Önceki gün çıkan “Boğa ile Kedi.." başlıklı “Ankara Notları”nın giriş bölümünde geçen “erken seçim" ile “ara seçim" konuları çok önemliydi. Daha üzerinde durulmaya değer konu. Anlaşılan “mebus pazarı" kızıştıkça, seçimden uzaklaşıyoruz.
Son çıkarılan seçim yasasındaki değişiklikler, Anayasa Mahkemesinde. Önceleri seçim yasalarında değişiklik yapılacağı zaman, hükümetler, Yüksek Seçim Kurulu’nun görüşünü sorarlardı. Bu kez sorulmadı. Yüksek Seçim Kurulu’nun kendiliğinden hazırlayıp yolladığı yasa taslağına da, gereken önem verilmedi. Bir, birinci maddeyle geçici madde alındı taslaktan. Asıl, seçmen kütüklerinin düzenlenmesine ilişkin madde alınmadı. Yuvarlak rakamla yirmi beş milyon seçmen, bir günde oy kullanacak, seksenbeş bin sandık, dokuzyüz bin seçim görevlisi, aynı gün yanlışsız çalışacak. Yani yasada bir de gümrük kapısı olayı var; dışarıdan gelenler 70 gün süreyle oy verecekler. Her gün 24 saat, üç vardiya, sandık kurulları görev yapacak.
* * *
Doku'da, Hamza İnanç’ın resim sergisini gördüm. Hamza inanç, halen Hollanda'da öğretmenlik yapıyor, oradaki Türk çocuklarına. 1948'de Ladik Akpınar Köy Enstitüsü'nü bitirmiş, aynı yıl Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’ne girmiş, 1962'de devlet sınavını kazanarak Paris Güzel Sanatlar Akademisi'nde Prof. R.Legueult’un öğrencisi olmuş.
Sergide, on yıl önce yaptığı bir “muzır" resim de vardı. Resimler, çokluk yurt özleminin izlerini taşıyor. “Yurt özlemi Üzerine Düş", “Gurbetçi Çocukları” özlemin yansıması. "Gurbetçi Çocukları”nda, iki kardeş var; yedi-sekiz yaşlarında olanının boynu bükük. Daha küçük olan, daha bir şeyin ayrımında değil, gözleri pırıl pırıl. Hüzünden, tasadan bir iz yok!
Martın ilk haftasında, Ankara'ya İsveç’ten, İsveç Radyosu'nda çalışan, yirmi yıldır İsveç'te oturan Aslan Mengüç gelmişti. Bunu, “Ankara Notları"nda anlatmıştım. Oradaki Türklerin, göçmenlerin, sığınmış olanların yaşamı ile ilgili izlenimlerini, gözlemlerini bana anlatmasını rica etmiştim. Ben İsveç Radyosu'na konuştum, o da “Ankara Notları"na. Bu, bir iki yazı çıktı. “El Kapıları”ydı birinin adı da. Yazıların çıkmasından sonra, İsveç’te yaşayan, İsveç'e sığınma zorunda kalan okurlardan tepkiler gelmeye başladı. Konuşmak için niçin Aslan Mengüç’ü seçtiğim soruluyor, eleştiriliyor, kınanıyordum. Bu yolda birkaç mektup geldi. Son mektubu yayımlamak istiyorum. Bayan Latife Fegan şöyle diyor;
“Sayın Ekmekçi,
8 mart tarihli Cumhuriyet gazetesinde, biz 'İsveç'te yaşayan Türkler'i' anlatan, aslında bizleri son derece üzen, şaşırtan, dahası epey düşündüren bir makaleniz yayımlandı. Aradan zaman geçmiş olsa da, yazınızın etkileri hâlâ çoğumuzun yüreğinde ve kafasında. Ben İsveç'teki Türkiye’li kadın örgütünün başkanı olarak, kaç toplantımızda defalarca gündeme gelen yazınıza bir ses de bizden göndermeyi kaçınılmaz görev bildim.
Siz bizim anılarımızda ‘12 Mart faşizmine karşı direnen tek kalem’diniz Sayın Ekmekçi. 'Ezilmek istenen ama yılmayan, gün gün bilinçlenenlerle kıyımcıların, her gün biraz daha tükenenlerin serüvenini' yazardınız. 'Gün Ola Harman Ola'lar yurt dışında tüm zorluklara ve olanaksızlıklara rağmen her evde kurulmuş kitaplıklarda mutlaka bulunan kitaplardandır. Arada neler olduğunu, binlerce kilometre uzaklardan izlemek kolay değil. Ama köprülerin altından çok sular geçtiğine inanmak istemiyoruz. Aslan Mengüç’ün, İsveç’te yaşayan 'yurttaşlarımızı' böylesine hafife almasının nedenleri olabilir, diyelim. Ama yılların gazetecisi size ne oldu Ekmekçi?
Sizin, kahırlı Türkiye’mizin ekmek parasını yurt dışında aramaya gönderilmiş, işkence ve hapishane alternatifinden kaçarak yurt dışında yaşamaya zorlanmış kısanlarını, bu denli kolayca harcamanızı, en azından kendinize nasıl izah ettiğinizi bilmek isterdik.
Sütununuzda A. Mengüç’e verdiğiniz yeri bizim de kullanma şansımız var mı bilmiyorum ama, en azından size söyleyecek birkaç sözümüz var.
Yurtdışı koşulları zordu. Batının önyargılarına Doğu insanının verdiği insanlık onuru kavgası zorlu bir kavgadır. Tüketim toplumlarının ve cinsel ve daha bir sürü 'özgürlükleri’nin tuzakları da bir gerçekliktir. Yalnız, buralara bu tuzaklara düşmeye gelmedik biz, bilesiniz. Ülkedeki kavgaya, yurt dışındaki çalışmalarıyla katılan, binlerce kilometre uzaktan, yurtta atan her nabzı heyecanla izleyen insanlar çoğunluktadır. Yurt dışında yaşıyor olmanın, kafası ve gönlü memleketiyle doluyken, uzaklarda yaşıyor olmanın zorlukları, en azından sizin sütununuzda bu denli kolaya alınmamalıydı...
Bu kavgayı, Batının o başdöndürücü cinsel özgürlüklerine, tüketim toplumu tuzaklarına bu denli kolay harcayacaksak, çektiğiniz sıkıntılar nedendi diye sormanız gerekmez miydi? Ekmek kırıntısı adına ‘lokantalarda çalışmayı yeğleyen’ insanlarımıza, bulaşıkçılık ve temizlikten başka iş verilip verilmediğini araştırmanız gerekmez miydi?
Geri ülke baskılarından kaçanlara, Batı demokrasilerinin kolayca kucak açması nedensiz midir sanıyorsunuz? Baskıyla ezemediğini, potasında eritmeye çalışması, uluslararası finans-kapitalin işbölümü mantığı değil de nedir? İşte o potaya karşı direnenlerin ve 'gün gün bilinçlenmeyi' sürdürenlerin size selamı ver! Saygılar sunarım"
Latife Hanım’ın mektubu burada bitiyor. Mektupta, Aslan Mengüç’ü ağır biçimde suçlayan kimi tümceleri vermedim. Aslan Mengüç'le konuşan benim. Ayrıntılı bilgiler verdiği için ona teşekkür borçluyum. İnsanları da, “Şununla konuşulur, bununla konuşulmaz!" diye ayırmayı, özgürlüklere bir saldırı niteliğinde görürüm. O durumda, dünyada konuşacak pek az kimse kalırdı. Dünya küslükler dünyası değildir. O zaman o cenderede hiç yaşanmaz. İsveç Radyosu’ndan Aslan Mengüç’ün bandına da ben konuştum; “Yurt dışına kaçma durumunda kalanlar, ‘hain’ değillerdir. Vatandaşlığı yitirmişlerdir, o kadar. Yurda döndüklerinde yitirdikleri vatandaşlığı yeniden kazanırlar" dedim. Konuşmamı orada yayımlayıp, yayımlamadığını bilmiyorum. Türkiye’de çok kaldığı için belki yayımlayamayacağını, bir anı olarak saklayacağını söyledi. Yazdıklarıma tepkilerin gelmesini de her zaman doğal karşıladım. Yoksa, özgürlük anlayışıma ters düşmüş olurdum. Yazdıklarımın hiçbirini, bir kişinin ya da bir kesimin hoşuna gitsin diye yazmadım. Eksik olabilir, yanlış olabilir, ancak doğru bildiklerimi, öyle sandıklarımı yazdım. Kimseyi üzmek için kaleme sarılmadım. Ama, kimileyin bir gülmece tümcesi bile insanları kızdırabiliyor! Aslan Mengüç’ün anlattığı, İsveç'e ilk gidenlerin kimilerinin orada bulaşıkçılıkla işe başlamalarını anlatması, güzel, insancıl bir olaydı. Ben de olsam, herhalde bulaşıkçılıkla başlardım. Bir kez karnım doyardı! Bunun ayıplanacak nesi var? Güneş Karabuda ile Barbro Karabuda, orada ekmekçilik yapıyorlarmış. Ne güzel! Ekmekçilik ayıp mı? Cumhuriyet okuru insaflıdır.
Biraz hoşgörü gerekli değil mi?
15 Mayıs 1986, Cumhuriyet