Hocanın karnı beştir...

Olayı, Özer Derbil'in babası Süheyl Derbil, Prof. Coşkun Üçok'a anlatmış, şöyle:
Olayın kahramını, çok eski yıllarda Trabzon'dan milletvekili de olmuş, Oflu bir hoca. İstanbul’da medresede okurken, Ramazan öncesinde her hoca adayı cerre çıkarlar. Burada halktan topladıkları paralarla, hemen bir yıl geçinirler. Ramazan öncesinde cerre çıkma zamanı gelince, torpilli olanlar, İstanbul yakınında Bursa’ya İnegöl’e oralar gibi yerlere yollanırlar. Bizim hoca şanssız olduğu için ona da Naksi (Naksos) adası çıkmış. Hoca, vapura binmiş, adalara uğraya uğraya Naksi’ye gidiyormuş. Naksi adasına varmış, adada bir minare var, oraya doğru yürümeye başlamış. Müezzin karşılamış, hocayı:
Hoca hoş geldin; demiş müezzin. Niye geldin?
Cerre çıktım; demiş hoca. Müezzin:
Burada demiş, üç Müslüman aile var. Gerisi Hıristiyan, burada para toplayacağını umuyorsan aç kalırsın; ben sana bu akşam bir çorba pişiririm. Yarın da vupur var, atlar gidersin...
Hocanın sırtından soğuk sular dökülmüş. Umduğu dağlara karlar yağmış. Yolda, karamsar yürürken, kilisenin önünden geçmiş. Bakmış, papaz kilisenin bahçesinde makasla gülleri kesiyor. Ofluların özellikle Çaykara, Tonya yöresinden olanlar, çok güzel Rumca bilirlermiş. Hoca da bilirmiş. Papaza:
Kalimera; (günaydın) demiş. Papaz karşılık verip selamını almış. Hoca, papaza durumunu anlatmış, "böyle böyle..." diye. "Yarın dönüyorum" diye eklemiş. Ertesi gün de pazarmış. Papaz:
Pazar günü bizim kilisede vaaz eder misin? diye sormuş...
Ederim; karşılığını vermiş hoca. Pazar sabahı toplanan kalabalığa papaz:
Size bir sürprizim var, demiş. İstanbul'dan gelen bir hoca efendi, size vaaz verecek...
Hoca, başlamış oradaki Rumlara konuşmaya. Kur'ana göre İsa'yı, Meryem'i başlarından geçenleri acıklı bir dille anlatmaya başlamış.
Hocayı dinleyen Rum kadınları, hüngür hüngür ağlamaya başlamışlar. Kadınlardan biri, Türkçe:
Sana Müslüman diyenin gözü kör olsun: diye bağırmış.
Vaaz bitmiş. Papaz, bu sırada tepsiyi halk arasında dolaştırmaya başlamış. Tepsiye, kalabalık daha çok gümüş paralar atıyorlarmış. Hoca içinden, "Acaba, bana yarısını verir mi?" diye geçirmiş. Papaz, hocayı bir kenara çekerek
Mendilim aç; demiş, tepsideki tüm gümüş paracıkları hocanın mendiline doldurmuş. "Sen demiş, sanıyormusun ki her pazar bu böyle, bu paralar yalnız senin vaazına verildi. Al güle güle harca, yalnız müezzine gösterme."
Medreseli bu Trabzon milletvekili, Cumhuriyet döneminde de-belki 1946'lara dek-Meclis'te de bulunmuş. Coşkun Üçok, adını pek anımsayamadı. Ali Sarıalioğlu olabilir mi acaba, bu hoş adam? Bir de yine Trabzonlu Raif Hoca varmış, onu da Cemal Reşit Eyüboğlu anlattı, çok şakacı bir adammış. İttihat-Terakki döneminde İstanbul Meclisi Mebusanı'nda milletvekili imiş. İtilafcılar, çıkıp kürsüden İttihakçılara bağırıp çağırıp ağır sözler söylerlerken, Raif Hoca istifini bozmaz, yerinde otururmuş. Biri:
Yahu, Raif Hoca demiş, bak ittihatçıların yüzde doksanı şöyledir, böyledir, diyorlar, sen sesini çıkarmıyorsun.
Raif Hoca karşılık vermiş:
Ben yüzde onlardanım;
* * *
Şunu belirtmeli ki her zaman saygıyla anılan din görevlileri olmuştur. Kurtuluş Savaşı başlarken, Mustafa Kemal'e yardımcı olanları dürüst, yurtsever din bilginlerini nasıl unutabiliriz? Bunlar arasında yaşayanlar vardır...
* * *
Bu, Ankara Notları'nda HP Ordu Milletvekili Bahriye Üçok'un Meclis'te yarım bıraktınlan konuşmasına değinmek istiyorum ANAP çoğunluğu Üçok'u konuşturmadı. Bahriye Üçok'a sordum:
Konuşmanıza izin verilseydi, ne diyecektiniz?
Bahriye Üçok’un konuşması oldukça uzundu. Ancak ilginçti. Konuşmasını, kesildiği yerden sürdürseydi. Şunları da söyleyecekti:
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın çıkardığı gazetede şunlar da yer alıyor: "Şimdi Müslüman olarak bu görev bizimdir "tabandaki yığınlar sapık olarak damgalanan ve Sünni olmayan yurttaşların üstüne saldırtılmaya şartlandırılmışlardır.
Bahriye Üçok, "Diyanet' gazetesinde laikliğe aykırı yayınlardan örnekler verdi, Meclis'te okuyamadığı konuşmasını şöyle sürdürdü: Sayın milletvekilleri Diyanet işleri Başkanlığı'nın bu tür yayınları nedeniyledir ki, Erzincan'ın Üzümlü bucağında ölen İsmail Karakulak'ın dinsel merasimi yapılamamış, devletten bu iş için maaş da aldığı halde, 4 imamdan hiçbiri ölenin Sünni olmaması nedeniyle yerine getirmemiştir. İş bu kadarıyla bitmemiş, ölenin ebedi istirahatgâhına taşınması sırasında kışkırtılmış cahil yobazlarca çocuklara hem de ilk ve ortaokul çocuklarına taşlattırılmıştır. Bu durum, bir mektupla Diyanet İşleri Başkanlığı'na duyurulmuş ise de yöneticilerde hiçbir uyarıcı tedbir, davranış izlenememiştir..
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de insanlar laik bir devletin yurttaşları olarak, amelde farklı olabilecekleri ve ibadette farklı bir yöntem izleyebilecekleri halde, yani yasalar kendilerini vicdan özgürlüğü tanıdığı halde, laik ilkelerini korumakla yükümlü olan bu daire, inanışta ve amelde kendileri gibi düşünmeyen ve kendileri gibi ibadet etmeyen kişilerle evladı bile olsa, sevgi bağı kurmanın kesinlikle yasak olduğunu söylüyor…