1932'de çıkan "Kadro" Dergisi'nin ikinci sayısında, “Kadro” başlıklı imzasız bir yazı çıkar. Yazının ilk bölümü şöyledir: (Bazı sözcüklerin Türkçelerini genç kuşaklar için ayraç arasına ben aldım.)
“Alman edebiyatının temel direklerinden Lessing, ‘Nathan Der Weise' isminde bir piyes yazmıştır. Piyeste Selahattini Eyyubi’nin !Hak din hangisidir?’ sualine ihtiyar ve akıllı bir bezirgan olan Nathan, şu hikâye ile cevap verir:
Bir baba ölürken, aynı derecede sevdiği üç oğluna birer yüzük bırakır. Yüzüklerin her üçü de (Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık) bir hakiki (gerçek) yüzüğün farkedilmez taklididirler. Hakiki yüzük ise, hak dini temsil eder.
Üç kardeşin her biri, hakiki yüzüğün kendisine verilmiş olduğu iddiasındadır. İş, nihayet, hâkimin huzuruna kadar intikal eder.
Hâkim der ki:
Hakiki yüzük kaybolmuştur. Birinizden birinde olması da muhtemeldir. Kimde olduğunu iddialarınızdan değil, yüzüğün malum olan vasıflarından anlayacağız. Yüzüğün hepinizce malum olan vasıflarına göre, yüzük kimde ise hakiki dindarlık onda tecelli edecektir. Davayı refediyorum (kaldırıyorum). Gidiniz, ve hakiki yüzüğe malik olduğunuzu, iddialarınız ile ispat ediniz!..
Yazıda, bu öyküden sonra, bir aralık verilip şöyle denir:
“Milli kurtuluş inkılabını(devrimini) noksansız ve bütün diğer mazlum milletlere örnek bir surette tamamlamaya çalışan Türkiye'de herkes, 'Milliyetçilik’ yüzüğünün yalnız kendinde olduğu iddiasındadır. Milli mücadeleden bergüzar (andaç) kalan yüzüğün kıymetini, bu kadarı bile teyit ediyor(doğruluyor). Yalnız tarihin hür, müstakil ve müsavi haklı milletlerin doğuşuna gebe kaldığı o büyük günlerde, yüzüğü inhisar(tekel) altına almak kimsenin aklına gelmez. Onu her değerli cephe neferinin(erinin) parmağına, hadisenin kendisi takardı, iddia, zaten yoktu. Hareket, zaten esastı. Zaten bütün inkılap cephesi, yapanlardan ibaretti.
Cephenin bugünkü durgunluğu kimseyi aldatmasın, inkılap, bütün hızı ile devam ediyor. Yapının en çetin muvazene(denge) hesaplarını tatbik etmek sırası gelmiştir, inkılabın öylece fikriyatını yapmak lazım ki, cihana tezatsız yeni millet'i vermek için canından kanamaya katlanmış olan Türk milleti, bu işte herhangi bir tağşiş teşebbüsünün(karıştırma girişiminin) kale duvarına çarpan bir zehirli ok gibi ikiye bölüneceğinden emin olsun."
Yazının sonunda da “Hakiki yüzük kimdedir?" diye soruluyor. "Kadro”nun, gerçek yüzüğün kimde olduğunun saptanmasını. Türk aydınlarına, Türk tarihine bıraktığını belirterek yazı bitiyor.
İşte bu yazı üzerine, Meclis kulisleri karışır. Söylentiler gırla gider. Yazar, "üç yüzük"ten neyi kastetmiştir bakalım? Yönetimde üç paşa var, Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa bir de Fevzi Paşa, “gerçek yüzük bunlardan birinde” mi denilmek isteniyor? Kimi milletvekilleri, Çankaya'ya koşarlar. Mustafa Kemal'i etkilemek isterler. O zaman, “Kadro"nun sahibi Yakup Kadri(Karaosmanoğlu), aynı zamanda milletvekili. Yakup Kadri'yi, partiden çıkarmak için disiplin kuruluna vermek isterler. Atatürk, yakınmaya gelenleri sabırla dinler:
Canım efendim, verin disiplin kuruluna, elbette onun da vereceği bir yanıt vardır... biçiminde konuşur. Gelenleri savar. Toplantı sabaha dek sürmüştür. Toplantıda o akşam Falih Rıfkı(Atay) da vardır. Sofrada, Yakup Kadri aleyhine olan bu durumu, Falih Rıfkı sabahın beşinde, telefonla Yakup Kadri'ye bildirir:
Git, Mustafa Kemal Paşa'yı bugün behemehal gör, çünkü seni aniden haysiyet divanına(disiplin kuruluna) veriyorlar... der.
Yakup Kadri, Falih Rıfkı ile konuştuktan sonra, eşi Leman Hanım sorar:
Ne olmuş?
Hiçbir şey yok, saat üçte(on beşte) Paşa'ya köşke çıkmam gerek
Eşi:
Beni Ruşenler'e(Ruşen Eşref Ünaydın) bırak. Sen köşke git, der.
Yakup Kadri'nin, Ruşen Eşrefin evleri de köşke yakın. İnönü'nün evinin az üzerinde. Yakup Kadri, Çankaya Köşkü'ne gidince. Başyaver Celal Bey:
Gece çok geç yattı, ben daha sonra size haber vereyim, der. Yakup Kadri:
Ben, der. Karımı Ruşen Eşrefler’de bıraktım. Eğer, hemen uyanır da ararsa oradayım. Daha sonra evimde olacağım...
Yakup Kadri dönünce, “Ne oldu?" diye merakla sorar evdekiler. O da anlatır, Saat 16.00 olur, saat 17.00 olur, ses yok. Hiç haber yok. Saat 17.30'a doğru, İsmet Paşa'nın evine giden yolun karşısındaki yoldan motosikletlerin geçtiğini görürler. Sonra ses kesilir.
Aaa, der Ruşen Eşref, Paşa geliyor. Galiba İsmet Paşa’da kaldı, ses yok. Yahut da çiftliğe gidip, seni çiftliğe çağıracak!
Canım, sen karışma der, Yakup Kadri. Bugün görmezsem yarın görürüm! Herhalde bir ses çıkar...
Onlar otururken, Mustafa Kemal, arka bahçeden içeri girer. Arabasını bırakıp yaya yürüyüp gelmiştir. Dostlarına, böyle sürprizler yapmayı sever.
Yakup, beni aramışsın, niye aradın? diye sorar.
Paşam, size bir tek şey arzedeceğim, der Yakup Kadri "Kadro"yu kapatıyorum., yanıtını verir.
Ne münasebet, ne münasebet? diye karşılık verir Mustafa Kemal, Başyaveri Celal Beye de “Çıkar şu mecmuayı cebinden" der. Böylesine hazırlıklı gelmiştir. Mustafa Kemal:
Yazıda imza da yok! der. Leman Karaosmanoğlu:
Aaaa, Paşam onu ağabeyim yazdı! Deyiverir. İmzasız yazı, Leman Karaosmanoğlu'nun ağabeyi Burhan Asaf(Belge)nindir. Yakup Kadri, donar kalır. Leman Hanım, kendi kendine "Sen ne yaptın, ağabeyini ele verdin!" diye geçirir içinden. Mustafa Kemal’e:
Paşam, bu malum bir piyestir. Biz kolejdeyken, son sınıf öğrencileri her yıl onu bir kez oynardık. Lessing'in bu piyesi ünlüdür. Bunda ne var anlamadım…
O zaman, Mustafa Kemal gülmeye başlar. Yakup Kadri'nin "Kadro”yu kapatma önerisine karşı da:
Hayır efendim hayır, "Kadro" devam edecek… der.
Mustafa Kemal'in bu hoşgörüsü tümünü mutlu eder. Böyle bir hoşgörü örneği bir olay daha var, Leman Karaosmanoğlu'ndan dinledim. O da şöyle:
Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu, Şeyh Sait isyanı sırasında "Son Posta" gazetesinde “Gözleri” başlıklı bir yazı yazar. Diyarbakır'daki İstiklal Mahkemesine verilir. Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun yakını. Eski başbakan yardımcılarından Atilla Karaosmanoğlu da Karaosmanoğulları'ndandır. O şimdi Amerika'da. Neyse, biz öykümüze gelelim; Fevzi Lütfü'nün Şeyh Sait isyanıyla bir ilgisi yok. Hatta İstiklal Mahkemesi başkanı Şeyh Sait'e sorar:
Sana “Son Posta" gelir mi? Eline geçti mi, geçmedi mi bu işleri yapmadan önce?
Şeyh Sait karşılık verir:
Ne Postası? Şemdinli Dağı’na posta filan gelmez efendim!
Mustafa Kemal o sırada, Konya gezisinden dönmüştür. Yanında Latife Hanım da var. Bayramın üçüncü günüdür. Yakup Kadriler'e uğrar:
Sizi üzmüşler! der.
Yakup Kadri’nin eşi Leman Hanım, söze karışır:
Fevzi Lütfü, 22-23 yaşlarında bir genç. O yaşta ne yapılmaz!
Mustafa Kemal, eşi Latife Hanıma döner:
Bak, Leman Hanım soruyor, "O yaşta ne yapılmaz?" diye. Sonra, elini sallar, "Ne yapılmaz ki o yaşta? O ne yaştır? Ne yapılmaz?" diye ekler.
Bugün cezaevlerini dolduran gençleri, onların yaşlarını bir düşünürsek, onlara daha hoşgörüyle bakmamız gerektiğim sezebiliriz. Ne denli hoşgörülüyüz, ona bakalım. Seçmen yaşını bile daha on sekize indiremedik, unutmayalım. Gençlere kıyarak, onları cezaevlerine doldurarak demokrasiye varılamaz. Varılamadı da...
19 Haziran 1986, Cumhuriyet