Güve...

Bir bayan, büyük bir  mağazaya gitmiş, ucuzluk bitmeden bir battaniye almıştı. Satıcı:

— Halis yün efendim battaniyemiz.. demişti.

Bayan, kapıdan çıkarken paketin kıyısından battaniyedeki «yüzde yüz pamuk» yazısını gördü. Geri döndü:

— Siz bana «Halis yün» demiştiniz, battaniyede «yüzde yüz pamuk» yazıyor; dedi. Satıcı karşılık verdi:

— Efendim, o yazı güveleri kandırmak için yazılmıştır;

Çankaya’da bulunan okullardan birinden, öğrenci velilerine şöyle bir mektup geldi.

«Sayın veli.

Okulumuz öğrencilerinden birkaçında bit olduğu saptanmıştır. Bu durumun önlenebilmesi için sizlerin de bizlere yardımcı olmanız gerekmektedir.

Bu nedenle, çocuklarınızın temizliğine azami dikkati göstermenizi, şayet böcek gördüğünüzde en kısa zamanda en tesirli ilaçları kullanarak böceğin kökünün alınmasını önemle rica eder, saygılar sunarım.»

Şimdi, bunu okuyunca:

— Aaaa, çok ayıp ayol, yıl 1981, bu zamanda bit mi olurmuş, diyenler çıkacak..

— Kırk yıl önce olsa neyse; savaş yıllarıydı, sabun pahalıydı filan.

— Pire itte, bit yiğitte bulunur; ya da:

— Yiğit adam, bitini de sever; sözü de eski bir sözdü.

Şimdi, bir «pirelenmek»le, «bit atmak» deyimleri mi ne kaldı?

ne kaldı?

Bir gün bir uzman arkadaşım söyledi: — Çok lüks sabunlar bit yapıyor genellikle.. diye. Bunu bir araştırmalı, ama nasıl?

— Bizim toplumsal yaşantımızda da var sakatlık, dedi arkadaşım, okullarda, lokantalarda paltoları üst üste yığıyorlar. Birinde bit varsa, hepsini geziyor;

— Sorun tam anlamıyla ekonomik, dedi bir başkası: Sabunun kalıbı kaç lira biliyor musun? Lüks apartmanların dibinde gecekondular; buralarda oturanlar, ne yer ne içer düşünüyor musun? Yakıtları var mıdır, suları akar mı? Başkalarına çamaşıra gitmekten, kendi çamaşırlarını yıkayabilecek zamanı istedikleri gibi bulabilirler mi?

Konunun tartışması uzadıkça, kaşınmak geliyordu içimden.

★★★

Dilde özleşmeye, Türk dilinin arılaşmasına karşı çıkanların yazılarını, konuşmalarını okuyunca, geçmişte olup bitenlere bir bakayım dedim. Otuz, kırk yıl önceden başlıyor karşı çıkışlar. «Akademi», «Yaşayan Türkçe» savları. 1948'lerde, sonraları 1960'lı yıllarda, 1968'lerde son olarak da «SİSAV» toplantısında yinelenip durdu.

Nadir Nadi'nin 14 Ağustos 1951 günü Cumhuriyet'te çıkan bir yazısını okudum. Nadir Nadi, Mecliste Denizbank Yasa Tasarısı görüşülürken, çıkan bir terim tartışmasını anlatıyor. CHP milletvekillerinden Cahit Zamangil, Denizbank teriminin Türkçe dilbilgisi kurallarına uymadığını, vaktiyle Profesör Sadri Maksudi Arsal da bu noktaya değindiği halde söz dinletemediğini söyleyerek, bankaya daha uygun bir ad konulması gerektiğini ileri sürer. DP’li milletvekili Dr. Burhanettin Onat, Cahit Zamangil'i yürekten destekler. «Denizbank» gider, «Denizcilik Bankası» gelir. Bunu eleştiren Nadir Nadi, o yazısında şöyle der özetle:

«...Şu olayın arkasında Türk Dil Devrimine karşı açık bir tepki hareketi sezmeseydik, bir terim tartışmasını bugünkü yazımıza konu olarak ele almazdık.. Müesseselerin adı nihayet birer sembolden ibarettir, isimler gramer kaidelerine ne kadar uygun düşse de biz onlardan yalnız ticaret kaidelerine riayet etmelerini ve memleket hesabına başarılı işler görmelerini bekleriz..

Geçen gün mecliste konuşan sayın CHP ve DP milletvekillerinin Denizbank vesilesiyle dil devrimine karşı girişlikleri hücumları yersiz ve haksız bulduğumuzu da buraya kaydetmeyi bir vazife biliyoruz.

Bir dil bilgini olmadığımız için «Denizbank» terimini bu bakımdan savunacak değiliz. Biz, Türk dilinin yalnızca basil birer işçisiyiz. Onu yürekten severiz ve elimizden geldiği kadar işleriz. Ara sıra kusur ettiğimiz, bilmeyerek dilimizi hırpaladığımız da olur. Her gün çalışmak, hem de çabuk çalışmak zorunda işçiler olduğumuzu düşünerek, okurlarımızın bizi hoş göreceğini umarız. Fakat işte Türk dilinin allamesi değil de hizmetçisi olmak sıfatımıza dayanarak söyleyebiliriz ki, dil devrimi, bazı fahri bilginlerimizin ileri sürdüğü gibi Türkçeye karşı girişilmiş öyle «fuzuli bir müdahale» keyfi bir hareket yahut da baltalayıcı bir teşebbüs değildir. Hele işin içinde şuursuz bir fantezi hiç yoktur. Dumlupınar savaşı nasıl bir fantezi değil idiyse, dil devrimi de tıpkı onun gibi, belki ondan fazla. Çünkü tarihsel kadro içinde daha uzak görüşlü, bizi bize daha sıkı bağlayıcı, fantezi ile ilişiksiz ilhamını yüzde yüz milli sırdan alan ve bunun için de yüzde yüz başarıya ulaşacak bir büyük hamledir.. Bir müddettir tavsar gibi göründüğüne bakıp da bu hamlenin sahteliğine hükmedenler aldanırlar.. Dil devrimi bir zaruretti. Bağımsızlığımızı kurtarmak uğruna İnönü’leri, Sakarya’yı, Dumlupınar’ı kazanmak zorunda değil miydik?... Aynı bağımsızlığımızı korumak uğruna da dil devrimine hız vermek zorunda idik. (Bu devrimin bizde yüz elli yıllık tarihi vardır.) Bakmayınız, bugün biraz yavaşlar, hatta yarın belki biraz geriler, fakat o Atatürk'ün keskin dehasından bir defa ilk hızını almıştır, ne kadar duraklasa, sonunda hep ileriye doğru yürüyecektir...»

Nadir Nadi'nin yazısının tümünü buraya almak isterdim. Aradan yıllar geçti, bugün de aynı şeyleri savunuyoruz.. Kurumlarımızı, toplumumuzu, dilimizi güvelerden kurtarmaya çalışıyoruz...