Hırsızla Dilenci Olmasın Diye...

Köy Enstitülü ozan Ali Yüce’den mektup aldım. Şöyle diyor:

Sevgili Ekmekçi.

4-11 Eylül 1994 günleri, İtalya'nın Palermo kentinde toplanan Akdeniz Ülkeleri Şiir Kongresi'ne katılarak 'OLMACA’ adlı şiirimle altın madalya birincilik ödülünü, basında, radyo ve televizyonda yayımlanan haber ve programlan köşende yayımlayıp yansıttığın için sana çok çok teşekkürler ederim.

Başarımı büyütüyormuş gibi görünmekten korkmama karşın, başarı olayına genelde nasıl baktığımı kısaca belirtmek istiyorum, şöyle: Dünyada hiçbir yaratı ve başarı bireysel değil, ortaklaşadır. Hangi alanda, hangi konuda olursa olsun, başarının sahibi tek kişi değildir. Olaya derinlemesine bakıldığında, o tek kişininmiş gibi görünen başarı, pek çok kişinindir. Sanatta olsun, bilimde olsun, toplumsal olaylarda olsun, bu böyledir diye düşünüyorum.

Bir sanat yapıtı pek çok kimsenin ortak ürünüdür. Bu üründe kiminin bedensel, görünse!, kiminin duygusal, imgesel, kiminin düşünsel emeği vardır, örneğin benim şimdiye dek şiirde gösterdiğim başarılar ve aldığım ödüller, yalnız benim başarılarım ve ödüllerim değildir. Bu başarılarda şiirlerimi yayımlayan gazete ve dergilerden kitaplarımı basan yayınevlerine dek, kitaplarımı kendi adıma bastırıp baskı paralarını taksitle ödemeye çalıştığım yıllarda kitaplarımın satışında bana yardımcı olan ‘yan kuruluşlarım’ dediğim can arkadaşlarımdan ekmek paralarını verip kitaplarımı alan okurlara, eşim ve çocuklarımdan daktilo tıkırtılarıma katlanan apartman komşularıma dek, çorbada kıl aramayan eleştirmenlerden ödüllerim ve şiirlerim üzerine radyo ve televizyonlarda haberler ve programlar yapıp yayımlayan sanat akrabalarıma dek, varlık ve görünümleriyle beni yazmaya iten canlı ve cansız tüm nesne ve olgulara den herkesin ve her şeyin payı vardır.

Mektubumu sanat akrabalarımdan birinin kulaklarını çınlatarak bitirmek istiyorum. Geniş tarih ve mitoloji kültüründen dolayı kendisine 'Ege Ansiklopedisi' adını verdiğim Şadan Gökovalı bana ve şiirime sürekli destek veren bir can dosttur. Yolculuklarda olsun, turistik gezilerinde olsun hep benden şiirler okur yıllardır. En çok da OLMACA şiirime ilgi duyar ve okurdu. Küttür ve sanat şenliklerinde sunuculuk yaparken beni mikrofona bu şiirimle çağırırdı. Hatırımı sormak için telefon açtığında, bu şiirimi okuyarak başlardı konuşmaya. Son telefon konuşmasında da öyle yaptı. OLMACA şiirimi okuduktan sonra beni kutladı, bende onu kutladım. Bu arada senin köşende çıkan bu şiirin son bölümündeki bir yanlışı da görüvermiş. 'Bir tetiğimden utanırdım' dizesi, ‘Bir tüfekliğimden utanırdım' biçiminde çıkmış. Şiiri benim sana telefonda okumamdan kaynaklandığını sandığım ve dikkatle okuduğum halde göremediğim bu yanlışı görüp ilgilenen Şadan Gökovalı, eleştirmen Tuncer Uçarol, Muzaffer Uyguner, Muzaffer İlhan Erdost, Muzaffer İzgü, Bertan Onaran, Ümit Sanaslan, Mahmut Makal, Başaran, Talip Apaydın, benim yüzlerce sanat akrabamdan yalnızca birkaçıdır. Onlar beni kutlarken ben de onları kutlar, ilgilen için teşekkürler ederim. Sevgi ve saygılarımla. 

Yen gelmişken, Alı Yüce'nin Palermo'da altın madalya kazanan “Olmaca" adlı şiirini bir kez daha yayımlıyorum;

Ben çocuk olsaydım eğer/Kav çakmak satardım/Bulut amcalara/Pamuk şekeri alırdım yerine/Patlamış mısır alırdım

Ben çiçek olsaydım eğer/Hiç saksı giyme2dım ayağıma/Ödünç kanat alırdım/Güvercin teyzemden/Barış uçardım üstünüze

Ben ırmak olsaydım eğer/Altıma saklamazdım ayaklarımı/öyle yanaşmazdım denize/Düşmana yaklaşır gibi/Sürüne sürüne

Ben tüfek olsaydım eğer/Patlamazdım kimsenin üstüne/Bir tetiğimden utanırdım/Bir de eğri parmağından /İnsan amcaların.

Ali Yüce Hataylıdır. Köyünden kaçıp giderek okumuş Adana'nın Düziçi Köy Enstitüsü'nde. 1951 yılında bitirmiş. Başladığında okulun müdürü Lütfü Dağlar'mış. Lütfü Dağlar, daha önce yazmıştım “Ankara Notları”nda, Köy Enstitüsü’nde "Türkiye'de Domuz Yetiştirme ve Yararlan" adlı kitabı öğrencilerine okutan müdür. Anılarının bir yerinde bu konuda şöyle der Lütfü Dağlar

Bu kitabın elimize nasıl geçtiğinin öyküsünü kısaca anlatıvereyim: 1944-1945 öğretim yılı aşağı yukarı. Bir gün sevgili postacımız Höke Dayı Bahçe ilçesinden postamızı getirdi. Postadan ‘Türkiye’de Domuz Yetiştirme ve Yararlan' adlı -şimdi adını tam hatırlayamıyorum- bir kitap da çıktı. Kitabı Alpullu Şeker Fabrikası mühendislerinden biri yazmıştı. Kitabı vakit buldukça bir haftada okudum, beğendim ve geçmiş gün, 150-200 tane sipariş verdim, kitaplar geldi. Bu kitaplan 4., 5. sınıf öğrencilerine verecek ve sınıf kitaplıklarına koyduracaktım. Bundan önce öğretmen ve öğrencilerimle bu kitap üzerinde çok yanlış bir konuşma yapmadan bu işi yapamazdım, değilse köy enstitülerinde neler yapılıyor diye adamı tefe kor çalarlardı.

Öğretmen ve öğrencilerimize, bir hafta sonu toplantımızda konuyu açtım, önce Eskişehir Şeker Fabrikası ’nın yetiştirdiği domuzların iyi bir fiyatla, domuz eti yiyicilerce satın alındığını, çok kirli olduğunu öğrendiğimi kısaca anlattım. Sonra elimdeki domuzculukla ilgili kitabı gösterdim; kitap hakkında bilgi verdim... Kitabın içeriğini açıkladım. Müslüman halkımızın domuz eti yemediğini, domuzu sevmediğini de ekledim. Amacımın domuz yetiştirmenin yurt ekonomisine olan katkısı üzerinde durmak ve eğer yetiştirme olanağı bulunursa sürekli iyi bir gelir kaynağı, hem de fazla para getiren bir gelir kaynağı olacağını bilmemizin faydalı olacağın sizlere duyurmaktır, dedim...

Lütfü Dağlar'ın anlattıkları uzun, benimse yerim bitti.

Türk basınında günün konusu şimdilerde, hırsızlıkların, yolsuzlukların açıklanması, ortaya dökülmesi. Çetin Altan, 7 Ekim günlü yazısında Sabah'ta “Ortaçağ köylülüğü hırsızla dilenci üretirdi" diyor. İşte, Köy Enstitüleri, artık dilenci, artık hırsız üretilmesin diye kurulmuştu. Bakın sağcı devlet, hükümet adamlarına hiç ‘Köy Enstitüleri’nden söz ediyorlar mı? Çetin Altan’la konuştum, “Haklısın" dedi...