Hasan Ali Yücel...

27 Mayıs Devriminden sonra geçer olay; köy enstitülü öğretmen, öğrenci bir grup Ankara'da bir lokantada yemek yerlerken, biri:
Haydi Hasan Ali Bey'e gidelim... der. Yemekte, Hürrem Arman, Recep Gürel, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Dursun Kut var. Hasan Ali Bey'e gitmeyi, belki de Başaran'ın Ankara'ya gelişi nedeniyle uslarına getirmişlerdi. Başaran'ın her gelişinde, böyle bir görüşmeyi yaparlardı. Dursun Kut anlatmıştı, telefon edenin kim olduğunu iyi anımsamıyor, belki de Hürrem Arman'dı, telefon edip, görüşmeyi sağlayan...
Hasan Ali Yücel:
Gelin... yanıtını verince, giderler, otururlar. Hasan Ali Yücel, her zamanki keyifli haliyle konuşur:
Üç şeyden birine bulaşan iflah olmaz. Biri medrese, ikincisi politika, üçüncüsü de homoseksüellik! Recep Gürel ekler:
Bir de idealistlik değerse iflah olmaz!
O sırada telefon çalar, Hasan Ali Yücel telefona gider. Konuşur, kapatır, oturanlara:
Bedrettin Tünce! ziyarete gelecekmiş, telefondaki oydu, der.
Konukları kalkmak isterler. Yücel:
Kalkmayın, bir de bakan görürsünüz! diye onları bırakmaz. Bedrettin Tuncel, o sırada Milli Eğitim Bakanı’dır. Tuncel, gelir gelmez, heyecanla konuşmaya başlar:
Hocam, Erzurum'dan geliyorum, Pulur'a gittim. O köylerin halini gördüm... Yücel sözünü sakınmaz, karşılık verir:
Şeyini görmüş maymuna döndün mü? diye çevrilebilecek, ya da yumuşatabilecek, açık bir sözle yanıtlar...
Şöyle bakınca, kaba konuşuyor gibi gelir, değildir. Halkımız, köylümüz öyle konuşur. Birkaç anı daha aktarayım Yücel'den: 1960 öncesinde, Dursun Kut, Isparta'da "Demet" dergisini çıkarıyor. Anlattığına göre, her Ankara'ya gelişinde de Tonguç’u, Hasan Ali Yücel'i arayıp görüşüyor. Böyle bir gelişte. Dursun, Mahmut Makal, Refet Özkan birlikte Hasan Ali Yücel'e giderler. O gün de Hasan Ali Bey'e Aşiyan'ın müdürü ziyarete gelmiş. Bakanlığı sırasında, Tevfik Fikret'in evini müze yapan Hasan Ali Bey'i görmek istemiş müdür. Hasan Ali Bey, konuklarına önce sigara tutar, Aşiyan müdürü alır, köy enstitülüler, "sağ ol!" derler, almazlar. Bu kez:
Kahve içermişiniz? diye sorar. Bizimkiler, yine istemezler, teşekkür ederler, Aşiyan Müdürü içer. Söz sözü açarken, Hasan Ali Bey, şu fıkrayı anlatır:
Eskiden, varlıklıların iftar sofralarına çağrılanlara "diş kirası" verirlerdi. Böyle biri, konağına bir gün mahallenin imamıyla, bir Bektaşi babasını yemeğe çağırır. Yemekten sonra, onlara sigara tutar; Hoca
Sigara kullanmam! der, almaz. Bektaşi babası alır, içer.
Kahve içer misiniz? sorusuna, hoca yine olumsuz yanıt verir. Bektaşi babası, kahvesini hopürdeterek içer.
Çıkarlarken, konağın "vekilharcı", diş kiralarını verir. Bektaşi babasına bir kırmızı altın, hocaya da bir mecidiye verilmiştir. Hoca, bu işe çok şaşırır, asıl altın kendisine verilmeli değil mi?
Dönüp ağayı bulur:
Efendim, der, vekilharcınız bir yanlışlık yaptı; altını Bektaşiye, mecidiyeyi bendenize verdi...
Ağa karşılık verir:
Sana sigara tuttum, içmedin. Kahve geldi içmedin. Ramazan olsaydı da iftara çağırsaydım, şarap getirsem yine içmeyeceksin. Bektaşi içecekti. Onun masrafı seninkinden çok, onun için ona altın verildi, vekilharcın yaptığı doğrudur...
Hasan Ali Yücel, köy enstitülü konuklarına döner, gülerek:
Siz de giderken, diş kirasından az alacaksınız! der.
Hasan Ali Yücel’i Tonguç'tan sonra tanıdım. 1960'ın 27 Mayısından sonra, Milli Eğitim Bakanlığı'nda, "Eğitim Milli Komisyonu Raporu"nu inceleme kurulunda o da vardı. Anımsadıklarım arasında üye olarak katılan Emil Galip Sandalcı var. Milli Eğitim Bakanı Prof. Fehmi Yavuz'un odasında, üyeler toplanmaya başlıyorlar. Hasan Ali Yücel, yenen bir hakkı teslim edilmişcesine, saygıyla karşılanıyor. “Öncü" de muhabirim. Hasan Ali Yücel, takılıyor:
Ekmekçi, ekmek var mı ekmek?
Hasan Ali Yücel, 26 şubat 1961'de öldü. Onu anımsadıkça, haksızlıklara uğramış insanı düşünürüm. Yusuf Ziya Ortaç, Hasan Ali Yücel için şunları yazdı:
“...kafası kadar gönlü de zengin insandı. Okurdu ve yazardı. Düşünürdü ve duyardı. Doğuyu da tatmıştı, batıyı da. Çağının ünlü bir güzeline yazdığı, “Sen bezmimize geldiğin akşam neler olmaz?..." şarkısı onundur.
Yücel'in politika hayatı, Milli Eğitim Bakanlığı'yla başarılar içinde geçmiştir. Karanlık topraklarımızın ilk fecri köy enstitüleri, köy okulları, kız sanat enstitüleri, bir kitaplık dolusu klasikler tercümesi, opera, İnönü Ansiklopedisi... Bırakınız tümünü, bir tanesi bir insanı bahtiyar etmeye yetmez mi?
Ona komünist dediler. Neden mİ?... Bu aydınlar çorağında kaybedecek tek insanımız olmadığını bildiği ve her değerin üstüne titrediği için. Ne oldu?... Onun kaybetmek istemediği değerlerin hepsini başka milletler kazandılar: Şimdi, kimi Fransız üniversitesinde profesör, kimi Amerika'dal...
O yabancı ve bayındır ülkelerde Milli Eğitim Bakanları hep vatan haini midirler?
Bana sorarsanız demokrasimizin en büyük kurbanı Hasan Ali Yücel'dir. Geriliğe verdiğimiz bütün kurbanlar ondan sonra gelir.
Hiç unutmam, sayın Avni Başman'a DP'nin ilk Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) olduğu günlerde sormuştum:
En başarılı Milli Eğitim Bakanımız kimdir?
Düşünmeden cevap vermişti:
Yücel!
İşte bu Yücel’i bir gün, kendi partisi, kendi gazetesinin, Ulus'un sayfalarından bile kovdu!
O kırılmış kalbin, ansızın duruşuna değil, bu kadar dayanışına şaşmalıyız." (Bir Varmış Bir Yokmuş Portreler. Yusuf Ziya Ortaç, s: 192-193)
Hasan Ali Yücel'in yarın ölüm yıldönümü. Bu, "Ankara Notları"yla okurlara, onu anımsatmak istedim...