizin Tekel memuru Hasan Bey; ilk birayı onların evinde içtim sanıyorum. Annesi Sultan Hanım’ın içli köftelerini yedim. Yaşar’la birbirimize kitaplar, dergiler alıp verdik. Ankara'da Remzi İnanç'ın kitabevine giderdi daha çok. Muzaffer Buyrukçu’nun, Vecihi Timuroğlu'nun da arkadaşı. Emil Galip Sandalcı'yla bizi ilk o tanıştırdı. Yaşar'ın kardeşi Abidin Emre, gömütlüğe Yaşar'la, daha birkaç arkadaşla çektirdiğimiz bir fotoğrafı da getirdi. 15.9.1946'da pazar günü Hadim'de çektirmişiz. Fotoğrafta tütün eksperi Seyit Kocabaş (O da Demokrat Parti'yi tutardı). Hayrı Safa Yurtsever, Muammer Uysal (Onun da bir ayağı aksardı, sıhhisinin oğlu), belediyede yazman Ahmet Topak, bir de Yaşar'la ikimiz. Hepimiz imzalamışız fotoğrafı. Foto Kasım Göktaş da imzalamış! Abidin, fotoğrafı bana vermedi, fotokopisini verdi. Bir de Melih Cevdet Anday'ın "Fotoğraf" şiirini, "Rahatı Kaçan Ağaç, 1946" Melih Cevdet'leri, Orhan Veli’leri, Oktay Rifat'ları okuduğum yıllar. "Fotoğraf" şiiri şöyle:
"Dört kişi parkta çektirmişiz. / Ben, Oktay, Orhan bir de Şinasi... / Anlaşılan sonbahar / Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli / Yapraksız arkamızdaki ağaçlar... / Henüz babası ölmemiş Oktay’ın, / Ben bıyıksızım, / Orhan, Süleyman efendiyi tanımamış.
Lâkin ben hiç böyle mahzun olmadım; / ölümü hatırlatan ne var bu resimde? / Halbuki hayattayız hepimiz."
Karakoçanlı Abdurrahman Bey, öleli çok oldu. Ortak dostumuz Zülfü Saka da öyle. Unutmadım hiçbirini. Bizieri, biz yapan arkadaşlarımız, dostlarımız değil midir? İçimizden binleri değil mi?
18 Kasım 1990, Cumhuriyet