Atatürk dönemi valilerinden Kâzım Dirik (1881-1941), İzmir valiliği sırasında, Manisa'ya bir “tımarhane”, yani deliler için sayrıevi yaptırır. Gelgelelim, sayrı yoktur. Manisalılar başvururlar:
Efendim, sayrıevini yaptık, ama sayrımız yok, ne yapalım?
Sayrı yok mu? Gidin Torbalı'ya yakalayın beş kişi götürün!
Ama Vali Bey, sapasağlam adamları nasıl sayrı diye sayrıevine kapatırız?
Yahu siz dediğimi yapın, ben de Torbalılıyım; adım deliye çıkmıştır; onlar da bana uyar; siz dediğimi yapın, gerisine karışmayın...
Adını l'deli"ye çıkaran valinin kendisi olmak; Atatürk döneminde yapılanların bir çeşit delilik olduğunu söylemezler mi? Padişahtılar, devrimlere. laikliğe karşı olanların tutumları, kimine göre daha usluca (akıllıca) şeylerdi!
Kâzım Dirik, kendini Torbalılı sayıyor, ama gerçekte Torbalılı mı? Manastır'da doğmuş; İzmir valiliği sırasında Torbalı'ya yaptırdığı ilkokula Torbalılar, onun sağlığında “Kâzım Paşa İlkokulu” adını verirler. Okul 1926'da başlayıp 1931’de bitirilir. Kocaman bir caddenin adı da “Kâzım Paşa Caddesi"dir; Soyadı yasası çıkınca okul da, cadde de “Kâzım Dirik” adını alır. Baktığım ansiklopedilerde Kâzım Dirik adını göremedim. Valilerle ilgili çalışmalar yapan Mehmet Aldan ile Torbalı Belediye Başkanı Ertan Ünver, bana yardımcı oldular.
Ertan Ünver de Torbalılı, oraya Girit'ten gelip yerleşmişler; Torbalı’da Türkmenler, Tatarlar, Yörüklerle, Giritliler varmış, kuruluş aşamasında; eski Grek-Roma uygarlığının, ardından Bizans, Selçuklu, Osmanlı uygarlıklarının mirasçılar oluyorlar. Abdülhamit'in ünlü bir çiftliği burada. Bu çiftlik nedeniyle Atatürk'ün buraya hiç uğramadığı söylenir!
Torbalılılar, aşırı denecek derecede mizaha, gülmeceye yatkın kişiler Ertan Ünver'in anlattığına göre. Ünlü fıkracıları, avcıları var; ama öyle mikrofona filan çıkmıyorlar, kahvede kendi aralarında anlatıp söyleşiyorlar, gülüşüp eğleniyorlar. Gülmesini öylesine unuttuk ki; gülmeyle birlikte sevmesini de unuttuk, asık yüzlü, kavgacı insanlar olduk çıktık.
Torbalı Belediye Başkanı Ertan Ünver bu yıl ilk “Güz Etkinliklerine “Basın ve Gülmece" adını verip çağırınca gitmeyi kafama koydum. Gülmece öğesi eksik bir yazının, yazı olmayacağı kanısı vardır bende. Yazı, neresinde olursa olsun, bir yerinde gülümsetmeli; öyle kahkahalarla güldüremeyebilir, ama ne edip etmeli, gülümsetmeli, o güzel işte...
Torbalı'ya bir dolu tanınmış karikatürist, gülmece ustası gelecekmiş, ama kanımca Torbalılı avcılar konuşturulabilmeli ki, tadı çıksın. "Çoban Mehmet'in fıkralarını kim anlatacak? “Halil Efe”, yani 'Ayvalıklı Halil'i Osman Ekici anlatırdı kahvede; Yemen gazisi Bedevi Park’ı kim anlatacak ya? Bedevi Park’ın asıl adı Bedri; Yemen’de dört yıl tutsak kaldığı için ona "Bedevi" demişler; 98 yaşında trafik kazasında ölmüş. Fıkralarından biri şöyle: Bedevi Park, bir gün tarlasına patlıcan dikmiş; patlıcanlar öylesine büyümüşler ki mahallenin çocukları patlıcanın dallarına salıncak kurup sallanmaya başlamışlar. Çocuklardan birinin anası gelip Bedevi Park’a dert yanmış:
Bedevi amca, bu patlıcanları sök; çocuklar dallarında sallanırken düşüp kollarını, bacaklarını kıracaklar...
Bedevi Park, hemen karşılık vermiş kadına:
Haklısın, demiş bunları sökmek için buldozer gerekli, buldozeri bulduğum zaman sökeceğim patlıcanları...
Çoban Mehmet de öldü; Çoban Mehmet'in av arkadaşı bir Lord varmış;, İngiliz adını da “Wilson” diyor Çoban Mehmet, belki Winston diyecek Churchill'den getirerek, ama öyle değil, Wilson diyor. Wilson'un bir de av köpeği var; avı sezen köpek, Çoban Mehmet'e göre avına doğru “ferma" yapıyor; dişlerini hefifçe gösterip "hırrrr” diyor. Çoban Mehmet bakıyor ki köpeğin dişleri altın. Lorda soruyor:
Lord, köpeğin dişleri neden altın?
—Lord karşılık veriyor;
Bu köpek kırk yaşında, gözleri görmüyordu, göz camı (lens demek istiyor, o zamanlar lens filan var mı?) taktırdım. Dişleri de döküldü, kemik protez yaptırmaya kıyamadım, dişlerini altın yaptırdım. Bana o kadar hizmet etti ki kemik protez yaptıramazdım. Dişleri yumuşak olmasın diye de altını çelikle karıştırttım; şimdi iyi!..
Çoban Mehmet, bunları anlatıyor kahvede, herkes de dinliyor...
Yarın İstanbul'da Mis Sokağı'nda, Nail Güreli'yle birlikte Cumhuriyet Kitap Kulübü’nün "imza Günü”ne katıldıktan sonra, akşam İzmir üzerinden Torbalı'ya geçeceğim. Orada, “Basın ve Gülmece Şenliği”nde olacağım...
Ankara'da, cumartesi günü, Cumhuriyet Ankara Bürosu'nun eski çalışanlarından gazeteci Havva Can'la, Kent-Koop'ta mühendis Faruk Göksu evlendiler. Herkes Havva'ya “Çok güzelsin!” diyordu. Havva:
—Arkadaşlarım beni hep tulumla görmeye alıştıkları için gelinlikle görünce şaşırdılar, diyordu. Gelinlik giydim, bir iki de boya sürdüm o kadar...
—Peki Havva, evlilik için ne düşünüyorsun?
—Evlilik, birlikte oturmayı sağladığı için güzel!
Salonda mikrofon arızası filan oldu, Havva'nın nikâh saati, birkaç kez ertelendi, salon değişti Eski cumhuriyetçilerden Azmi özgür:
—Kız, gel fırsat varken vazgeç bu işten, diyordu.
—Olmaz artık, diyordu Havva - Nikâhı Murat Karayalçın kıydı; Havva, onun sağ koluydu. Nikâh kıyıldıktan sonra, hepimiz Havva'yla damadı öpmek için kuyruğa girmiştik!.. Nazlı Eray'ın "Kız Öpme Kuyruğu" öyküsü gibi. “Havva'yı öpme kuyruğu!"
Murat Karayalçın da, Havva da, damat Faruk da, konuklar da gıdıklanmışlar gibi gülüyorlar, kendilerini bir türlü tutamıyorlardı: çok nikâh gördüm ya, böyle neşelisini görmedim. Mutluluklar dilerim Havva!
5 Eylül 1989, Cumhuriyet