Sabahın erken bir saatinde, yürüyüşe çıktığımda, otlaklarda kuzular meleşiyordu. Dönüşte kesilmişti melemeleri; karıncıkları doymuş olmalı!
Hollanda, bir tarım ülkesi de. İnekler, koyunlar yemyeşil otlaklarda, serilip yatıyorlar, inekler, koyunlar çok mutlu olmalı. Türkiye'de de, Hollanda ineklerinin getirilip beslendiğini gözlemiştim. Hiç otlak olmayan yerde Hollanda ineği beslenir mi? Beslenir, hangi güne değin? İnekler, aynı oranda süt verebilir mi?" Hollanda’ya kısa bir bakış adlı kitapçıkta yazıyor, hayvancılığın Hollanda tarımının brüt gelirinin yaklaşık üçte ikisini sağladığını. Burada, sütle sütlü maddeler üretimi de çok ileriymiş; dana, domuz, kümes hayvanları yetiştirilmesinden geri kalınmazmış. Asıl amaç, hayvanların etinden yararlanmak; büyükbaş hayvancılıktaysa, et bir yan ürün. Burada süt önce geliyor; et-süt üretimine dayanıyor...''
1956'larda Hollanda köylerini, eşiyle birlikte dolaşan İsmail Hakkı Tonguç, buradan bir öğrencisine yazdığı mektupta özetle şöyle diyor:
"...Bilirsin ben erken kalkarım. Ortalık aydınlanmaya başlarken uyandım. Yatak odamın penceresinden elektrik ışığıyla aydınlatışmış köy sokaklarını seyre daldım. İnekleri sağan köylüler süt kaplarını akşam yatmadan önce kapılarının önlerine bırakmışlar. Kamyonlar, iri atlar koşulmuş lastik tekerlekli arabalarla bunları toplayıp imalathanelere, fabrikalara götürenler meydana çıkmaya başladılar. Sabah olunca her evden telaşlı telaşlı sokağa fırlayan kadın ve erkekler, bisikletlerine, motosikletlerine veya otomobillerine binerek çalışma alanlarına doğru akıp gittiler. Onlardan sonra öğrenciler yollara döküldüler.
İşe gidenler evlerden aynlır ayrılmaz kadınlar temizlik işlerine giriştiler. Memleketin bütün evleri gibi köyün evleri de yıkanıp silindi, yatak takımları havalandırıldı. Pencerelerin camları öylesine parlatıldı ki insan karşıdan bakınca çerçevelerde cam yokmuş sanıyor. Temizlik... temizlik... Hollanda=temizlik. Her tarafı temiz bir yurt yaratabilmek ne büyük başarı.
Bunun ilk şartı temiz bir ev olsa gerek. Temiz, bakımlı, düzenli ev, bu memlekette eğitim kurumlarının temelini teşkil etmektedir. Her biri birer fazilet sayılan alışkanlıkların çoğu, çocuğa bu yuvada mal edilmektedir. Aile, kendi küçük fakat cenneti andıran dünyasını önce evde yaratmakta, evi bireyler için sevilen bir ocak haline sokmaktadır. Evlerin çoğu temiz, güzel eşya ile döşenmiş, sanat bakımından değerli resim ve heykellerle süslenmiştir. Bu yuvalarda yaşayış, şaşılacak kadar gönül açıcı ve konforludur. Evin her köşesi içinde oturanların rahatça dinlenebileceği, kitap okuyabileceği biçime sokulmuştur. Evler her zaman misafir kabul edebilecek durumdadır. Geçimsizlikler, hırıltı, dınltılarla evler cehenneme çevrilmemiştir. Okutulmuş, eğitilmiş, hayata katılmış, görgüsü arttırılmış, her türlü haklarına kavuşturulmuş kadın, öten bir süslü kuş gibi yuvayı ısıtmış, çekici bir hale getirmiştir..."
Tonguç, bunları gözler, yazarken, düşündeki Türk köylerini de canlandırıyor, Tonguç’un gözleri açık gitmiştir.
Burada, Türkiyeli göçmen kadınlarla ilgili "Kendine Sahip Çık" adlı bir şiir kitabı yazan Annemarie Van Den Burg'la tanıştım. Kaldığım yere, kucağında çiçeklerle geldi. Yanında Türk arkadaşı da vardı. Birlikte Rotterdam'a, Ali Kaymaklar'a gittik. Bir süre konuştuk, yemek yedik orada. Kitabı Türkiye'de yeterince duyurulamamış, buradaki Türkler, özellikle kadınlar okumuşlar. Annemarie Van Den Burg’un kitabı Hollanda da şu adresten bulunabilir: Ulitgever An Dekker, Eerste Jan Stecnstaat 149,1072 NY Amsterdam...
Buraya çalışmaya gelen Türkiyeli işçilerden kimi, dil sorununu çözebilmek için önce Hollandalı bir kadın buluyor, bir süre birlikte yaşıyorlar. Dil sorununu çözüp, gereksinimlerini karşıladıktan sonra, Türkiye'deki eşini, çocuklarını getiriyor; Hollandalı arkadaşına da Hadi, bana 'eyvallah' demeden ayrılıyorlar. Hollandalı kadın:
Beni neden eşiyle tanıştırmadı acaba, diye şaşırıyor mu?
Almanya'da duymuştum, yıllarca bir Alman kadınla birlikte yaşayan Türk işçisi, bir gün karısına durumu şöyle açıklamış:
Bak, demiş, böyleyken böyle... Bu kadın, gurbet ellerde bana yıllarca baktı, Almancayı öğretti, karılık etti! Şimdi de gönül hoşluğuyla ayrılıp evime dönüyorum!
İyi, demiş eşi, Tanrı ondan razı olsun! Türkiye'ye de gitmiş kadın, adamın eşini, çocuklarını görüp, dönmüş. Duyan erkekler:
Helal be, demişler, erkek karıymış nemelazım!
150 bin dolayında Türk işçisi var Hollanda'da. Çoğu işsiz. Hollanda'da işsizlik parası alarak yaşıyorlar. Kadınlardan iş bulabilenler, ancak temizlik işlerinde çalışabiliyorlar. Başka iş yok. Eğitimleri yok da ondan. Yabancı işçilere, özellikle Türklere burada “Kara kafalı" diyorlar.
Amsterdam’da, Türk işçisi Mustafa Ayrancı şöyle diyordu:
Avrupa Topluluğu'nda, 1992‘de sınırlar kalkacak, serbest dolaşım başlayacak. Ben, "Kara kafalı" olduğum için bundan yararlanamayacağım! Özal, Almanya'dan aldığı tanklara karşılık sattı bizi!
Türkiye’deki 1 Mayıs olaylarını, burada TV'den izledim. Güney Kore'yle Türkiye bir de Afrika’da Namibya dışında, özellikle Avrupa ülkelerinde olaysız, bir bayram havasında geçti. Ülkem adına utandım olanlardan. Bir de dışarı çıkıp bakın, Türkiye nasıl görünüyor? Faşizm nasıl sırıtıyor?
14 Mayıs 1989, Cumhuriyet