Yazacak öylesine çok şey var ki; hangi birine değineceğimi şaşırıp kalıyorum. Kemikleri torbaya konup, “Devlet Gömütlüğü”ne taşınan 27 Mayıs devriminin önderi Cemal Aga, yeni gömütünün başında törenle anılmış, ölümünün yıldönümünde...
Cumhuriyet'teki kısa habere baktım; törende Cemal Gürsel’in ailesini, başyaveri Nevzat Dereli "temsil" etmiş. Demek, ailesinden kimse yok. Oğlu, Gürsel'in kemikleri torbaya konulup, Anıtkabir'den taşınırken, olayı protesto etmişti. Demek, törene de gitmemiş. Bu arada bir şey daha usa geliyor; Cemal Gürsel’in, birlikte ihtilal yaptığı arkadaşları nerede? Böyle bir “devlet töreni”nden neden onlara haber verilmemiş? 27 Mayıs'ın canına okuyup, onu bayram olmaktan çıkararak, unutturmak isteyenler, işi “fatiha” ile geçiştiremezler. Bu törenler, giderek "göstermelik" olur, işte o kadar.
Cemal Gürsel, alçakgönüllü bir kişiydi. Gözü gönlü öyle yükseklerde değildi. Gazeteciler, en rahat onunla konuşurlardı. Milli Birlik Komitesi'nde bir gün, onun gazetecilerle konuşmaları, söyleşileri eleştirilmişti. Kimilerine göre, ihtilal yapmış bir lider, öyle her yerde konuşmamalıydı. Cemal Gürsel, bu eleştirilere karşı bir gün şöyle demişti:
Bu gazete muhabirleri, yazdıkları haberlere göre para alırlar; ben onların sorularına karşılık vermezsem, patronları onlara kızar!
Ben de o yıllar. Vatan’da, Öncü’de, Milliyet'te muhabirdim. Başbakanlık kapısında, toplantıdan çıkmasını beklerken Gürsel’in, kendi aramızda konuşurduk arkadaşlarla; "Gürsel'e şu soruyu soralım, şu soruyu sormayalım!" diye; bir çeşit kendi kendimizi denetler, anlaşma dışında soru soran arkadaşlarımızı kınardık. Bir gün, soracak hiçbir sorumuz yoktu soru sormamaya da karar vermiştik, ama yine Başbakanlık kapısındaydık. Gürsel de içeride, arkadaşlarına demiş ki;
Dışarıda gazeteciler, bana ‘‘Paşam, 27 Mayıs'ı neden yaptınız? Anlatır mısınız?” diye sorsalar da, ben de anlatsam...
Gürsel çıktı, bizler kapıdayız:
Nasılsınız çocuklar? dedi
Sağolun Paşam, iyiyiz!
Ne soracaksınız, sorun bakalım!
Bugün sorumuz yok Paşam, soru sormamaya karar verdik!
Eh, madem öyle peki... dedi, ayrıldı. Ne bilelim, bizlere, 27 Mayıs'ı neden yaptıklarını anlatmak istediğini?
Öyle, Anıtkabir'e gömülmek, Gürsel'in kendi isteği filan değildi; öyle istekleri olacak kimse değildi. Bir simgeydi o Anıtkabir’de. Atatürk’ün eteğinde. Oradaki ölüleri de, "Gerçekten şehit değil, pencereden bakarken vurulmuşlar..." filan diye nitelemek de çok yanlıştı.
Bir şeyi daha düşünüyordum; Cemal Aga, bugün cumhurbaşkanı olsa, örneğin bir Ercan Vuralhan, bakanlık koltuğunu koruyamazdı. Hemen ayrılır, ayrılmazsa, görevinden uzaklaştırılır, yerine başkası atanırdı.
Günlerdir, Uğur Mumcu'nun yayımladığı yeni belgeleri oku- yorum, izliyorum. Bir yıl önceden beri, titizlikle izliyorum. Uğur, Vuralhan’la ilgili belgeleri, daha hükümet oluşmadan önce yayımlamaya başlamıştı. Dikkatleri çekmek istemiş. "Yapmayın, etmeyin!" demek istemişti. Gazeteciler, yazarlar, düşünenler yazılar yazdılar:
Bu durumda, Ercan Vuralhan görevini bırakmalı! dediler. Eski Milli Savunma bakanlarından Münir Birsel'den örnekler verdiler Kamu görevi yapanlar, sac üstünde otururlar, "sırça köşk" te otururlar. Bir yaralandılar mı, kendileri yaralanmakla kalmaz, başında bulundukları kurumları da yaralarlar!
Vuralhan olayı. Mecliste gündeme getirildi önce; SHP ile DYP “Gensoru" önergeleri verdiler. ANAP, Meclisteki çoğunluğuyla bunları reddetti. Vuralhan dosyası ortada kaldı; Evren, belgeleri, dosyayı “Devlet Denetleme Kurulu”na verme yerine, Başbakan Turgut Bey'e vermeyi yeğledi. Kenan Evren de, bu konuda eleştirilere uğradı...
Vuralhan ne yaptı? İstifa edip ayrılacak yerde, yazıları yazan Uğur Mumcu’yu mahkemeye verdi; kendisini küçük düşürdüğü gerekçesiyle 100 milyon liralık bir, 50 milyon liralık bir tazminat davası açarken bir de ceza davası açtı. Bu davaların duruşmaları sürüyor. Yineleyeyim davalar, "Vuralhan soruşturması" ile ilgili değil, yazılarda, bakanın küçük düşürüldüğü savıyla ilgili. Olayda ispat hakkını isteyen, Uğur Mumcu oldu. Davacı Vuralhan'ın savunmanları, “ispat hakkı”nı tanıdılar. Uğur Mumcu da yazdı, Vuralhan'ın savunmanlarından Bilgin Yazıcıoğlu OYAK’ta, yönetim kurulu üyesi, OYTAŞ’ta da yönetim kurulu başkanı; olabilir mi böyle şey?
Ulusal savunma hizmetleri, titizlik isteyen işlerdir. Bütçenin büyük bir kesimi, ulusal savunmaya gidiyor. En çok alımlar, burada oluyor. Bunlarda çok titiz davranmak gerekir. "MİT olayı"na benzer olaylar, “ulusal savunma”da ortaya çıkarsa, seyreyleyin gümbürtüyü siz o zaman.
ANAP çevrelerinde. "Vuralhan olayı" bir çeşit tavsamaya bırakıldı;
Gazeteciler, yazarlar yazarlar, bıkarlar! Nasıl olsa unutulur, gider! mi diye düşünüyorlardı?
Kim tutuyordu Ercan Vuralhan’ı? Söylentilere göre Semra Hanım tutuyordu! Turgut Bey de, "Ercan’ı Uğur’a yedirmem!” diye mi düşünüyordu, bilmiyorum. Kimi de şöyle mi düşünüyordu?
- Bırak. Vuralhan olayı sürsün, böylece ANAP yıpranmış olur!
Ama gerçekte yıpranan ulusal savunmaydı!
18 Eylül 1988, Cumhuriyet