Hollanda’da Kadınlarımız... -1-

Doğrusu, işin bu yanını pek düşünememiştim. Ne yanını mı? Avrupa'daki göçmen kadınların Türkiye'ye pek dönmek istemeyişlerini. Hollanda'da, Amsterdam'da dinledim öyküsünü; buraya gelen insanlarımızın arasında, bilinçlendi mi tam bilinçlenenleri kadınlar mı oluyor ne? Şundan dolayı; kadın-erkek eşitliğini somut olarak burada yaşıyor. Kadının da özgür olabileceğini, Tanrının günü dayak yemesinin zorunlu olmadığını gözlüyor, yaşıyor yani. Amsterdam'da, TV muhabiri Nihal Doğan, bir konuda çok uğraşmış. Burada çalışan bir işçi birlikte yaşadığı, ancak aralarında azıcık soğukluğun başladığı, hatta boşanma aşamasına vardığı eşine:
-Haydi, demiş, Türkiye'ye gidip dinlenelim, gezip tozalım, yakınlarımızı görelim, dönelim...
-Olur, demiş eşi.
Türkiye'ye gelmişler. Gelir gelmez adam;
-Ben kesin dönüş yaptım, demiş. Bir daha dönmüyoruz Hollanda'ya!
Amanın, demiş kadın, ben alıştım Hollanda'ya, buralarda yaşayamam artık, döneceğim!
Kadının Hollanda’da oturma izni de yok muymuş? Ne olacak şimdi? Gazeteci Nihal Doğan girmiş araya, hükümet yetkilileriyle görüşmeler, TV’de izlenceler. Kadın, getirilmiş Hollanda'ya geriye. “Ooohhh!" demiş kadın. Türkiye’ye dönünce, buradaki özgürlüklerinin biteceğini adı gibi biliyormuş. Sabah olunca, eri, yani erkeği, kahveye gidecek, akşama dek orada oturacak. Kendisi akşama dek onu bekleyecek. Çalışacak olsa, nerede çalışacak? Yolda giderlerken, bir adım geriden yürüyecek belki. Ne yandan baksan ikinci sınıf yurttaş! Eşinden boşanıp, dönmüş Hollanda'ya...
Amsterdam'da, Kululu Mustafa Ayrancı’nın evindeyiz, geldiğim akşarm; Ali Kaymak, Ahmet Öztorun var. Mustafa Ayrancı’nın eşi Ayşe yemekler çıkardı, yiyip içtik. Ali, Ahmet, Mustafa konuşurlarken ben Ayşe’yle söyleşiyorum. O Karamanlı, annesi, babası gelmişler Hollanda'ya. Buraya geldiği zaman Ayşe, orta ikiden ayrılıp gelmiş. Burada okumuş. Hollanda dilini bir güzel öğrenmiş. Hemen her yıl gidiyorlarmış Türkiye’ye.
-Peki, kesin dönüş yapar mısınız diye soruyorum.
-Alıştık artık buraya, yanıtını veriyor; anlıyorum pek dönmeye gönlü yok. "Ben ikinci kuşağım” diyor. Avrupa'da ikinci kuşak, doğduğu yer değil, doyduğu yer ülkesi demek...
Ahmet Öztorun, benim hemşerim çıktı. Taşkentliymiş o; yıllardır burada hemşerim!
Avrupa'da uygarlığı tanıyan kadın, bayramlarda erinin elini öpmez! Uygarlık, köylere birer hazır telefonla, renkli TV yerleştirmekle olsaydı, işler kolaydı. 12 Eylül İktidarı da Turgut Bey’in “uyduruk” Anavatan iktidarı da köylere yalnızca gerilik, gericilik götürdüler. ‘‘Sıkı namaz kılarak'', “ayetler okuyarak” götürdüler. İki yönetim de “Köy Enstitüleri”ni ağzına aldı mı bir bakın. Günlerce yazdım durdum, kös dinlediler. Bırakalım Anadolu'daki köyleri, Ankara'nın en yakınındaki bir köye gitseniz, orada rahat geceleyemezsiniz. Bir otel, temiz bir yatak bulamazsınız. Ağanın evi de pislikten geçilmez merak etmeyin! -Hacı Turgut Bey, köylerde uygarlığa değil, Nakşibendiliğe önem vermiş olmalı- “Kime oy veriyor” ona bak!
"Köy Enstitüleri’'nin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç, 1956 yılında, yanında eşiyle Hollanda köylerini dolaşır, izlenimlerini, öğrencilerine yazdığı mektuptan “Hollanda Köyleri" başlığıyla, bizim Dursun Kut’un o yıllar yayımladığı “Demet” Dergisi'ne gönderir. Hollanda'ya gelirken, o dergilerdeki yazıları da getirdim. Şöyle diyor Koca Tonguç, bir mektubunda;
"Kuzey Hollanda'da Groningen, Leemarden, Harlingen, Senek, Assen, Meppel şehirlerinin dolaylarında yüzlerce köy gördüm. Buralarda edindiğim izlenimleri ana çizgileriyle anlatacağım:
Birbirine pek yakın köylerle şehirler, türlü güzelliklerle bezeli memleketin bağrına çakılmış inci taneleri gibidir. Köy, şehir ve kasaba arasında ayrılık kalmamıştır.
Hollandalıların çoğu köyde yaşamayı şehirde oturmaya tercih ediyorlarmış. Onun için "millet şehirde mahvolur, köyde yeniden dirilip canlanır" sözü burada sık sık duyulan lâflardan biridir. Bu inanç onları köyleri güzelleştirmeye, şehirlerden farksız bir duruma getirmeye sevk etmiş; halka köyü sevdirmiş, köyü yükseltme ülküsünü benimsetmiştir.
Gördüğüm köylerin çoğunda evle ahır, yemlik ve samanlık birbirine bitişik, aynı çamın altında idi. Bunların hepsinin kapı, pencere ve saçakları boyanmıştı. Evlerin pencereleri renkli, güzel saksı çiçekleriyle süslenmiş, ütülü bembeyaz perdelerle donatılmıştı. Her ailenin fenni bir şekilde işlenmiş tarlası, yemyeşil çayırı, gelir sağlayan çiçek ve sebze bahçesi evinin yanında, etrafı çitle çevrilmiş, parsellenmiş durumda idi. Besini bol süt veren siyah beyaz renkli inekler evlere bitişik ot deryasını andıran çayırlarda otlamakta, modern ve temiz kümeslerin önlerinde çeşitli kümes hayvanları sürüler ve kümeler teşkil ederek gezinmekteydiler. Bütün Hollanda'da başıboş dolaşan bir hayvana rastlamak mümkün değildir. Hollandalılar, toprakla ilgili sınır kavgası; hayvan yüzünden komşular arasında geçimsizlik... gibi olayları mezara gömmüşler. Köylülerin birbirieriyie iyi geçinmeleri birbirlerine karşı saygı ve sevgi göstermeleri, kendilerini ilgilendiren işleri elbirilğiyie yapmaları sayesinde bütün köylerde gönül üzüntüsü çekilmeden, tatlı bir hava içinde yaşanmaktadır.
Koca Tonguç, 1956 da yazdığı bu “Hollanda mektupları"nda sanki, Türkiye'de yaratmak istediği köyleri anlatmak istiyor gibidir...