Güzelin Ölümü...

Abdi İpekçi, beş yıl önce bugün öldürülmüştü, ölümünün ardından yazdığım "İpekçi'yi kimler öldürttü?" başlıklı "Ankara Notları" şöyle başlıyordu:
"Şimdi İlahiyat Fakültesi Dekanı olan Prof. Dr. Hikmet Tanyu’nun bir kitabı geçti elime. Kitabın adı: "Tarih boyunca Yahudiler ve Türkler." Kitabın 740-741. sayfaları büyük ölçüde Abdi İpekç’ye ayrılmış. Hikmet Tanyu, şöyle diyor Abdi İpekçi için:
"Marksist-sosyalistleri savunup sınıf çatışmasını vakit vakit ilerici bir hareket gibi göstermekte, Sosyalist Enternasyonal'i reklâm etmekte, bu gibileri desteklemeyi benimser görünmektedir. Türk milliyetçilerini, maneviyat ve mukaddesat, milli gelenek taraftarlarını tutucu ve gerici olarak belirtişi de göze çarpmaktadır. 1961’i müteakip radyo ve televizyonda açık oturum programları düzenlemiştir. Fazla açık vermemeye çalışıp tecrübeli, kurnaz bir yöntem kullanmaktadır."
İnsanı öldüresiye uğraşırlar, öldürüldükten sonra ağıt yakmaktan geri durmazlar. Abdi İpekçi'nin öldürülmesinden bir hafta önce, yazdığı bir yazıda onun için “baş oluşturman Abid Hak-tu" diye söven Tercüman Gazetesinin bir yazarı ölümünden sonra şunları yazdı:
"Onu iyi tanıyan bir insan olarak, Abdi İpekçi'ye gönülden ağlıyorum... Basının kaybı büyüktür, demokrasi ve devlet otoritesi büyük yara almıştır.."
Abdi İpekçi öldürüldüğünde her kafadan bir ses çıktı; Ağca ortaya çıkarılıncaya dek, vuranın solcu ya da sağcı olduğu yolunda yorumlar yapıldı; hiç unutmam, biri, "İpekçi'yi vuran sol kurşun" diye yazdı. "Ankara Notlar”ında yazdıklarım ise, şimdiye değin yalanlanamadı!
Abdi İpekçi’nin ölümünden sonra çıkan, 5 şubat 1979 günlü "Ankara Notları" şöyle bitiyordu:
"Halkın kanına, demokrasinin kanına susamasalar, kimseye düşmanlık beslemeyen bir Abdi İpekçi'yi, bir Doğan Öz'ü, bir Karafakioğlu'nu, bir Cömert'i, bunca genci, aydını öldürtürler miydi hiç?..."
Abdi İpekçi'nin ölüsü, dirisinden güçlü çıktı.
1961 bahar aylarıydı, Milliyet'e giriyordum, İstanbul'dan Abdi İpekçi, Ankara'ya haber göndermişti:
Ekmekçi İstanbul'a gelsin bir de ben tanıyayım... demişti. Ben içimden:
Tanıyıp da ne yapacak? diyordum. Karşılaşırsak, yüzüme, halime bakıp:
Ben böyle kimse istemiyorum! diyebilirdi ne bileyim. Yüzü kara, kaşı kara, gözü kara diyebilirdi işte...
Abdi İpekçi’yi atlattım, bir türlü gitmedim. Sonunda o da:
Eh, ne yapalım.! demiş. Biz onunla bir konuşma yapıp, okurlara tanıtmak istiyorduk, gelmedi.
Nereden bileyim o amaçla çağırdığını; iyiliğimi düşündüğünü Milliyet Gazetesi’nde, ikinci sayfada, yeni girenler tanıtılır, şöyle değerli bir arkadaş aldık, böyle canavar bir gazeteci ki sormayın gibisinden yazılar çıkardı; bunları da Abdi yazardı. Hakkında böyle tanıtma yazısı yazılmayan tek kişi oldum ürkekliğim yüzünden...
Yıllarca birlikte çalıştık. Ondan çok şey öğrendim, öldürülüşünün beşinci yılında, haberi duyduğum günkü gibi içim cız ediyor..
* * *
"Türk Dili" dergisi, uzun aradan sonra çıktı. Aman tanrım, hani "Cin veli" gibi çocuk kitapları var, ufacık tefecik, onun gibi bir şey. Bari birazcık alınteri dökselerdi, incelemeydi, araştırmaydı bir şeylerle örterlerdi hani. "Azeri kızı' becerisini göstermiş, kendilerini en çok tutan profesörü Mehmet Kaplan'ın yazısını, dergiye yerleştirivermiş diye geçirdim içimden.
Derginin girişinde, Türk, Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu Başkanı Suat İlhan’ın 10 Kasım’da yaptığı bir konuşması var. Konuşma baştan sona, "Atatürkçülük”le ilgili. Suat İlhan şöyle diyor.
"... Yüksek Kurumumuz bugüne kadar yapılmış olan bütün çalışmaları da değerlendirerek Türk düşünce hayatını bir bütünlük içerisinde Atatürkçülük etrafında birleştirecek, bütünleştirecek ve Atatürk'ün deyişiyle Atatürkçülüğü "Türk milletinin dinamik ideali" yapma gayreti içerisinde olacaktır..."
Böyle sürüp gidiyor konuşma. Hemen ardından Mehmet Kaplan'ın "Büyük Senteze Doğru" başlıklı Osmanlıca yazısı geliyor. Mehmet Kaplan'ın düşüncelerini biliyoruz. Mehmet Kaplan, Atatürk’ün bir devrimle yıktığı kof düşünceyi savunuyor. Atatürkçülüğü anmak da yok. Atatürk'ün kalıtıyla, bıraktığı paralarla çıkan bir dergi, böyle mi olmalıydı?
7 ocak günlü "Ankara Notları"nda yazdım, Kaplan'ın görüşlerini, "Komünizme Karşı Mücadele" dergisine yazdıklarını. Çıt çıkmadı. Şöyle diyordu bir yerinde Kaplan, yazısının:
"Atatürkçülük bir ideoloji olabilir mi? Hayır. Yapılan bütün propagandalara rağmen Atatürkçülük kelimenin hakiki manasıyla bir "ideoloji” olamaz. Zira "ide" kelimesinin de belirtiği üzere, her ideolojinin temelinde, bir "fikir"in bulunması icab eder. Atatürk ise bir fikir değil, bir "şahıs "tır...
...Zaten Atatürkçülüğü "ideoloji” diye ileri sürenler de mütefekkirler değil, bir kısım gazetecilerdir. Bu gazetecilerin de hareket ve düşünceleri tenkitçi bir gözle tedkik olunursa, hiçbir ana fikre bağlı olmadıkları, tezatlar içinde bocaladıktan görülür..." (Komünizme Karşı Mücadele dergisi, 16 haziran 1952)
Dergide, Hasan Eren'in iki yazısı var. Eh, suyun başında ya. Şaşırdığım bir imza: Hikmet İlaydın'ın da bir yazısı alınmış. Hikmet İlaydın, kurula girme önerisini reddedenlerdi. Nasıl mı olmuş bu yazı işi? Hasan Eren, Hikmet İlaydın’ın "Türk Ansiklopedisi" için hazırlayıp verdiği “Yunus Emre" yazısını, "Türk Dili" dergisine koymada bir sakınca görmemiş. Hasan Eren’in eylemli doçenti Kayıhan Erimer, bu eylemi gerçekleştirivermiş. "Yunus Emre" bir yandan ansiklopedi için diziledursun!
"Türk Dili" dergisini otuz iki yıldır aralıksız okudum, ilk sayısından beri. Türk Dili dergisi öğretmenlerin, öğrencilerin, anababaların bir çeşit el kitabıydı. Dergi ölmüş! Yazık olmuş...