Herkül’ün Mezar Taşları...

Bademler, kaysılar çiçek açmış; söylemeseler görmeyecektim. Ankara’da baharda bademler çiçek açtığında:
— Aldanmasalar bari! diye düşünürdüm. Gençlere benzetirdim çiçeklerini erken açmış ağaçları...
Karaoğlu Parkı’nda dolaşıyor, izinli çıkmış erler cumartesileri. Karaoğlu Parkı’nın girişinde, parkı Antalya’ya kazandıran Haşim İşcan’ın “el”i var, taştan yapılmış. “Haşim İşcan’a saygı” yazısını okuyorum. Haşim İşcan’la birlikte, şimdi İzmir Valisi olan Hüseyin Öğütcen ile, re’sen emekliye ayrılan Merkez Valisi Güngör Aydın, bir de Antalya'nın eski Belediye Başkanı Selahattin Tonguç'un adlarını duyuyorum konuştuklarımdan. Emek verenler unutulmaz elbet.
Balıkesir'in bazı ilçelerinde çalışmaları gözle görülecek biçimde yaşayan Hüseyin Öğütçen, Antalya’da ilginç bir turizm planlaması yapmış Valiliği döneminde. Şöyle: Antalya, hem kış, hem yaz turizminin birlikte gerçekleştirilebileceği bir yer. “Bey dağlarımda Saklıkent’te kayak yapıp, yirmi kilometre yakında onsekiz derece deniz suyunda yüzmek, belki bizler için değil ama, Avrupalıların uslarını oynatacak denli güzel bir şey. Karla kaplı “Bey dağlarından teleferikle Antalya’ya denize geçecek, denizde yüzüp oteline, ya da moteline cup yatağa!
Olmamış, gerçekleşmemiş Hüseyin Öğütçen’in düşleri. Yarıda kalmış planlar...
Turizm deyince usuma neden “kaçakçılık” geliyor? Eski yapıtlar kaçakçılığı. Türkiye birçok uygarlıkların doğup, battığı ülke. Toprağın altı eski uygarlıkların bıraktığı yapıtlarla dolu. Bunlar da yurtdışına kaçırılıp durmakta. Başka ülkelerin müzeleri, Türkiye’den kaçırılan eski yapıtlarla dolu. Bunun açık adı: Hırsızlıktır. Sömürüdür. Vergi kaçakçılığı gibidir.
1960’lı yıllarda bazı Maliye Bakanları “Vergi kaçakçılığı” sözcüklerini kullanmamaya özen gösterirler, kibar biçimde “vergi ziyaı” derlerdi. Vergi zıyaı, Türkçesiyle vergi kaybı dediler mi, hırsızlığı yumuşatmış mı olurlardı? Eski yapıt kaçakçılığı da, yazık hâlâ böyle anlaşılmakta. Bir uygarlık kalıntısının sökülüp götürülmesi, büyük bir umursamazlıkla karşılanmakta. Bunlara değer verip kaçırdıkları için, yabancılara şaşkınlıkla Bakanlarımız bile vardır ne bileyim?
Antalya müzesinde, İsa’dan sonra İkinci yüzyıldan kalma, güç—kuvvet tanrısı Herakles (Herkül)ün mermerden anıt—mezarı (Lahdi) var. Bir çiftçi bu mezarı “Perge”de tarlada buldu. Kaçakçılar aracılığı ile bir İngilize yüzkırkbin liraya satıldı. Çiftçi bu parayla bir traktör aldı. İngiliz, mezarı parçalayarak, parça parça yurt dışına kaçırırken, gümrükçülerce yakalandı. Ancak, daha önce mezarın beş parçasını kaçırmayı başarmıştı.
Bu parçalardan ikisi Berlin'de, üçü de Londra’daydı. Anıt—mezarın kaçırılamayan büyük bölümü kırık—dökük biçimde Antalya müzesinde sergileniyor. Herakles’in mezarının önünden insanlık adına, içim burkularak geçtim.
Efes müzesi soygunundan sonra, bunların nerelere kaçırıldığı da anlaşıldı. Bir bölümü Amerika'da bulundu, yaşadıkları yerlerde uygarlık izi olmayanlar, başka yerlerden kaçırarak, bunları sergilemekte, ülkelerine döviz sağlamaktalar. Oysa, bu yapıtlar bulundukları yerlerde güzeldir. Meraklıları isterlerse o ülkelere gider, görürler. Uygarlık kalıntıları, suda balık gibidir. Çıkarılamazlar, kaçırılamazlar...
Burada bir tırnak açayım, devlet sahip çıkmalı yer altındaki uygarlıklara. Yeraltı zenginliklerine sahip çıkar gibi sahip çıkmalı. Yurtdışına kaçırılmış olanları, sorun yapıp geri getirtmeli. İngiliz kraliçesi:
— Efendim, eski eser çalmak hırsızlık sayılmaz, çaldırmasaydınız diyebilir mi?
Antalya müzesinin bahçesi, henüz yerleştirilmemiş anıtlarla, anıtçıklarla doluydu. Müzeden çıkan bir turist, sütun başlıklarının masa ya da tabure olarak kullanıldığını, üzerinde çay içildiğini görünce çok şaşırmış:
— Bu, çok değerli, bunu nasıl masa olarak kullanırsınız? diye sormuş:
— Bizde bunlardan çoook, demişler, ülkemizin topraklarının altı bunlarla dolu!.
Türkiye’de dört bin eski yerleşme yeri var. Gerçekten büyük zenginlik. Ama bunları değerlendiremedikten sonra neye yarar?
Eski uygarlık kalıntılarının bulunduğu yerlere ev yaptırmamalı. Oralar, devletçe köstebek yuvası gibi kazılıp, yapıtlar ortaya çıkarılmalı, sergilenmeli. Bu, bizim insanlığa da bir borcumuzdur. Ama öyle olmuyor, tarihsel kalıntıların bulunduğu yerlere, ev yapıp, keyif çatılıyor. Bunlar, başka yerlere yerleştirilmeli...
Halkımız bu konularda yeterince eğitilmemiştir. Bu nedenle bilinçli olmayabilir. Bilinçlendiği zaman, bunun hesabını sorar.
Eski yerleşim bölgelerinde oturanlar, evlerinin altını kazsalar; azından bir anıtçık bulurlar. Bunun da kaçakçıları çooook...
Turizme gelince, bu başka bir olgu. Buna da eğilmeye çalışacağım daha. Turist çekmenin yolu, zenginlikleri peşkeş çekmekten geçmez. Yerin altını çekip götürene turist demezler...
Antalya’da geçen yıl, daha önceki yıla göre daha çok turist varmış. Altmışbin kadar. Bunun üçte ikisi, bizler gibi yerli turist, geri kalanının da çoğu Fransız turistler. Burada Fransız tatil köyü var, ondan dolayı Fransızlar çoklukta.
Antalya müzesini gezerken gözledim, tek tük yabancılar vardı, ama yerli halktan kadınlı—erkekli vatandaşlar geziyorlardı müzeyi. Kendilerinden binlerce binlerce yıl önce yaşayıp geçmiş insanların bıraktıkları uygarlık kalıntılarını izliyorlardı hayranlıkla...