Halit Çelenk, Hüseyin İnan'ı anlatıyor, salondakiler buğulu gözlerle dinliyorlardı;
O Hüseyin, birikimi olan, mahkemede bir toprak reformu anlattığı zaman, şöyle elindeki notları attı, fırlattı. Ayağa kalktı ve Türkiye'de toprak hareketlerini, toprak reformunu anlatıyor; hiçbir üniversite profesörü Hüseyin kadar toprak reformunu anlatamazdı. Ben, fakültede toprak reformu okudum, ondan sonra TİP'te, Merkez Yürütme Kurulu üyesiydim, bizim toprak reformu çalışmalarımız vardı. Profesörler, hocalar, partililer çalışırlardı. Bu kadar, toprak reformu hakkında bilgim vardı, ama Hüseyin toprak reformunu bir anlattı; böyle, oturdum birçok şey Öğrendim. Şimdi bu insan gidiyor, canlı insan gidiyor, yerine demin anlatmaya çalıştığım insan geliyor. Yani, ölüm cezası çok aşağılayıcı bir ceza. Onun için buna karşı çok büyük bir mücadele vermek lazım gelir. Ve bu cezayı bir an önce ortadan kaldırmak gerekir.
Şimdi insan hakları ve anayasa hukuku açısından bu değindiğim noktalara göre, bir bakış şüphesiz ki mümkün. Bir de 'ceza hukuku' diyoruz, ölüm cezası, ceza yasasında, infaz yasasında, anayasada yazılı. Yani konu bir hukuk konusu. Konuya bir de ceza hukuku açısından bakmak gerek. Baktığımız zaman şunu görüyoruz; Bir ceza bilimi, bir kriminoloji var, bunun amacı nedir? Bir insana biz ceza verirken, neyi amaçlıyoruz?
- Arkadaş sen şu hatayı yaptın, sen kirlendin, ben seni temizliyorum, temizledim, gel toplumda yerini al!
Şimdi, budur amaç. İnfazın amacı bu. Eee, peki siz adamı asıyorsunuz, bu amaç nerde kaldı? Cezanın amacı eğer düzeltme, ıslah ise, öldürmekle hiçbir şey elde edemezsiniz. Onu topluma iade etmek de mümkün değil. Onu yok etmektir bu..."
Savunman Halit Çelenk, karakollarda, mahkemelerde karşılaştıklarını anlattıktan sonra. Deniz Gezmişle arkadaşlarına uygulanan 146/1 maddesine geldi, özetle şöyle dedi;
“Bu 146/1, anayasa! düzeni ortadan kaldırmaya, zor kullanarak, elverişli vasıtalarla kalkışmak, teşebbüs etmek yani. Şimdi, bu suçun oluşabilmesi için yasanın koyduğu bazı koşullar var; şimdi o kastla hareket edeceksiniz, anayasal düzeni ortadan kaldırmak için bir kastınız olacak. İkincisi cebir kullanacaksınız; üçüncüsü, bu anayasal düzeni ortadan kaldırabilmek için elinizde 'elverişli vasıta' bulunacak. Şimdi dediler ki: ‘Bunlar, bu kasıtla hareket ediyorlar, çünkü bunlar Marksist-Leninist! Marksist-Leninist olunca, bu anayasal düzeni kaldırarak. yerine komünist düzen kuracak. Bu açık’ dediler. İkincisi, 'Silah da kullandılar, bakın tekerinde makineli tabancalar var'. Üçüncüsü: Şimdi ‘elverişli vasıta’ya geldik. TC anayasal düzenini koruyan bir ordu var, Türk Silahlı Kuvvetleri var, jandarma var, kolluk kuvvetleri var. Bütün bunlar, ordu anayasal düzeni koruyor. Sizin kalkıp da bu anayasal düzeni ortadan kaldırabilmeniz için buna yakın bir güce sahip olmanız lazım getir. Çocuklar, 26 kişiydiler! Ellerinde makinalı tabancalar var, başka biç şey yok. Hani bugün bile okuyorsunuz, basında, TV’de görüyorsunuz. Yani yasadışı olarak niteledikleri birtakım örgütlerin ellerinde çok büyük silahlar var. 1970'lerde 71'lerde bu çocukların ellerinde sadece makinalı tabancalar var...
Diyorsunuz ki: ‘Ellerinde elverişli vasıta diye bir şey yok. O halde, suçun öğeleri oluşmuyor. Bu suç olsa olsa, yasanın 'silahlı çete' diye nitelediği bir suçtur, olsa olsa bu da TCK 168 olur, cezası 5-15yıWır, idam midam değildir. Tüm suçlarını toplasanız ne olur, 10 yıl. 20 yıl, 25 yıl' diye savunma yaptık. Mahkeme dedi ki: 'Elverişli vasıta vardır, çünkü burada, silahların gücünü, etki gücünü hesaplarken, yalnız bu çocukların ellerindeki tabancaları değil, bütün Türk Halk Kurtuluş Ordusu mensuplarının bilinen, bilinmeyen hepsinin ellerindeki silahları, tabancaları da hesaba katmak lazım! Bu da yetmez. Yasadışı olan ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya yönelik eylemlere giren Türkiye'deki tüm örgütlerin silahlarını bir araya getirip, bunların hesabını yapıp, bu unsuru ona göre tartışmak lazım' dediler. Şimdi tabii, savunman olarak mahkemede topunuz yok, tüfeğiniz yok, bir mantığınız, bir de diliniz var, kaleminiz var, yazıyorsunuz. Efendilerimiz böyle buyurdular, idam cezalarını verdileri Askeri Yargıtay da bunu çoğunlukla onayladı; İki kişi karşı çıktı, birisi Nahit Saçlıoğlu, birisi de Yargıç Tümgeneral Kemal Gökçen. Onun ikisi ’karşıoy yazısı' yani 'muhalefet şerhi’ yazdılar, ayrışık oy kullandılar. Şimdi Denizlerin savunmanı olarak söylemiyorum ben, objektif bir hukukçu olarak söylüyorum; son derece doyurucu, son derece haklı, son derece olaya uygun bir ‘karşıoy gerekçesi' yazdılar..."
Yargıç Kemal Gökçen'i de, Nahit Saçlıoğlu'nu da yakından tanıdım... Bu iki yargıç gibi, daha nice yargıçlar az değil ülkemizde. 1960‘ların sonlarına doğruydu. Kemal Gökçen yargıç albaydı, bir türlü generalliğe yükseltmiyorlardı. Danıştay'a başvurdu, generallik hakkını elde etti. O yıllar Milliyet'teydim; Kemal Gökçen'in davasını, savaşımını gazetede yansıtırdık. General okluktan sonra:
Ben Milliyetin paşasıyım! derdi. Konuşur, söyleşirdik. Sonra, öldü. Çocuklarına çok onurlu bir ad bıraktı. Nahit Saçlıoğlu yaşıyor, ona uzun, sağlıklı yaşam diliyorum...
16 Mayıs 1993, Cumhuriyet