Haberler Arasında...

Taşlama ustası Mustafa Eşref, Hacı TÖ'yü bir dörtlükte şöyle taşladı:
"Sayın Cumhurbaşkanı partiler karşısında, / Şimdi olduğu gibi tarafsız kalacaktır; / Üzülmesinler diye gece gündüz uğraşıp/ Hepsine birer başkan adayı bulacaktır!"
* * *
Hacı Semra Hanım'ın desteğiyle, ANAP başkanlığına, oradan başbakanlığa gelen Mesut Yılmaz'ın, eski bir TRT’ci olduğunu -belki- çok kimse bilmez. Çalıştığı yerler arasında da pek geçmez. Mesut Yılmaz, dışişleri bakanı olduğunda, eski TRT'ci arkadaşları çok heyecanlanmışlardı. Bir arkadaşları, bakan olmuştu. Bu, onlar için ne kıvanç verici bir olaydı. Bakanın yurtdışına yaşamöyküsü verileceği sırada kendisine sordular:
Efendim, yaşamöykünüzü verirken vaktiyle TRT Dış Yayınlar’da çalıştığınızı da yazabilir miyiz?
Gerek yok! yanıtını verdi Mesut Yılmaz. Öylece kaldı...
Ne zaman çalışmıştı TRT’de yeni Başbakan? Ne yapmıştı? 12 Martlardan sonraydı; TRT Dış Yayınlar’ın başında olan Emil Galip Sandalcı tutuklanmış, onun yerine Esin Talu daire başkanı olmuştu. 12 Mart rüzgârı, TRT’deki solcuları darmaduman etmişti. Dış Yayınlar'da çalışan Şiar Yalçın da tutukluydu. Esin Talu'ya sordum, Mesut Yılmaz'ı anımsıyor muydu? Anımsıyordu, ama çok değil. Esin Talu, daire başkanı, Mesut Yılmaz, kaşeli çalışan, Alman radyolarını dinlemekle görevli bir genç, nereden bilsin Esin Talu:
Şaban Karataş'ın Genel Müdürlüğü'nden önceydi, diyor, Nevzat Yalçıntaş ya da İsmail Cem dönemi olabilir. Mesut Yılmaz, kaşeli çalışırdı. Gececiydi. "Konuşmayan, sessiz biri" demişlerdi bana. Onu, şimdi Danimarka radyosunda çalışan Fadıl Taylan iyi bilir. Atila Gökbayrak, Hüseyin Ertuğrul da onu iyi tanıyabilirler. Fadıl Taylan, o bölümün başkanıydı.
Fadıl Taylan o bölümün başkanıydı, ama eski arkadaşına, Başbakan olalı beri bir türlü ulaşamıyordu! Hani, ne demişler? Ne bileyim ne demişler?
* * *
"Ankara Notları"nın bir özelliği, habere dayalı yazı türü olmasıdır. İlhan Selçuk, zaman zaman öyle söyler:
Sen gazetecisin, yazılarında gazetecilik yapıyorsun der. Yazar arkadaşlarımız arasında, bir çeşit işbölümü böyle -konuşmadan- yapılmış gibidir. Aynı konuyu, aynı biçimde, biçemde işlesek okur sıkılır, yinelemenin hemen ayırdına varır. İlhan Selçuk habere daha az yer verir, o düşünceye, düşüne ağırlık verir. Onda da haber vardır, ama değişik biçimde işlenmiştir. Pazar günkü "Lümpen..." başlıklı yazısı, ilginçti. Prof. Hüsnü Göksel de çok etkilenmiş yazıdan. Yazı şöyle başlıyordu:
"Şevket Süreyya Aydemir'in ilginç bir kişiliği vardı; sanırım değeri ileride daha çok anlaşılacaktır; yazarlığı 60'ından sonra hızlandı, 80’lere kadar doludizgin sürdü; yazdığı her kitap geniş yankılar yarattı, birer kaynak değeri kazandı.
Aydemir, Rusya'yı ilk kez ‘Bolşevik’ ihtilalinde görmüştü; 1960'larda ikinci kez-‘Enver Paşa’ adlı kitabına belge toplamak için- Sovyetler’e gitti. Dönüşünü merakla bekliyordum. İlk gördüğümde izlenimlerini sordum. Hiç unutamadığım bir yanıt verdi:
Mujik kalmamış...
Çarpıldım...”
Mujik Rus köylüsüydü. İlhan Selçuk, oradan Türkiye'deki köylülere geliyor; şöyle diyor:
"1990'lar Türkiyesi'nde köylülük yarı yarıyadır, belki yarıdan da çoktur; ama bu konuda kesin bir yargıya varamayız; çünkü şehirlerin varoşlarında yaşayan 'yarı kentli-yarı köylü' yurttaşın kimliği ikirciklidir.
Bir ‘lumpen'dir o!.. ‘Kondu'ludur.
…….
Lumpenleşmek ne dernek?
Güvenli bir işi yoktur lumpenin. Ekmeği aslan ağzındadır, her şeyi gayri meşru yoldan sağlar; elektriği, suyu kaçaktır, tapusu yoktur, sokağı belirsizdir, karakolda kuşkulu kişidir, devletle arası bozuktur, resmi makamlara karşı işkillidir, mafyalaşmaya eğilimlidir, köşeyi dönme yollarını gözler, ikinci sınıf yurttaş sayıldığını bilir, arabeskin acısına sarmıştır, yaşamın katılığında pişip umutsuzluğun duygusallığında yumuşar.”
İlhan Selçuk'un yazısından iki üç gün önce, İstanbul'dan Refik Baydur aradı; Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Refik Baydur. Tanımam, o da beni tanımaz! 4 temmuz perşembe günü çıkan "Tonguç'un Çilesi..." başlıklı “Ankara Notlar”ından çok etkilenmiş. İşverenler başkanı:
Sayın Ekmekçi, yazınızı okudum. Ben de köylü çocuğuyum. Köyde doğdum. Ancak ağıt yakarak bu işleri düzeltemeyiz. Sizinle konuşmak istiyorum. Bakınız, beğenelim, beğenmeyelim Turgut Özal bir şeyler yapıyor. Bir GAP olayı var. Avni Akyol'un çalışmaları var...
Köy Enstitüleri kapatılmasaydı, 1991 Türkiyesi'nde insanlar, köylülükten kurtulacaklardı; lumpenlikten çıkacaklardı. Olmadı!
Dikkat etmişimdir. Kenan Bey de, Hacı TÖ de on yıllık iktidarları süresince, bir gün olsun "Köy Enstitüleri"ni anmamışlardır. O kuruluşların kapanmasına yanmamışlardır. Gericilerin, tutucuların gözünde Köy Enstitüleri, "komünist yuvaları" idi. Milli Eğitim Bakanı Avni Akyol, bir kez "Köy Enstitülerinin kapatılmaları yanlış olmuştur" dedi, bir daha demedi! Ne oldu, susturdular mı onu da ne?
Şimdi, solda olsun, sağda olsun; lider adayı olsun, şu olsun, bu olsun karşılaştığınızda sorun bakalım:
Komünist yuvalarının yeniden açılmasından yana mısınız diye.
Böylece, onların yurtseverliklerini de ölçmüş olursunuz...
* * *
Kıbrıs Cumhuriyetçi Türk Partisi Genel Yazmanı Naci Talat öldü. Naci Talat için Kıbrıs’ta büyük törenler yapıldı. Naci Talat’ı yakından tanıma olanağı bulmuştum. CTP’nin yayın organı “Yeni Düzen" ile "Ortam” gazeteleri sürekli adresime gelir. Yeni Düzen ile Ortam, Naci Talat'la ilgili yazılar, başsağlığı ilanlarıyla dolu. Güney Kıbrıs'tan Rum, kesiminden de Kuzey’e başsağlığına gelmişler. Güney-Kuzey günlerce sarmaş dolaş olmuşlar. Cumartesi arkadaşlarımızdan Yüksel:
Ölüm genel aftır! duyordu.
Ölüm barıştır da. Kıbrıs'ta Türklerle Rumların bir arada, bölünmeden yaşamalarından yanaydı Naci Talat Usar. Naci Talat’ı sevgiyle anımsayacağım.