Hoşgörü....

Geçen hafta bugün Ankara'da değildim; o yüzden o akşam Sovyet Elçiliği’nde verilen Sovyet Devrimi’nin yıldönümü kokteyline gidemedim. Sovyet Elçisi Rodianov da, Türkiye’den ayrılıyormuş. Bu nedenle, bir "ayrılış kokteyli"de olmuş bir bakıma...
Kokteyllerin bir özelliği de var; orada vaktiyle görüş ayrılığı dolayısıyla, birbirlerine küsmüş kişilerin sarmaş dolaş olduklarını gözlersiniz. Bunun demokrasimiz için büyük bir gelişme olduğunu düşünür, içinizden sevinirsiniz...
Bu akşam Kent-Koop’un dördüncü yılı dolayısıyla, Murat Karayalçın'ın vereceği kokteyle gitmeye çalışacağım. Elli beş bin konutluk girişim önemli bir olay. Dünyada kooperatif eliyle gerçekleşen en büyük konut projesi bu. Bir milyar dolarlık yatırım, dile kolay...
Prof. Bahri Savcı'yla konuşuyordum; konu yine demokrasi, onun temel dayanağı olan hoşgörüydü. Bahri Bey'e takılarak başladım konuşmaya:
Bahri Bey, siz Ören'de, denize girmeden deniz suyunun sıcaklığını ölçüp öyle giriyormuşsunuz, öyle mi?
Kahkahalarını patlatarak güldü:
Aslı şu, dedi. Ben üşütmeyeyim diye çift mayo kullandığım için denize bornozla giderim. Eşim Sudiş benim için takınılan götürür. Elinde dereceyle, deniz suyu sıcaklığını o ölçer. Eğer, sıcaklık yirminin üstündeyse karşıya bana işaret eder. Ayağım sakat olduğu için, denizden çıktıktan sonra da, bana yardımcı olur. Herkes de Sudiş'i takdir eder.
Maaşallah; ne hanım kız, derler...
Bahri bey ekledi:
Ben de tabii orada, deniz suyu sıcaklığını bir de kendim ölçerim;
Söz döndü, dolaştı demokrasiye geldi. Savcı, geçmişle ilgili anılarını, izlenimlerini anlatıyordu. Şöyle:
1951'de Paris 'ten Strasbourg’a gittik; seminer gibi bir şey vardı. Profesörlerle öğrenciler, bir konuyu kıyasıya tartışıyorlardı Düşünceleri birbirlerine yüz seksen derece ters. Ancak, son derece kibar davranışları. Asabileşmeleri hiç yok. Birbirlerinin söylediklerine gülüyorlar, ama alay etme anlamında değil:
Aaaa ne hoş söyledi; anlamında.
Gayet rahat, içten. Sonra birlikte kalkıp, profesör, öğrenci yemeğe gidiyorlar. Bir bunu gördüm. Bir de 1955 yılında Londra’daydım. Orada, bizdeki SBF'ye benzeyen iktisadi ilimler okulu var; okulun doktora öğrencilerinin bir geleneksel yemeği var, binanın içinde lokantada hazırlanıyor yemekler, herkes cebinden veriyor masrafını. Bir tek de onur konuğu oluyor. O yıl, Mr. Atlee idi onur konuğu. Lord olmuş, Lordlar Kamarası'na geçmiş. Yaşlanmış. Doktora öğrencileri, onunla İkinci Dünya Savaşıyla ilgili, ondan sonraki İngiliz toplumunun sorunlarını tartışıyorlar. Birbirlerine yüz seksen derece ters şeyler söylüyorlar. Ancak gayet rahatlar. Hani, konuşurken ellerini ceplerine de sokuyorlar ya, onlarda saygısızlık değil. Mr. Atlee de, elini arkasına bağlamış konuşuyor. Oysa bizde olsa:
Elini arkasına bağlamış, vay vaaay; deriz.
Kiminin eli pantolonunun cebinde, eli arkasında, ceketinin kenarını tutuyor; doktora öğrencileri, gayet seviyeli tartışıyorlar, yakın tarihlerinin sorunlarıyla ilgili.
Bahri Bey, durdu:
İşte demokrasi bu, dedi. Bu ilişkiyi kurmak, ondan sonra sorunları birlikte çözmek. Ekledi:
Asıl, bağnazlık, hoşgörüsüzlük bizi yıkıyor...
Bahri Bey, sonra onu anlatıyor. Şöyle diyor:
1950 demokrasisi, kaymakamları, idareyi baskı altına aldı. Kaymakam öğrencilerimle karşılaştığımda, kendilerine çok saygı gösterdim. Hatta birinde kapıdan önce çıkmadım:
Ben konuğum, sen devletsin burada, dedim, önümü ilikledim, makama girerken. Az çok Batı’yı biliyorum, elini cebine sokmanın saygısızlık olmadığını, elini cebine sokarak da son derece saygılı olunabileceğini bütün ayrıntılarıyla biliyorum ve uyguluyorum. Alaturka toplum, yanlış yorumlanmasın diye, kaymakam oturmadan sandalyeye oturmuyorum.
Sonra sonra baktım, rahatsız insanın jestleri içindeler. İlgiyi kestim. O sürebilseydi, ne iyi olacaktı...
UNESCO toplantılarından birini Uşak’ta yapacaktık. UNESCO Yönetim Kurulundaydım. Bir yandan Vali ile ilişki kurmuşuz. Milli Eğitim Bakanlığı memurlarından Baha Ermiş vardı, şimdi öldü. Onu gönderdik.
Git bak bakalım, orada sergi salonu olacak yer var mı? Tiyatro oynanabilecek, müzik dinletilebilecek salon var mı? Valiye benim tarafımdan gönderildiğini söyle... dedik. Gitmiş. Vali çok iyi karşılamış. Baha Ermiş, Vali'ye kuşkularını anlatmış:
Vali Bey, sonra bir şey olmasın; deyince Vali:
Ben Bahri Savcı için bu makamı terk ederim karşılığını vermiş.
Biz oraya gittik, ertesi günü valiyi merkeze aldılar. Eşi öğretmendi, hemen ertesi günü Vilayet konağını terketti. Bir ev buldular eşine. Ben hemen komutu verdim:
Valinin eşi, durum değişmemiş gibi işlem görecek. Beş gün toplantılar boyunca valinin eşi, o işlemi gördü. "Valinin eşi hanımefendi" dendi. Kadın buna çok sevindi...
Savcı, sözünü şöyle bağladı:
Benim yüzümden bir Vali makamından oldu.