Pazar günü, Hasan Esat Işık'la Gölbaşı’ndaki "Chez le Belge" e (Belçikalının Yeri) gittik. Hasan Esat Bey’i görenler, şöyle uzaktan durup bakıyorlar. Kimi yanımıza gelip elini sıkıyordu. Takıldım:
Sizi tanıyorlar! dedim. Ün başka şey vesselam...
O, başından geçen bir olayı anlattı, şöyle:
Bir gün mavi trene bindim, bir yere oturdum. Benden biraz sonra bir adam geldi. Valizini yerleştiriyordu. Yerleştirirken, kafama valizini düşürdü. Oldukça ağır bir valizdi de doğrusu. Çok memnun kaldığımı söyleyemem, ama ne yaparsınız, sineye çektim. Bunun üzerine, adam bana baktı baktı:
Siz, dedi. Hasan Esat Işık’a benziyorsunuz, ama onun güzelisiniz. Bir şey demedim tabii, Hasan Esat Işık’a benzememin benim için bir teselli mi olacağını sandı nedir?
Hasan Esat Bey'in bunca yıllık deneyimiyle anlattığı olaylar, düşünenler için bir ders niteliğindedir de. Yeri geliyor, bir olayı anlatıyor, öyle politik filan değil gibi, ama düşünüyorsunuz...
1962-1963’te Brüksel'de büyükelçi iken, yanına bir Belçikalı işadamı gelir, şöyle der:
Efendim, haydi bize acımıyorsunuz, kendinize de mi acımıyorsunuz?
Ne oldu, ne var?
Büyükelçi Işık, böyle bir konuşmayı önce yadırgar. Adamı ne görmüşlüğü vardır, ne tanımışlığı. Belçikalı, Işık’a şu olayı anlatır:
Benim ailem der, Belçika'da yüz yıla yakındır çadır bezi sanayii ile uğraşır. Bu konuda ileri bir düzeydedir. Bu konuda oldukça da güzel bir yerimiz vardır: Hem Belçika'da pazarımız, hem Belçika dışında... Fakat İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa toparlanıp, ekonomisi kalkınmaya başlayınca, artık birçok yerde olduğu gibi askeriyede de yeni gelişmeler oldu: Ordu çadır yerine binalarda yerleşmeye, yaşamaya başladı. Çadır bezinden en çok yararlanılan alan çadırlardır. Bu yüzden bizim satış alanlarımız azaldı. Birdenbire baktık gördük ki, Türkiye de büyük bir ordu besliyor. Ve Türkiye'nin ekonomik koşulları da birdenbire orduyu, bugünden yarına çadırdan binalara nakletmeye elverişli değil. Düşündük, dedik ki: "Biz gider, Türkiye'de yerleşir, sanayi kurarsak hem gene büyük çapta üretim yapma olanağını buluruz, hem de gene dışarıdaki müşterilerimizi koruruz. Bu, Türkiye’nin de işine gelir. Çünkü, Türkiye de dışarıya çadır satma olanağı bulur..."
Gittik, bütün pazarlığımızı yaptık, anlaştık ve inanın, sizi temin ederim ki, bir aldatmaca biçiminde değil, çok elverişli koşullar altında. Bir Türk ortağı bularak, onunla bunu ortaklaşa kurmayı kararlaştırdık, ama üç gün önce bir haberden öğreniyorum ki, Türk hükümeti çadır bezlerini, Amerikan yardım listesine almış. Dolayısıyla beni yaktınız, ama emin olun ki siz de bir dışsatım olanağından yoksun kaldınız. Size bunu söylemek istiyordum...
Adam, çıkar gider.
Peki, nasıl çözümlediniz sorunu?
Bu çözülemedi. Ben tabii, bunu Ankara’ya yazmakla kaldım. Türkiye bu yüzden büyük gelişecek sanayilerini, gelişmiş sanayiini bile körletmiştir, yardımla... Savunma sanayii bunlardan bir tanesidir. Buna kanıt olarak bir örnek vermek isterim. Bu yardım çerçevesinde, biz Amerika'dan Jeep alırdık. Bu Jeepler, hazır olarak kurulmuş gelirdi. Amerikalılar bize bu Jeepleri, kurulmuş gönderme yerine, "demonte" yani çatılmamış olarak vermeyi önerdiler. "Bu biçimde olursa, aynı parayla daha çok Jeep'e sahip olabilirsiniz" dediler. Fakat Türkiye ile Amerika arasında bu konudaki anlaşmaya göre, eğer çatılmamış olarak bu Jeepler Türkiye'ye gelirse, bu çapta masraflarının Amerikan yardımından ödenmesine olanak yok. Bunu, Türkiye'nin devlet bütçesinden ödemesi gerekiyor, Türkiye bütçesine bu masraftan koymamak için, çatılmamış, yani kurulmuş olarak Jeep almayı yeğledi. Halbuki, bu sırada Yunanistan, yalnız çatılmamış olarak değil, Amerika'dan Jeep almak yerine, Jeep fabrikası kuracak malzemeyi alma çabasındaydı. Sonuç ne oldu? Yunanistan, Ortakpazar'a girdi. Türkiye’nin Ortakpazar'a girecek koşullara sahip olmadığı her yerde, bağıra bağıra söyleniyor. İnsanlar aldıkları kararlarla yalnız bugünlerine zarar vermezler, daha önemli olanı, yarınlara verilecek zarardır ve hiçbir kuşağın kendinden sonraki kuşaklara zarar verme hakkı yoktur. Hatta, o kuşaklara karşı, onları kendisinin olduğundan daha elverişli bir duruma getirecek bir çaba içinde olmak görevidir. Hiçbir iktidar, karşılaştığı sorunları, kendisinden sonraki kuşakların üzerine atarak onlardan kurtulmaya bakmamalıdır. Devlet birliğinden söz ederiz; devlet birliği demek, dün ile, bugün ile, yarın ile bir bütün demektir. Başka türlü bütünlük olmaz. Yalnız bugün içindeki bütünlüğün bir anlamı yoktur...
31 Ekim 1984, Cumhuriyet