Haberler arasında...

Hasan Hüseyin İki haftayı aşkın bir süredir yaşama savaşı veriyor hastanede. Umutsuzluklar olduğu gibi, umutlar da var. Doçent Yücel Kanpolat:
— Savaşmaya devam edeceğiz! diyor.
Bir hafta öncesine göre, gözbebeklerinde, beyinsel bir kıpırdama mı görülüyor? Bilinçte, henüz bir kıpırdama yok: üresi yüksekmiş, düşürülmüş. Akciğerler çok kötüymüş. Yoğun bakımda sürdürüyor yaşama savaşını ozan.
Bilgi Kitapevi, son yayınlarını yolladı. Yayınlar arasında Cüneyt Arcayürek'in “Demokrasinin İlk Yılları”, Kishon'un “Kahkahaya Vergi Yok”, Halikarnas Balıkçısı’nın “Denize Bırakılmış Bir Çiçek”, Hasan Hüseyin'in “Kızıl Kuğu”su var. Hasan Hüseyin'in, Kızıl Kuğu da çıkan “Güzelleme”si şöyle başlar:
“Dünyanın hiçbir yerinde böyle parlak böyle diri böyle canlı değildir bu yıldızlar / Yalnızken görseniz korkarsınız / Tutuşmuş tavan gibi sarkar da gökyüzü gözlerinize kamaşır gözleriniz / Ben işte orda emdim anamı
Dünyanın hiçbir yerinde böyle zeki böyle atik böyle yetenekli değildir bu çocuklar / Aristo'yu yanıltırlar, afallarsınız / Çörçil'e kıç attırırlar İngilizlikte / Hoca’yı çatlatırlar / Şaşalarsınız / Gel gör ki / Kavanozu dıştan yalar doyarlar / Açlığı kıtlıkla korkutur, çıplak gezerler / Ben işte orda düştüm bu çetin yola...”
Diyarbakır'dan Turgut Akın, Hasan Hüseyin için şu dizeleri yazmış:
“Yalansız, ozanı - Halkımın / Öte acunlara mı acelen ne? -Bitmedi ki- Şiirlerin: / Halk için - yaşam için..
Ferman çıkmışsa eğer - Yüce tanrı'dan / İtiraz -ederim- yasa uyarınca! / Bir taş atıldı mı damdan, / Düşer diyor Mevlana - doğru. / Ama çıkmadın ki: daha sen dama! / Düşmene var çok zaman...
Düşme n'olur! / Bırakma bizi ve de halkımızı. / Bırakma n'olur!”
Ozan Ali Yüce anlatmıştı olayı, şöyle
Ali Yüce çocukluğunda çobanlık yaparmış: oğlak, kuzu, keçi, koyun küdermiş. Babası:
— Aman oğlum, keçiler ölmeden bana haber ver! dermiş. Keçi hastayken, ölmeye yakın bildir. Yoksa yararı yok!
Ali’nin babası, hasta keçiyi keser, derisini yüzer, bir zarar görmeden yararlanırmış. Ali Yüce:
— Ne zaman, diyor TV'de bir sanatçıyı, bir yazarı görsem, “eyvah” derim, ya öldü, ya ölecek! diye ödüm kopar... Bu yüzden televizyona bakmaya korkuyorum...
Geçenlerde Eşref Üren, Sanat Kurumu’nda bir sergiye gelmişti. Yanında, İmren Erşen de var. İmren Erşen, Eşref üren'in meleği. Ankara'dan gitmeden önce, hoca'ya, şimdi Danışma Meclisi üyesi olan İmren Aykut arkadaşlık etmiş.. Arkadaşlık, bir İmren'nen bir İmren’e kalmış...
İmren hanımı dinliyor. Eşref Üren ya, sözünü de, eleştirisini de esirgemiyor sanatçılara:
— Hoca! yine öfkelendin, içini döküyorsun!
“Güzel sanatlar”ın adı, hocanın dilince “çirkin sanatlar”dır. Çok kimse bir çeşit “esnaflığa” başlamış. Tablo satılsın da, gerisi nerede kalırsa kalsın! Eşref Üren:
— Resim kadar kolay yapılan bir şey yok! diyor. Çocuk daha anasının karnında çizmeye başlıyor!
İmren Erşen:
— Hocanın yine heyheyleri üzerinde...
Ne güzel, Eşref Üren gibi kişilerle dostluk, arkadaşlık etmek...
***
“Ankara Notları”nda Ankara'dan haberler vermeliyim, değil mi? Okurlar bizden onları beklerler. Bana kalırsa, haberler arasında önemlileri, ülkenin sanatçıları, aydınları ile ilgili olanlarıdır. İnsanlarıyla ilgili olanlarıdır. Grizu patlamasında ölenlerin, yaralananların kalanları, ölüm haberlerini okuyamıyorlar bile.
Geçenlerde, evden çıkmak üzereydim. Orhan Aldıkaçtı:
— Mustafa bey, gidiyorsanız ben sizi bırakayım! dedi.
— Teşekkür ederim! dedim ya içimden güldüm:
— Beylik ata binen tez iner!
— Biz de kalıcı değiliz! dedi, birkaç ay sonra bitiyor işimiz...
Haberler arasında bir önemlisi, seçimlerin 16 Ekim 1983'te yapılacağı yolundaki haber. Türkiye bu yıl, ara verilmiş olan demokrasiye yeniden girmenin adımını atmış olacak. Ne güzel!
Aziz Nesin'le birlikte, bulunduğumuz bir sıra Başbakan Ulusu'ya bu konuyu sordum:
— Sayın Başbakan, bu yıl ekim ayında seçim var mı?
— İnşallah! dedi...