Hastanede Sünnet Düğünü...

Ankara Numune Hastanesi Başhekimi Mustafa Kemal Kavuzoğlu, bugün saat 14.00’te, hastanede sünnet düğünü yapıyor. Çoğu, Çocuk Esirgeme Kurumu’nda kalan çocuklarla, babaları cezaevlerinde yatan hükümlü çocukların sünneti bu. Başhekimin sekreteri Nezahat Kansu, basına olayı haber verirken, olayla ilgileneceğimi düşünerek beni de aramış. Nezahat Hanım'a:
Çetin Altan'a da haber verin, dedim. O, bu konu üstüne çok yazı yazdı...
Gerçekten Çetin Altan, köylerde yetersiz kişilerin sakat sünnetleri yüzünden, insanların ruh sağlıklarının nasıl bozulduğunu anlatırdı.
Çocukluğumda, Anadolu’da çocukların sünnetlerini Çingeneler yaparlardı. Mahalleye Çingeneler gelince ödümüz kopardı, yine bir şey olacak diye... (Çingenelere saygım olduğunu hemen vurgulayayım.)
Çingene karıları fala bakarlar, buna karşılık, torbalarına bulgur, tarhana konurdu. O zamanki söylentilere göre, Çingeneler sünnette, kopan parçayı atmazlar, eşlerine verirler, onlarda başlarına takarlardı...
Numune Hastanesi Başhekimi Mustafa Kemal Kavuzoğlu anlatıyordu:
38 yıl önce cerrahide asistandım, İstanbul Üniversitesi'ndeydim. 68 yaşında bir adam, rica etmişti: "ölmeden sünnet olmak istiyorum" demişti. Onu sünnet ettim. Sonra askere gittim, Bingöl o sıralar, "taşdevri”ni yaşıyordu. Askerdeyken, askerlerden sünnet olmamışların sünnetini yapardım. 1978’de Oğuz Aygün, bir gün "Çok yoruluyorsun, haydi Beypazarı'na gidelim. Politika yok. Dut yiyeceğiz dalından!" dedi. Gittik. Köyün birinde de bir sünnet yapılıyordu. Oğuz Aygün, "Git gör istersen" dedi. Gittim. Okuması, yazması olmayan bir adam, cebinden bir ustura çıkardı, biri çocuğu tuttu. Adam, cebinden uyduruk bir kolonya ile pamuğu ıslattı. Veee kesti! bu cinayeti görünce, hemen oradan kaçtım. Bir cerrah kaçar mı, kaçtım işte...
M.Kemal Kavuzoğlu'nun o zamandan beri, kafasındaymış, bir gün yoksul çocuklarını hastanede sünnet etmek. Ancak, bir sorunu vardı başhekimin, sünnet olan çocuklara, hiç değilse küçük birer armağan nasıl verilecek? Varlıklı bir ünlüye başvurdu, aldığı yanıt şuydu:
Yok kardeşim, sünnet olacak çocuklara armağan verecek olursam, yarın yüz bin kişi çıkar!
Armağan konusu önemliydi ama gerçekten. Çocukluğumda, yastığımın altındaki boyalı peynir şekerlerini nasıl unuturum?
Sünnetlerin hastanelerde, uzmanlar eliyle yapılması, elbette bir uygarlık işi. Bir arkadaşımın söylediğine göre, orada da dikiş atıldığından az biraz estetik sorunu çıkıyormuş. Ama, hiç değilse sağlıklı ya...
* * *
Geçtiğimiz pazar günü, Hirfanlı Baraj Gölü kıyısına pikniğe gittik. Oldukça kalabalıktık. Ankara'dan gidenler arasında, Deniz Baykal, Fikret Ünlü, Ahmet Melik, Ertuğrul Günay, Eşref Erdem, Altan Tuna, gazetecilerden de, Teoman Erel, İsmet Solak var. Köylerden geçiyoruz; toprak damlı köylerde TV antenleri gözümüze çarpıyor. Belki de renkli TV’ler. Köylü de, izliyor kentlinin izlediklerini. Yaşamanın ne olduğunu da görüyor.
Köylerde tenis kortları, kadın berberleri yok ama, sanıyorum zamanla onlar da olacak. Teknik gelişmeler, uygarlığı da götürüyor. Oraya, Beşer Baydar'ın çağrılısı olarak gittik. Geçen yıl da, benzeri bir pikniği yazmış, yazının çoğunu 1.85 boyunda Celal Mutlu'ya ayırmıştım. Ağabeysi Harun Mutlu ondan da uzun. Pikniğe, Şereflikoçhisar SODEP İlçe Başkanı Cengiz Aktaş, Kaçarlı Belediye Başkanı Efrail Şahin, Refah Partili Avukat Mehmet Sevim ile daha başka köylüler de geldiler. Her partiden kişiler var anlayacağınız...
Yakın bir köyde sünnet düğünü mü ne varmış; az sonra davulcuyla zurnacı da geldi pikniğe.
Hirfanlı Baraj Gölünde kerevit üretiliyor; köylüler, "Kooperatifler Birliği" kurmuşlar, dışsatımı kooperatif eliyle gerçekleştiriyorlar. Kerevitten gelen para, tarımdan gelenden çokmuş..
Bir gözlem: Gübreye yapılan son zam, buğdaya yapılanı alıp götürmüş. Ne yapacaklarını şaşırmış gibiler. Turgut Bey, 6 Kasımdaki gücünde değil belli, ama ses çıkaran da yok. Köylüler, olup biteni sessizce seyrediyorlar. Tarlalar "boş kalmasın" diye ekiliyor. Karın tokluğuna çalışıyorlar bir bakıma..
Ankara'da olup biten her şey, onların da kulağına gidiyor; oturup tartışıyorlar. Rahatlarının kaçmasını istemiyorlar, yukarıda gürültü istemiyorlar...
Fıkrayı, Diyarbakırlı Avukat Turgut Akın'dan dinlemiştim, orada da dinledim. 27 Mayıstan sonra, Hakkâri'nin Şemdinli'sine atanan bir kaymakam, köylüleri toplamış, ilçenin ileri gelenlerini:
Ağalar, beyler, demiş, ben buraya hizmet etmeye geldim, ne isteğiniz varsa söyleyin...
Kimseden ses yok. Kaymakam, yinelemiş, "Ne istiyorsunuz, söyleyin?" diye.
Biri, ileriye çıkmış:
Bizim bir isteğimiz yok beğ, demiş. Biz padişahlıktan beri, her partiyi denedik, bizim buraya bakan olmadı...
Canım, ben sizin kaymakamınızım, size hizmet etmek istiyorum; hele, hele konuşun...
Kusura bakma beğ, sana kaba bir mesel anlatacağım, bağışla beni...
Söyle bakalım, dinliyorum...
Affedersin, farzet ki sen bir katırsın, biz de sinegük. Kuyruğunun altına sıkışmışık. Kuyruğunu gevşek tutarsan rahat ederüz, sıkarsan ölürük. Kurban olayım kaymakam beğ, kuyruğunu sıkma, başka bir şey istemezük!.
Kaymakam sonra anlatıyor olayı: "2.5 yıl orada kaldım, bende bir ilke oldu. Onlara bir kötülüğüm olmasın diye uğraştım. Böylesine cana yakın insanlar da görmedim..."
Katır, o yörelerde, köylülerin en büyük yardımcısıdır. Kaymakamı katıra benzetmeleri, bir saygısızlıktan değil, saygıdandır.