Hinthorozu ile Fikri Sağlar...

Ermenek’in bir dağ köyünde, kahvede otururlarken, muhtar:
İzmir ilçe! demiş.
Kahvede oturanlar, karşı çıkmışlar muhtara; biri:
Muhtar, nasıl olur? Biz her yıl buradan gidip İzmir'de çalışıyoruz, İzmir ilçe değil, il..
Siz ne bileceksiniz, İzmir il değil, ilçe diye diretiyormuş muhtar.
İmam bir ara, sobanın başında oturan muhtara:
Muhtar, demiş, gel seninle şöyle biraz dolaşalım..
Dışarı çıkmışlar. İmam:
Yav, muhtar demiş, ne yapıyorsun? Hiç İzmir ilçe olur mu? Valisi var, hem Türkiye'nin üçüncü büyük ili İzmir. Muhtar karşılık vermiş.
Ben de biliyorum İzmir’in il olduğunu, gelgelelim bir kez ağzımdan çıktı, dönemiyorum..
Bu olay fıkrayı, Fikret Ünlü anlatmıştı. Hinthorozu Erdal Bey’in konuşma biçimi, başlangıçta pek tutmadı ya, dinleyenler, “I-ıhh” dediler ya, adamcağız ne yapsa, “olmuyor” diyorlar, “Şöyle bir gürlemiyor canım!” Erdal Bey ise, bu eleştirileri gülerek karşılıyor.
12 Eylül öncesinde gürleyenleri gördük. Ecevit de, Demirel de. Erbakan da, Türkeş de hep öyle konuşuyorlardı, ama 12 Eylül'e gelişi önleyemediler. Ben mantıklara seslenmek istiyorum. Öyle konuşmayı yeğliyorum…
Böyle diyordu aşağı yukarı. Birçok konuda, özellikle son “Rabıta” olayında, mantıksal tutarlılığını, ağırlığını gösterdi. Yapayalnız da kalsa, doğru bildiğinden şaşmayacaktı. Geçmişte, çok kötü örnekleri vermiş olan gazeteci-yazarların kimi, Erdal Bey'i neredeyse azarlıyorlardı:
Aaa, ayıp! insan böyle konuşur mu? Daha ince konuşamaz mıydınız? Cumhurbaşkanı’na karşı daha saygılı olunmalı, öyle ya…
Cumhurbaşkanı, kendi verdiği randevuyu iptal etmiş; “Görüşmeme gerek kalmadı!” demiş, mangalda kül bırakmayan kimi köşe yazarlarımız buna değinmiyorlar; “Bir kişi Cumhurbaşkanı da olsa, verdiği sözde durmalıdır, randevu vermişse, randevu saatinde bulunmalıdır” demiyorlar, Erdal Bey'e, düşüncesinde direniyor diye veryansın ediyorlar. Erdal Bey'e çatmak için bahane çok. Hiçbir şey bulamamışlarsa, Oktay Ekşi gibi Fikri Sağlar'ı bahane ediyorlar. Neymiş, Fikri Sağlar, Cumhurbaşkanı'nın istifasını istemiş. Böyle şey olur mu hiç? Evren'in istifası istenebilir mi? Ardından, uslarınca Cumhurbaşkanını da seçiyorlar, Erdal Bey'e dönüp:
Gördün mü yaptığın işi? Cumhurbaşkansız da kaldık işte! demeye getiriyorlar. Mehmet Barlas'a, pek kimse bir şey söylemiyor, “O, tamam artık” diyorlar, Çetin Emeç'e ne oluyor?
“Rabıta” olayı, zincirleme Cumhuriyet’te sürerken, gazetelerde çıt yoktu. Olayı görmezden gelmek, en iyisiydi. “Bir kez atladık, inşallah uzun sürmez!” diye mi düşünüyorlardı? İş büyüdükçe büyüdü. Ne yapmalı? Bir ucundan nasıl yapışsınlar? Mehmet Barlas:
Erdal İnönü ile Genel Sekreteri Fikri Sağlar istila etmelidirler! dedi.
Bakıyorum gazetelere, Mehmet Barlas, Özal'la telefonda. Cumhurbaşkanına görüşmesinden söz ediyordu. Teoman Erel, soruyor kaynaklarına dayanıp:
'Bu açıklamayı hatırlatanlar acaba İnönü ile Sağlar'ın istifaları formülünü Barlas’a Evren mi çıtlattı?' diye sordular. Böyle bir şey yokmuş. Cumhurbaşkanı böyle bir telkinde bulunmamış, ilginç formülü Sayın Barlas kendi kendine keşfetmiş…”
Yavuz Donat da konuşmuş Evren le. O da üstü kapalı, bir şeyler yazıyor. Çıtlatıyor. “Bakın ben Cumhurbaşkanına şunları şunları konuştum, yaaa...” demeye getiriyor.
Yedi yıldır, Cumhurbaşkanı’yla hiç konuşmadım. Çoğunun yaşlısı olduğum için gazetecilere bir öğüdüm var Yüksek yerlerde oturanlarla konuşmak, insanı oraya çıkarmaz…
Önemli kişilerle konuşuyor, demek ki, önemli bir adam! dedirtmez.
12 Eylül öncesinde, o zamanın Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün Çankaya'dan, gazetecilerle bir söyleşi yaptığını ben anımsamıyorum. Hele, ikili bir söyleşi hiç olmadı. Kimi gazeteci arkadaşlar, kusura kalmasınlar, memleketi de kendilerinin yönettikleri sanısından (zehabından) kurtulamazlar kolay kolay Tanrının günü Evren’le konuşsam, ben de o sanıya kapılabilirim! Evren’le Tanrının günü konuştuklarını yazanlar eski Cumhurbaşkanı Korutürk'le de konuşmuşlar mıdır, konuşmamışlar mıdır? Neden?
Başkanlıktan ayrıldıktan sonra. Korutürk'le konuşuyorum bakın. Salı günü İstanbul'daki telefonundan aradım. Cumhurbaşkanlığı sırasında gazetecilerle söyleşiler yapıp yapmadığını sordum:
Kesinlikle, dedi, yalnız biliyorsunuz, bir tiyatrodan, bir toplantıdan çıkarken, gazeteciler birkaç soru sorarlar, ben de onları kırmaz düşüncemi söylerdim.
Şimdi ne yapıyorsunuz?
Gazeteleri okuyorum, olayları dikkatle izliyorum..
Gürsel Paşa (Cemal Aga) gazeteci görünce kıramaz, konuşurdu. Gazeteciler ona, “Muhammed Ali Clay'e ne diyorsunuz Paşam?” diye bile sorarlardı. Dedim ya, kırmazdı o. Komitede bir gün eleştiri konusu olmuş, komite üyeleri, “gazetecilerle her gün niye konuştuğunu” sormuşlardı. Gürsel, onlara şöyle karşılık vermişti:
Bunlar, haber toplayan muhabirler. Bundan ekmek yiyorlar. Konuşmazsam patronları kızarmış, “Haber getirmediniz” diye. Onun için konuşuyorum...
Geleyim Evren'in istifasını isteyen Fikri Sağlar'a. Kendisi söyledi, Edirne'den Ardahan’a dek telefonlar yağmış. Kars İl Başkanı Zeki Nuritarhan şöyle demiş:
Sayın Genel Sekreterim, sizin konuşmanızdan sonra, Kars’ta on oy farkla belediye seçimi kazandık. Sağ olun!
Fikri Sağlar'a, parti içinde, “Yahu, aferin ne iyi yaptın!” diyenler, gazetelere, “Efendim, iyi konuştu ama zamansız konuştu!” diye yorumlar yapıyorlardı. Sağlar, şöyle dedi:
Olay, gazetelerde çıktığı günün gecesi, saat 03.30'a kadar örgütten telefonlar yağdı. Kimi “Başımız öne eğikti, kaldırdınız! Türkiye ne durumdaymış, kimler neredeymiş? Öğrendik! Teşekkür ederiz...” diyorlardı. Bir tanesi:
Abi, senin telefon dinleniyor, değil mi, diye sordu. “Kutlarım sizi, öperim!” dedi pat diye kapadı.
Kimi gazetecilerimiz, yazıp çizerken, “ANAP'a almaşık, yani alternatif yok” derken, Hinthorozu bir şey yapıp, laikliğe sahip çıkınca da, “Aman aman, öyle deme, böyle de!” diye kıvranırlar. Hani özgürlükler vardı, ne oldu?
“Rabıta” sorununu Cumhuriyet ortaya attı, götürdü. Bunu Meclise getirmek isteyen SHP ise, kimi basının yıldırım oklarına uğradı. Buna da gazetecilik değil, “12 Eylül kargalığı” denir. Dikkaaat!