Hınzır Sucuğu…

Kuşadası'ndan yazan eski öğretim görevlisi Ragıp A. Saguner, domuz etinin yurt beslenmesinde önemine değindiği mektubunda şöyle diyor:
"29 haziran günlü Cumhuriyetle, üzerinde durduğunuz önemli bir konudaki iyi niyetli dileğinizin son çağrısını okudum. Yazılarınızdan aldığım her zamanki sonsuz tada, bu yolla bir görev duygusu da ekleme hazzını verdiniz.
Konu, "domuz eti”nin yurt beslenmesinde gerekli olan yerini alamamış olması ve nedenleri.
Evet, dünyada insanlar hayvansal proteini etten almayı sürdüreceklerse, ki bu kaderi, kuşkusuz domuz eti, burada başdeğer olacaktır.
İslam’da domuz eti yememe uygulamasının böylece sürüp sürmeyeceğinin dinsel yönden de haklı ve doğru olup olmadığı tartışılacaktır.
Bu konuda İslam'ın "gerçek emri” de böylecek her Müslüman tarafından açık seçik biçimde anlaşılmış olacaktır.
Gerçek İslam emri, domuz etini, bugünkü bağnaz yorum yönlülerince yapıldığı gibi, yasaklamıyor. Tersine yenebileceğini bildiriyor.
Maide suresindeki "Hurrimat Aleykum" (üzerinize haram kılındı) onurlu buyruğu, tümce sonunda "illa" (ancak) bağışlayıcılığı ile kaldırılıyor.
Bu husus, "şanı yüce Kuran”ın yorum yoludur. Eskimiş inatlara körü körüne bağlı kalma yavanlığından kurtulunabilirse eski ve yasaklayıcı yorum üzerinde direnmeye hiçbir olanak yoktur.
Domuz etinin haram olmadığını belirten tefsirler eksik değildir. Konu üzerinde teknik tenkit ve yorumcu-kelamcı araştırmalar, kitaplar, tebliğler ve konferans ekspozeleri çoktur.
Ama basın, anılanların kamuya ulaşabilmelerini sağlayacak bir yakınlıkla, "haber teyplerini" ve sayfalarını bir türlü açmamış gibi görünüyor Yanılıyor muyum?
Bugün de bu konuda karşılıklı diyaloğu açmaya hazır kimseler vardır. Domuz etinin Müslümanlarca da yenebileceğini, İslamın sonsuz demokratik ve müsamahalı (hoşgörülü) vicdanında saptayabilecek kişiler hazırdır.
Basının, belki sizin de -niçin olmasın- yardımıyla hiç olmazsa makalelerinin yayımlanma olanağının yaratılması -ki, karşı taraf bunu çok iyi başarıyor- buna olanak yoksa, kamu önünde bir tartışma tabanın meydana getirilmesi düşünülebilir mi? Bu yüzden yurt ve dünya beslenme ekonomisi, yurt ve dünya et üretiminde verim katlanması, açlık ve açlığa şu ya da bu şekilde bağlı hastalıkların önlenmesiyle yurdun, lafta değil gerçekte kalkınmasına katkıda bulunulmuş olacaktır.
Bu bir gelecekten haber verme değil, inanın, bilim ile tefsir ve kelamın çağdaş ve haklı yorumu haberidir.
Affınızı diler, saygı ve hayranlığımı yinelerim. Bu arada, hazırlardan bir kişicik olarak buyruğunuzdayım."
Okurun mektubunun yanı sıra, Çetin Altan 1 temmuz pazartesi günkü "Güneş'te, “Domuz İhracatında Yatan Milyonlar” başlıklı yazısıyla konuya girdi, “özgür düşünce düzeylerine varmışlığın en sağlıklı yanı, kitleleri sarmalayan “tabu"larla, matematiksel gerçeklerin çatıştığı yerleri rahatça noktalayabilmesi..." dedi.
Çetin Attan konuya girerken daha sonra şöyle diyordu:
“Türkiye’nin demokrasi denemeleri sürecinde ise, okuryazar, siyasal eleştirilere gösterdikleri ilginin onda birini dahi, kitleleri sarmalayan "tabu"ların yeniden incelenmesine göstermedikleri için "özgür düşünce"nin ne olup ne olmadığı, daima tek boyutlu bir siyaset çemberi içinde kalmıştır.
Kitlelere dayanarak, iktidara gelme hırsları "tabu”ların kitleleri nasıl bir koşullanma cenderesiyle kendisine tutsak ettiği gerçeğini, bir türlü ele almak istememiştir.
Bir toplumun okuryazar kadroları, sadece siyasette yer tutmak için benimsemez demokrasiyi; kitleleri sarmalayan "tabu" ları, "özgür düşünce"nin ışığında, bilimsel mihenk taşlarına vurmak için de benimser.
Oysa “özgür, düşünce" alanında "tabu "ların üstüne giderek, demokrasiyi tüm boyutlarıyla değerlendirme çabasını gösterenlerimiz, devede kulak kadar bile olamamıştır..."
Çetin Altan, usta kalemiyle “Türkiye insanı, domuz yiyip yememekte özgür olsa bile; domuz üretiminin yaygınlaşmasıyla, et ihracatı en az on katına çıkabilir’’ diyor. Gerçekleri de şöyle sergiliyor:
"Yüzlerce yıldır yoksulluktan yakınma, her kuşağın dil pelesengi olmuş, sürüyor.
Yeni üretim alanlarıyla yeni girişimlere yönelmedikçe, bu pelesenk daha kuşaklar boyu sürüp gider.
Yoksulluk yoksulluktur, ama bir türlü yeni üretim alanları açmamak ve tokatçılık, yutturmacılık, kazıkçılıktan medet ummaya kalkmak da, bir bakıma, beceriden yoksun bir çapsızlıktır.
Bir yandan bir düzine çocuk yapacaksın; bir yandan ki gram et yiyemeyecek, yahut arada bir eşek ölüsü kıymasından lahmacuna bayram edeceksin, bir yandan da "biz garibanız" diye inleyip duracaksın.
Kafasızlıktan kaynaklanan garibanlığa, en iyi niyetli melekler bile nanik yapar. Onu aşkın etsiz, sütsüz çocukla, gariban fabrikası kurmaya kalkmış bir garibanın, enayilik boyutlarındaki garibanlığından ise, hiçbir iktidar hiçbir garibanı kurtaramaz..."
Konuyu ustalığıyla ortaya koyduğu için, Çetin Altan'a ne denli teşekkür etsem az.
Domuza, Osmanlı dilinde “hınzır" derlerdi. Yalçın Küçük'ün “Aydın Üzerine Tezler"inde geçer; Fransa'daki Osmanlı Elçiliği Abdülhamit’e, Prens Sabahattin'in Paris’teki yaşamı ile ilgili “rapor“u verirken, onun çok güç durumda olduğunu, aynı elbiseyi giydiğini, “frenkler gibi babasıyla birlikte hınzır sucuğu yediğini'' ihbar eder!
Domuz eti Avrupa'da en ucuz. Sığır eti pahalı... Avrupa ülkelerinin, et tüketimi büyük ölçüde domuzla karşılanıyor. Türkiye'ye gelen turistler de, alışkanlık gereği domuz eti arıyorlar. Turizmi geliştirmek için, domuz çiftlikleri kurmak zorunlu. Antalya’daki “Fransız Tatil Köyü" domuz eti gereksinimini Bur- dur'daki bir çiftlikten karşılıyormuş. Çiftlik, askeri bir birliğin yakınında kurulmuş. Orada beslenen domuzlar, tatil köyüne yollanıyormuş. Öbür turistik yerler ne yapıyor bilemiyorum.