Güzel Günler İçin...

İzmir’den C. Akkanat, öğrenci. “Mustafa Ekmekçi hocamıza" diyerek, "Belki, ileride…” başlıklı şu şiiri göndermiş:
"Benim şiir yazdığımı duyan/Dostlar/Fotoğraf çektirmek istiyorlar/Benimle
Belki, ileride hapishaneye düşer de/Ünlü birisi olurum diye..."
Cezaevlerinde neden şiir yazılır, defterler doldurulur? Yanıt ya da yorum istemeyen bir şey bu. Nazım, "Kurtuluş Savaşı Destanı"nı cezaevinde yazdı. Sabahattin Ali, Sinop kalesinde "...Görecek günler var daha/Aldırma gönül aldırma," diye yazdı.
Cezaevlerinde yazılanlar, satır arasında, özgürlük özlemiyle doludur. Neden aydınlarımızın, düşünenlerimizin yazgısı cezaevlerinden geçmiştir? Hâlâ da geçmektedir?
Gençleri, çocukları cezaevlerinde eğitilen ülkeler, hiç de mutlu ülkeler değillerdir.
Valilik de yapmış, bir dostla konuşuyordum. Üniversitede okuyan oğlu üç yıldır tutukluydu. Her hafta oğlunu görmeye gidiyordu. Anne, evde ağlıyordu çokluk, oğluna zaman zaman para götürmeye çalışıyordu. Görüşmede oğul şöyle diyordu:
Baba, anne! Sizler bir anlamda mutlusunuz. Çocuğunuzu, yani beni her hafta görebiliyorsunuz. Annesi, babası gelemeyenler de var. Kiminin yok ki kimsesi gelsin! Para getirmişsiniz sağ olun! Ben getirdiğiniz parayı, parası gelmeyen akradaşlarımla bölüşmek zorundayım. Ben yerken onlar bakarsa olmaz!
Bir aile tanırım, Ankara’da komşumuzdu. İstanbul'a gittiler, bir oğul orada tutuklu. Çocuk nereye gönderildiyse, haydiii ana baba da ardından haftada bir oraya taşınıyorlardı. Daha güçlüklerle karşılaşanlar da var: Afyon'un bir ilçesinden bir bayan okur, şunları yazmış:
"Feridem, Feridem..." başlıklı yazınızı okudum. Okurlarınızdanım. Gazetemi alınca hemen, "Ekmekçi bugün ne yazmış?" diyerek açar, köşeyi okurum.
Tutuklunun yazmış olduğu şiiri içim titreyerek, gözlerim yaşararak okudum. Anama da okudum, ikimiz de çok duygulandık.
Bir mahkûm eşi olarak size uzun zamandan beri yazmayı düşünüyordum. Okuduğum şiir, beni yazmaya şevketti.
Eşim, "M" cezaevinde hükümlü. Sekiz yıl ceza aldı. 16.5.1982 tarihinde içeri girdi, bir daha çıkmadı. 25 ağustos 1985 tarihinde tahliye olacak. O günü büyük bir sabırla bekliyoruz.
Maddi sorunlar, yol uzaklığı, çalıştığım için izin sorunu, üstelik bir de trafik kazası korkusundan onbeş günde bir olan görüş gününe üç dört ayda bir gidebiliyorum, Şimdi kış da geldi, kışın hiç gidemeyeceğim.
Eşim yakın bir cezaevine gelemez mi? Yaptığım başvuruya olumsuz yanıt aldım. Cezaevleri sınıflandırıldığı için oradan tahliye olması gerekiyormuş. Eşim en yakın bir cezaevine geldiğinde sanki tüm sorunlarım çözülecek. ”
Zaman zaman, "Cezaevi mektupları"na yer veririm "Ankara Notları"nda. Oktay Akbal arkadaşım da, birkaç gün üst üste yayımladı, cezaevlerinin sorunlarına değindi.
Bir cezaevinde tutuklu bulunan "E.... "den, kardeşi "E……."ye yazılmış bir mektubu, biraz da "Şairane" bulduğum için yayımlamak istedim. Şöyle mektup:
"Sevgili kardeşim,
İzmit'ten yazdığın mektubu aldım. Sen de Konya'ya döndüğünde benim ilk mektubumu almışsındır.
Gezip dolaştığınız iyi olmuş. Hepiniz için gerekliydi ama özellikle annem için moral yönden yararlı olmuştur umarım. Gezip gördüğünüz yerleri bir güzel tasvir etseydin, hayal gücüme yardımcı olurdun. Ben yine de payıma düşeni aldım. Fakat oraları dolaşırken kafan cilasız, gönlün puslu gezmişin gibi geldi bana. Karamürsel'in o canım yeşillikleri içinde tüm yaşama sevincinle oturup beş duble (bir ufak + bir duble) atmadıysan yazık olmuş diyeceğim.
İlk dubleyi dolduracaktın. "Bu kendim için, can cümleden azizdir" deyip kaldıracaktın. Sonra ağzının kıyısını kolunun yeniyle silip, "Şükür Allah'a bu deme de vasıl olduk" deyu İkinciyi dolduracaktın.
"Biz bu dünyaya güzel sevmeye geldik " diyerek ve de "Haaayy hak!" nidası ile, dünyanın tüm güzellikleri adına onu da yollayacaktın. Sonra dönecektin "C" dayıma:
Dayı, iğne ile hap ile bu işler yürüse doktorlar, eczacılar girmezlerdi mezara. İşte geldin, gidiyorsun. Şu erenler badesinden bir nefes nuş eyle ki, "Bir ben vardır şimdi benden içeri" sözünün gerçeğine varıp kendini bulasın! diyecektin. Tabii o, kibarca reddedecekti bu nazik teklifi. O zaman hiç üstüne düşmeden, üstelemeden lafı kapaklayacaktın:
Bari ben senin yerine bir dublecik içeyim de borçlu gitmeyesin, diyerekten ve de üçüncüyü doldururken, bir yandan da "Allah geçinden versin"i ihmal etmeyerekten.
Yahu bizim oğlan mahpus damında beklemektedir. Bu garibin sofrasına bir yudum rakı koyan da bulunmaz ki... diyerek işi tamamlayacaktın.
Neyse, bir dahaki sefere yaparsın artık. Ben bunları böylesine ayrıntılı anlatırken, kimseye çaktırmadan iki duble içmiş kadar oldum. İşte hayal gücü diye buna derler canım kardeşim. Sen kafanı yorma ve de dert etme kendine. Ben hayal gücü ve telkinle idare ederim kafa vaziyetlerini. Neyse, bu kadar hayal yeter.
"N" ile "H" için söz kesilmiş, hayırlı olsun. Mutluluk dileklerimi ilet.
Yargıtay safhasının daha ne kadar süreceğini bilmiyorum. Fazla düşünmüyorum da... hapiste zaman hesabı yapmak, kulaklarda uğultu, tansiyon düşüklüğü, karaciğer fonksiyonlarında bozukluk, metabolizma dengesizlikleri ve saçlı deride kepeklenme ... gibi tıbbi sakıncalar taşır. Ayrıca, kafa ve ruh sağlığı açısından da pek tavsiye edilmez...
Sevgili "E……..", kendinize iyi bakın, ben zaten iyiyim. “A ”ya selam. "M"nin gözlerinden öperim. Tanrıya emanet olun. Sevgiler.